İki Kürt kadın karşı karşıyaydı o gün.
Birisi öldürmek için kurgulanmış.
Diğeri korumak için.
Birisi örgüt elemanıydı, davaya öldürerek hizmet
edeceğine inandırılmış bir PKK’lıydı.
Diğeri bir anne, içgüdüsel olarak çocukları için ölümü
göze alabilecek bir anne.
İki kadının yolu Bingöl’de kesişti.
29 Ekim’de.
Bombacı, törenler iptal edilince bombayı patlatacağı ikinci
adresin önünde rastladı Hatice Belgin’e.
Tam pimi çekeceği, hem kendisini hem de çevresindekileri
öldüreceği sırada.
İşte, o son anda göz göze geldiler.
O anda, bombacı vazgeçmek istemiş midir acaba eylemden?
Ölüm yerine hayatı seçmek istemiş midir? Yanında çocukları olan
kadın tereddüt yaratmış mıdır bombacının kafasında, ruhunda,
kalbinde?
Ya Hatice Belgin. Ölümden kaçmayı denemiş midir o an, yoksa
çocuklarından başka bir şey düşünmemiş midir? Keşke pimi çekmese de
hepimiz yaşasak diye geçirmemiş midir içinden?
Düşündüler belki ama düşünceleri yapmaları gerekeni
engellemedi.
Birisi öldürdü.
Diğeri korudu.
Hatice Belgin öleceğini bile bile, üç çocuğunu düşünerek
kendisini öne attı, bombacı da öleceğini bile bile pimi çekti.
Anne Belgin ölümlerini engelledi çocuklarının.
Ama kendisi bombacıyla birlikte öldü.
Yani öldürmek isteyen de, korumak isteyen de ulaştı
amacına.
Ama sadece o an…
Hatice Belgin’in kahramanlık hikayesi anlatılıyor şimdilerde,
anlatılacak da.
Ölen bombacıyı ise PKK’lılar hatırlayacak ve muhtemelen onlarda
efsane gibi anlatacaklar, davası için canını veren gerilla diye.
Onlar öldü diye ne Kürt sorunu çözülecek, ne de bu ölümler çözüm
yolunda bir adım olacak.
Yine en uçtakilerin sesi yüksek çıkacak, “makulü arayanlar”
seslerini duyurmakta zorlanacak.
Ve kimse o iki kadın o an ne düşündüler diye
sormayacak.
twitter.com /yavuzoghan