İki gazetecinin hızlandırılmış sohbeti
Abone olSavaş Ay'la, Reha Muhtar asansörde karşılaşırsa ne olur? Birbirleriyle uzun zamandır görüşemeyen iki eski dost asansörde karşılaşınca bakın nasıl bir tablo ortaya çıktı.
Savaş Ay'la Reha Muhtar bir asansörde karşılaşırsa ne olur?
Amerikan fıkrasına benzeyen bu sorunun cevabını birlikte
okuyalım:
Reha Muhtar'ı kızdırma kılavuzu!
Asansör bizim odanın bulunduğu 3. katta durdu, kapısı açıldı,
içinden Reha çıktı. Epeydir karşılıklı gelemiyorduk, hasretlik
vardı. Sarıldık, kucaklaştık hemen. Sordu:
- Kaça çıkıyorsun Savaş?
- Auu! Ne ayıp laf o öyle hiç yakıştıramadım. Ben namuslu bir
adamım Reha Bey.
- Hay Allah iyiliğini versin. Hep böyle matraksın sen 25
yıldır.
- 7. kata gidiyorum yazı işlerine. Sen söyle Rehacım. Ben kaça
basayım!?..
- 10...
- Heh heh hee!.. İyi iyi makul rakam... 10 kat ha?.. Yüksel ki
yerin bu yer değildir kardeş. Heey dur, ben de geleyim seninle,
fazladan iki laf daha ederiz.
Yıllanmış muhabbetler
Çıktık ve boş odalardan birine kurulup sohbete daldık.
Arkadaşlığımız çook eskilere dayanıyor. Naz niyaz da geçirir, şaka
da kaldırır dostluğumuz. Ta 70'li yıllardan, Milliyet'te birlikte
çalıştığımız günlerden kalma ahbap iki genç dinozoruz. O zamanlar
ikimiz de henüz kötü yola düşmemiş, pardon televizyonculuğa
başlamamış, yazılı matbuatın iki mazbut mensubu olaraktan pozisyon
almış muhabir tayfasıyız. Lakin şu günler ikimiz için de o kadar
itiş kakış geçiyor ki, hal ve istikbalden konuşmak dururken,
'maziye bak ne kadar şendik' geyiğine giremedik elbet.
Sergen'i satacak mısınız?..
İlk ben soruyorum halisane duygularla..
- Ayağın uğurlu geldi Beşiktaş'a galiba?
- Uuuf!.. Sorma, canım sıkılıyor. Ama toparlarız tez günde.
- Neyi toparlarsınız, pılıyı pırtıyı mı?..
- Yapma yahu Savaş. Sen eski dostsun, sen yapma bari...
- Ben eski dostum ama daha eski bir Fenerbahçeliyim kardeş.
- Sizde durum ne ki? Takımın esas star kaprisini yapan adamı bizzat
hocanızın kendisi. Ortalarda şişersiniz. Daum'un aklı Alman Milli
Takımı'nda.
- Eee öyle olacak elbet. Fener'in hocası gitse gitse öyle bir yere
gider. Sergen'i ne yapacaksınız? Luce istiyormuş?
- Çok işimize yarar daha Sergen.
- Öyle olsun Rehacım. Duran topa iyi vurmakla iş bitip, şampiyonluk
kovalanıyorsa Fener'de 3 tane var öylesi. Açık ara yaparız.
- Bu farklar kapanır merak etme...
- İki takımla bu kadar ara zor kapanır. Fener-Trabzon derbilerinde
skor ne olursa olsun biri sizin aleyhinize işleyecek ilaveten.
- Amma da şom ağızlısın ha.
- Yok canım öngörüşlüyüm sadece.
Programlar başlıyor
- Yav abicim iyi bir laf çıksın ağzından be.
- Peki peki. Söyle o zaman televizyon işi yapacak mısın Beşiktaş TV
dışında?
- Yani ne bileyim, hafta sonu yarışma programlarından birkaç güzel
öneri var ama, nerdeee?..
- Niye ki?
- Her hafta sonu maç var Savaş'cım. Nasıl bırakıp uğraşırım ki
programlarla filan? Artık yönetim kurulu üyesiyim Kartal'ın.
- Haa o mu?.. O fark etmez be Reha'm... Yani nasılsa 1-2 ay içinde
rahatlıkla hafta sonu programları yapabilecek hale gelirsin merak
etme.
- Baaaak! Deme şunu yaaa!.. Deme böyle darılırım valla...
Yemeği ılık yedim!..
- Kızma kızma şaka yaptım. İntikamımı böyle böyle alıyorum.
- Ne intikamı?
- Akademi Türkiye yarışmasını don lastiği gibi uzatıyordun, "arkada
A Takımı bekliyor, konukları perişan oluyor" demiyordun ya, onun
intikamı.
- Sen kızıp bağırıp çağırmışsın bir kere Sefaköy Stüdyosu'nda. Hani
o biraz fazla gecikmiştik. Bağırmanı ben içeriden duydum valla.
- Yok, ben bağırmaya her hafta ta Ataköy'den başlıyordum da sen
onlardan birine denk gelmişindir. O dediğin zamankinde
bağırmıyordum. Aksine pati pati yürüyüp Levent Altınay'ın oda
kapısına bombalı pankart asıyordum sessiz sessiz.
- Çok fazla sarkmadık ki hiç abicim. Olsun olsun da 60- 70 dakika
olsun.
- İyi işte ya Rehacım. Biz de esas intikamı 90 dakika sarkmalarla
alırız. Siz sonunda balkondan da sarkıp, şampiyonluk kortejimize
bakarsınız. He he heee!..
- Kader utansın ben ne diyeyim?
Acılar hasmı dost eder!..
- Pardon Rehacım, tanıtımı izledim az önce. Sen şimdi ana haber
stüdyosuna inip Ali Kırca'nın konuğu mu olacaksın bir de?
- Evet rica ettiler geldim.
- Eeeeee böyledir bu işler
- Ne işi?
- Keder ve tasa insanları yaklaştırır birbirine. Beşiktaş kadar
olmasa da Galatasaray da hüzünlü. Ali kardeşle birlikte ağlaşır
durusunuz şimdi takımlarınızın durumuna.
- Valla sen beni üzmeyi göze alıp böyle konuşabiliyorsun demek? Hem
de benim gibi bir koca Beşiktaşlı dostunu?
- Valla seni daha da fazla ham yaparım ama bu binada sırf yerin
değil, tavanın da kulağı vardır. Biliyorsun şu bulunduğumuz
irtifada tek sıkı Beşiktaşlı sen değilsin. Daha da bir tepeden
çarpılma riskim var. Yoksa... Yoksa aaah ah!..
- Bak valla gider ben söylerim Turgay beye...
- Tamam tamam kestim sataşmıyorum.
- Hah yola geldin di mi?..
- İstersem gelmiyim... Bırrr...
- Heh heh heeee!..
Ciddi sorum da var
- Pekiii. O zaman en son bir soru daha sana. Bu kez arkadaş gibiden
de öte, bir gazetecinin bir yöneticiye sorusu.
- Ciddi soru yani.
- Çok ciddi hem de.
- Peki sor bakalım neymiş o ciddi soru?
- Reha Bey. Siz o tüneli kaçmak için mi kazdınız?
- Hıııı?..
- O tüneli diyorum efendim. Kaçmak için mi kazdınız?
- Hangi tüneli yaa?
- Ha ha haa!.. O İnönü'deki tüneli beyefendi. Çıkış tüneli mi ne
diyorlar hani? Son maçtan sonra oradan mı tüyeceksiniz?..
- Ah ülen Savaş, sen yok musun seen?.. (gülüşmeler)
Yazı: Savaş Ay
Kaynak: Sabah