Ruhunun derinliklerinden fısıldayan büyük sesi duy! Kulak kabart
ona. Hayatın dış seslerinin onu bastırmasına asla izin verme.
Haydi, birleştir işaret parmaklarının ucunu ve zamanı durdur.
Kendini dinle. Kendini bilmek için kendini dinle.
Ama insan kendine hiç vakit ayıramıyor, ne
olduğunu bilmediğin bir kargaşanın içinde yaşayıp gidiyorsun. Bazen
"yeter, ben oynamıyorum" demek geliyor içimden.
Yalnız kalmak istiyorum, kimse bana birşey söylemesin, benden
birşey istemesin, cep telefonumu kapatayım, inzivaya çekileyim.
Peki olası mı bu? Olasıdan da öte, sağlıklı mı? Depresyon belirtisi
hatta bence!
Hayat sana kurallarını dayatamasın, sen kendi
kurallarını koy hayatın önüne!
Olmuyor her zaman işte, çevrendekilere göre de
yaşamak zorundasın…
Öyle bir mecburiyet yok! O bizim kendimize
uydurduğumuz bir yalan, bir sanrı, bir yanılsama.
Ama insan çevresine karşı ne kadar duyarsız
olabilir?
Çevre dediğin; televizyon, gazeteler,
bestseller’lar, markalar, sermaye piyasaları, internet…
Bunlar modern çağın ilahları! Belki bizden kendilerine secde
etmemizi, dualar eşliğinde tapınmamızı falan istemiyorlar. Fakat
sahip olduğumuz en kıymetli şeyi talep ediyorlar:
Zaman. Hani ilkel insanlar yiyecek, altın, kan
sunarlardı tanrılarına. Biz de modern çağın ilahlarına zamanımızı
sunuyoruz...
Haklısın. Ama, zor karşı durmak
işte...
Bu bir olmak ya da olmamak meselesi, gerçekten
istenirse karşı koyulabilir. Özgur irade ve akıl…Bu iki gücüne
yeniden sahip çıkmayı öğren! Hayır demek istiyorsan
“Hayır!”; Evet demek istiyorsan
“Evet!”
Bak, ben senin dediklerini yapmak için o kadar
savaştım ki. Ama görüyorum ki insanları değiştiremiyorum. İnsanlar
senden ilgi alaka bekliyorlar, senin de onlar gibi olmanı
istiyorlar. Yani senin dediğin, benim de çok istediğim birşey, ama
ütopik. İmkansız.
Bu bir tercih meselesi. Matrix’i beraber izledik
yıllar önce. Orada Neo’yu hatırla. Hangi hapı alacağına sen kendin
karar vereceksin. Kırmızı veya mavi, karar senin kararın.
Peki ikisini de istiyorsan? Bence insan iki
kanatlı bir kuş, denge için ikisine birden ihtiyacı var: Hayale ve
gerçeğe.
Ayaklarin zincirlerle bağlıyken göklere
kanatlanamazsın!
Ben seni anlıyorum ama sen bunu çevrende kaç kişiye kabul
ettirebiliyorsun ki? Yanında sesli düşünebildiğin en yakın
dostların bile bir yerden sonra abartma diyor, hayatın akışına ters
kürek çekme diyor...
Sana senin de bildiğin bir meseli hatırlatayım. Köyün birinde,
suyundan içenlerin delirdiği bir kuyu vardır. Zamanla tüm köy
ahalisi o kuyunun suyunu içer ve köy bir deliler köyü olur, bir
kişi hariç. Sen işte o bir kişi olduğunu düşün. Delireceğini bile
bile o kuyudan suyu içecek misin?
Yalnız kalmamak için, fildişi kulede yalnız ölmemek için,
belki...
Yalnız kalacağına dair duyduğun endişeye katılmıyorum. Başka bir
boyuta kapı açmak bu, bu dünyanın sahte ve fani birlikteliklerinden
sıyrılıp, zaman ve mekân ötesi hakiki dostlukların dünyasına adım
atmak. Platon'un mağara alegorisini biliyorsun.
Gölgeler ve zincirler...
Evet, insanlığın durumu o değil mi? Hayatın rutini dediğimiz
şey, ayaklarımızda zincirler bağlıyken mağaranın duvarlarında
izlediğimiz gölgeler. Şimdi sen yalnız kalmamak için, diğer
insanlarla beraber o gölgeleri seyretmeye devam etmek için o
zincirlerden kurtulmaya çabalamazsan, ne kadar doğru bir iş yapmış
olursun?
Bilemiyorum...
Bak, Mevlana'nın şu enfes sözünü hatırlatarak bitireyim
sohbetimizi: "Kainatta insanların suyu aradıkları gibi, su
da insanları arar." Bu su da yukarıda anlattığım su gibi
delirten bir su ama bu başka bir delilik. Korkma. Sadece, suyun
seni bulacağı zamana dek kendini hazırla...