Duyduğumda kulaklarıma inanamadım.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay Kanal 7 televizyonunda
konuşmuş, KCK dahil bütün operasyonların bir koordinasyon içinde
planlı yapıldığını söylemiş.
Atalay’ın açıklaması aynen şöyle…
“Şu anda denildiği gibi bir
'görüşmedir, şudur, budur' öyle bir şey söz konusu değil. Tek yönlü
uyguladığımız entegre bir stratejimiz var devlet olarak. Sınır
ötesi operasyonlardan, KCK operasyonlarına hepsi koordinasyon içinde, tartışılmış,
kararlaştırılmış, planlanmış ve
yürütülmektedir''
Bu açıklama baltayı taşa vurmaktır.
Ne diyordu bugüne kadar hükümet yetkilileri, “KCK operasyonları
yargının insiyatifinde yürüyor, yürütmenin yargıya karışması
anayasaya aykırı, bağımsız yargı en doğru kararı verecek, dava
sonuçlarını beklemek zorundayız”
Şimdi ne diyor Başbakan Yardımcısı Atalay, “tartışılmış,
planlanmış, kararlaştırılmış” operasyonlar.
“Bunu zaten biliyoruz ne olacak” diyenler
olabilir. Hatta “devletin bekası için böyle bir proje
hayata geçirilemez mi?” sorusu da sorulabilir.
Bu soruya “evet” yanıtı verdiğimizde
“herkesin her şeyi bildiği ama bilmiyormuş gibi
yaptığı” yalan bir düzenin içinde buluruz kendimizi.
Terörle mücadelede, yasadışı yollara tevessül edilen ve bugün
hesabı soruluyor diye övündüğümüz, 1990’lara dönüldüğünü de kabul
etmemiz gerekir. Terörle yasalar çerçevesinde mücadele edilecek
sözü havada kalır. Dahası Atalay’ın bu sözleri yargı kararıyla
yapılan, Ergenekon, Balyoz gibi diğer operasyonlarla ilgili farklı
soru işaretlerini de beraberinde getirir…
Peki bunu Beşir Atalay bilmez mi?
Bilir elbette ama…
Bu durumda iki alternatif var, ya ağzından kaçırdı ya da
yanlışlık yaptı.
Ama söyledi bir kere.
Şu saatten sonra “KCK operasyonlarını açıklamamda
sehven kullandım” dese de işi zor…
...
Ya İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e ne
demeli?
Şahin bu kez İzmir’de konuştu, karakolda dayak meselesine girdi.
Hakkını yemeyelim, kadının ağzını burnunu dağıtan polisleri
korumadı ama medyanın yaptığı yayınlardan şikayet etti. Şikayet
ederken de öyle bir cümle kurdu ki; birkaç çamı ard arda devirdi
desek durumu tam anlatamayabiliriz.
"Tasvip etmediğimiz bu olayın şüphelilerine
hukukun emrettiği cezanın ötesinde bir ceza mı verelim? İzmir Konak
Meydanı'na bir darağacı kuralım da bu personeli darağacına asalım
mı?"
Buyurun buradan yakın.
Sayın Bakan size o polisleri asın diyen yok ama;
Doktorun işkenceyi gizlemeye yönelik raporu nasıl verdiğini,
Polis bilirkişilerinin dayak görüntülerini “arbede” diye
nitelendirmelerinin nedenini soran var. .
Savcının görüntülere rağmen polislere işkenceden dava açmayı
“iddialar soyut” diyerek reddettiğini, kadına altı buçuk yıl hapis
cezası isterken polislere basit yaralamadan 1.5 yılla dava
açılmasını sorguluyoruz elbette.
İki polis kadını döverken, camı pencereyi kontrol eden diğerinin
dava dosyasında isminin neden olmadığını sorgulamayalım mı?
Kimse kimsenin asılmasını istemiyor. Sadece yapanın, yaptığı
yanında kar kalmasın istiyor.
Ama bu çabayı, götürüp şehit annelerine dayandırmanız
yok mu.
Onların hakları ne olacak diye
sormanız?
Bu yaklaşım, 90’lı yıllarda Çiller’in, hükümetini ve terörle
mücadeleyi sorgulayan herkese kolayca kullandığı “vatan
haini” suçlamasını hatırlatıyor. Yasadışı faaliyetlerin
tartışılmasını engellemek için “vatan sevgisinden”
bahsetmesini…
O yılların üzerinden çok geçti ama belli ki “teşkilatını
korumak için” aynı yöntemi kullanan siyasetçilerin vakti
hala geçmedi.
twitter.com /yavuzoghan