İhsan Dağı'dan diplomatik bombardıman
Abone olZaman yazarı Dağı, hükümetin 'kan ve petrol içenleri' bölgeye davet ettiğini ima etti. Bu yazı 'diplomatik' lisanla çok ağır yazılmış.
İNTERNET HABER - Zaman
yazarı İhsan Dağı dışpolitikaya yönelik zehir zemberek yazılarına
yenisi ekledi. Bu kez 'incelikli' diplomasi lisanını kullanmış.
Hükümetin "kan ve petrol içenleri" bölgeye davet
ettiğini savunan Dağı, şunları yazmış;
-“Kan ve petrol içenler” bölgeye yeniden geliyorlar galiba. Gelip
Suriye’de Esed rejimini yıkacaklarmış. Gelsinler mi? Gelsinler
diyorsanız ve hatta onları çağırıyorsanız, ortaklık teklif
ediyorsanız, haftalardır Batı, ABD, Avrupa hakkında
saydırdıklarınızı unutmaya hazır mısınız? İlkeli, ‘değer’li
dediğiniz dış politika çizgisinin bu ‘ortaklık’la
‘değersiz’leştiğini söyleyenlere ne cevap
vereceksiniz?"
İşte Dağı'nın yazısından bölümler;
DOLDURUŞA
GELİRSENİZ...
"İşte böyle, dış politika zor iştir. Heyecana, dolduruşa gelmez.
Denetim dışı koca bir dünya vardır karşınızda ve sonu gelmez
olaylar, gelişmeler. Bir yandan güç, çıkar, hegemonya arayışı
vardır; öte yandan ahlak, değerler, ortaklıklar. Bazen kimlikler
belirleyici olur, bazen de kimlikler inşa edilir dış politika
üzerinden. Algılar yönetilir, algılar yaratılır... Vesselam zor
iştir.
İki faktör dış politika yapımını daha da zorlaştırır;
ideoloji ve iç politik hesaplar. İdeolojik bir
bakış dış politika tercihlerinde bulunurken ve öncelikleri
saptarken ‘körlük’ etkisi yaratır. Olguları,
aktörleri, gerçekleri olduğu gibi değil ‘ideoloji prizmanızdan’
kırıldığı gibi görürsünüz. Genel anlamda ‘yumuşak bir ideolojik
bakış’tan kaçış mümkün olmayabilir, ama olguları tahrif edecek
dozda bir ‘ideolojik’ duruş dış politikayı içinden
çıkılmaz bir hale getirir.
İDEOLOJİ İHRACININ
SONU
İdeolojiniz, ‘dünya tasavvuru’nuz doğrudur ve bunun ‘diğerleri’ tarafından da benimsenmesini istersiniz. Başka türlü ayakta kalamayacağınızı düşünürsünüz veya nüfuzunuzu yaymanın etkin yolu ideolojinizi ihraç etmek olarak görülür. Yapacağınız iş zor, fakat açıktır; dünyayı kafanızdaki tasavvura göre inşa etmek... Dolayısıyla dünyadaki statükoya meydan okursunuz, dünya sisteminin değerlerini, kurumlarını, süreç ve aktörlerini sorgularsınız.
‘İdeolojik’ dış politika izleyenler bunun ‘değerler’le ilgili
olduğunu söylerler hep; adil bir dünya düzeni kurulacak, sömürüye
son verilecek, kaynaklar adil paylaşılacak, devletler gerçek
anlamda eşit olacaktır...
İDEOLOJİK DEĞİL
HEGEMONİK
Ancak böylesi ‘revizyonist’ tutumunuzdan rahatsız olacaklar
vardır. Onlar izlenen politikanın aslında ‘ideolojik’ değil
‘hegemonik’ olduğunu ileri sürer ve direnirler. Bu, yanlış da
değildir. İdeolojik dış politika yönelimlerinin hedefi diğer
ülkelerin ‘rejimleri’dir; rejimler hedeflenir, değiştirilmeye
çalışılır. Sonuçta, ideolojik tasavvurlarla şekillenen dış
politikanın varacağı ilk durak çatışmadır. Sistemle, bölgeyle,
teker teker ülkelerle çatışma.
ÜTOPİK HAYALİN PEŞİNDE HEBA
EDİLDİ
Bunlar yapılırken ‘ideolojik körlük’ imkânlar ile hedefler
arasındaki maddi uçurumu görmeyi engeller. Ülkenin kaynakları
romantik, ütopik, ideolojik bir hayalin peşinde heba edilir.
Sürekli çatışma hali dış politikayı zorlaştıran bir başka noktaya
taşır bizi; iç politik mücadele. Dışarıda çatışan, çatıştıkça
yalnızlaşan, yalnızlaştıkça içeride de zayıflayan yönetimlerin dış
politikası yavaş yavaş ‘iç’e döner; ‘rejim ihracı’ politikası
yerini, içte ‘rejimi muhafaza’ arayışına bırakır.
KOMPLOCU ZİHNİYET VE CEBERUT
DEVLET
Çatıştığınız, değiştirmeye çalıştığınız dünya size komplolar kurmaktadır; dört yanınız düşmanlarla çevrilidir; düşmanlarınızın içeride işbirlikçileri vardır. Savrulduğunuz komplocu ve güvenlikçi zihniyetin varacağı yer otoriter bir siyaset, disiplinli bir toplum, ceberut, denetlenemez bir devlettir.
Böyle bir zihniyet için dış politika ve dış tehdit içi denetlemenin, siyasal muhalefeti susturmanın, toplumu disiplinize etmenin ‘işlevsel bir aracı’dır. ‘Dış’ politika aracılığıyla aslında ‘iç’ inşa edilmeye çalışılır.
AHLAKTAN SÖZ EDER
AMA...
Dolayısıyla ideolojilerden ilham alan dış politika hem dışarıyla
hem içeride çatışır. İlkeden, ahlaktan söz eder ama söz ettiği
sadece ‘öz haklılık’tır. Hangi ‘tasavvur’ adına hareket ederse
etsin etrafında herkesle kavga eden bir ülkeye ne demokrasi ne de
özgürlük gelir. Kavga ve çatışmanın sonu kabartılmış bir ‘tehdit
algısı’dır. Sürekli kendini tehdit altında gören, herkesin tuzaklar
hazırladığını sanan bir rejim için ‘demokrasi, hukuk ve özgürlük’
öncelikli konular değildir.
Velhasıl, dış politikayı dünya ile çatışmanın veya içi inşa etmenin bir aracı haline getirmeden yürütmenin bir yolunu bulsak, belki bölgeye ‘kan ve petrol içenleri’ çağırmak zorunda kalmayız.