Kapitalizmin zemin hazırladığı ve basına da yansıyan güce dayalı
pervasız talan, ekonomik hayatın neredeyse her alanını kuşatmış
durumda.
Bu talan ekonomisine şimdilerde ekonomik istikrar ya da ekonomik
büyüme adı veriliyor!
En azından halkın belli bir kesiminde takiyye yoluyla yaratılan
algı bu.
Uyuşmuş beyinlerin, muhakeme yetisi elinden alınmış kitlelerin
böylesi kokuşmuş ortamdan rahatsız olmamalarına bakacak olursak bu
çirkin gidişatın bir süre daha devam edebileceği sonucunu
çıkarabiliriz.
Lakin kalıcı ya da uzun soluklu olması mümkün değildir.
Aklıselim geç de olsa galip gelecek ve bu utanç dönemi sona
erecektir.
***
Kazanmaya giden tek yolun çalışmak olduğu telkinleriyle büyüdük.
Kazancı kalıcı kılan ise dürüstlüktü. Gerek ailede gerekse çağdaş
cumhuriyetin eğitim kurumlarında kazancı taçlandıracak şeyin vergi
olduğuna da vurgu yapılıyordu.
Paylaşmak ise mutlu toplumun inşası için olmazsa
olmazlardandı.
Öyle miydi gerçekten, yoksa büyük bir yanılgı mıydı bu?
Başbakan danışmanlarından Yiğit Bulut’un da vurgu yaptığı gibi
1933 yılından 2003’e kadar Türk Milletinin izlediği paylaşımcı
toplum modeli hata mıydı?
Yeni nesil paylaşımcılık yerine Yiğit Bulut’un belirttiği gibi
paranın izini sürme öğretisiyle mi şekillenmeliydi?
Elbette hayır.
Bu yolla olsa olsa paranın kölesi haline getirilmiş sömürüye
açık bir toplum zuhur eder ki; kapitalizmin hedeflediği toplum
modeli tam olarak böyle bir toplumdur!
Toplumun sağlıklı gelişmesi ve ilerlemesi, çalışkan, paylaşımcı
ve dürüst nesiller yetiştirmekle mümkündür. Nitelikli liderler de
ancak dürüst bireylerden oluşan paylaşımcı ruh ile şekillenmiş
toplumlardan çıkabilir.
Aksi halde kerameti kendinden menkul önerileriyle gönüllü
köleliği tavsiye eden bir takım isimlerin yağma ortamını daha da
derinleştirmelerine fırsat verilmiş olacaktır.
***
11 Senelik AKP iktidarı ile Cumhuriyet Tarihinin yozlaşma rekoru
kırılırken inanç perdesi ile Türk Milleti adeta uyutuldu.
Ana muhalefet başta olmak üzere tüm muhalif çevrelerin yıllardır
süregelen iddialarına ısrarla kulak tıkanıldı. Oysa iktidar cemaat
savaşı ile başlayan süreç o iddiaları bile gölgede bırakacak
boyutlarda kokuşmuşluğun yaşandığına işaret etmekte.
Sızmalarla devlet kurumlarının işgal edildiği söylemleri kısa
süre öncesine kadar mesnetsiz iddialar olarak yalanlanıyordu!
Resim netleştikçe Türkiye Cumhuriyeti’nin ne derece devlet
ciddiyetinden uzaklaştırıldığı ve bir takım oluşumların tahakkümü
altına alındığı görülmeye başladı.
Geldiğimiz noktadan resme bakarak; “kurum ve kuruluşlarıyla
devlet işgal edilmiştir” diyen birine aksini nasıl
savunabileceksiniz?
Başbakan cemaat eleştirilerine cevaben;
“Eğer cemaat olarak değerlendirilecekse, cemaatin mensupları, en
ileri gelenleri bugüne kadar bizden ne talep ettiler de geri
çevirdik.Tayyip Erdoğan’a ne getirdiler de Tayyip Erdoğan geri
gönderdi?”
Demesi bile karşılıklı alışverişin itirafı değil midir?
Neye karşılık ne verilmiştir?
Devlet iktidarda bulunan siyasal parti aracılığıyla siyasi rant
elde etmek için birilerinin çıkarlarına hizmet eden yapıya
dönüşmüşse vay halimize!
Yazımın ikinci bölümünde çalışmaktan bahsederken emeğe ve
paylaşıma dikkat çekmeye çalışmıştım.
Emek üretimin, üretim kazancın kapısını açar.
Kazanmak için dünyanın hiçbir yerinde tasvip edilmeyen başka
yollar da var elbet;
Hak etmeden elde etmek, sahip olmak…
Bunun için ne fabrikalara, ne istihdama ve ne de üretime ihtiyaç
duyulur. Ya mafyavari kaba kuvvet ya da ideolojik yatırımla devlet
gücünü ele geçirip dolaylı baskı, rüşvet, şantaj ve tehdit ile elde
edilebilen kazanç…
Bu yolla servetine servet katan siyasetçi, bürokrat ve bazı
cemaat faaliyetlerinde fiilen yer almış köşe dönücüler sıcak para
trafiğini de kontrolleri altında tutmaktalar.
Köşe dönücülüğün böylesine yaygınlaştığı ve daha vahimi
kanıksandığı bir ortamda herkesin aklı karışmışken yeni nesle
dürüstlüğü, çalışkanlığı, paylaşımcılığı anlatabilmenin bir yolu
var mı?
Kanımca; talan ve yağma siyaseti cezalandırılmadığı sürece
yok.