İçişleri Bakanı'ndan HDP'li Bakan'a Demirtaş ricası!
Abone olHDP'li Bakan, İçişleri Bakanı Selami Altınok'un Demirtaş'ın Cizre'ye gitmemesi için kendisini ikna etmesini istediğini söyledi.
Avrupa Birliği Bakanı Ali Haydar Konca, HDP'nin Cizre
yürüyüşü öncesi, İçişleri Bakanı Selami Altınok ile görüşerek,
bölgeye arabulucu olarak gitmek istediklerini ancak bakan
tarafından bu önerinin kabul görmediğini ve bakanın "Operasyonlar
yapılacaktır" dediğini aktardı. Konca, ayrıca bakanın Cizre'ye
gitmeden önce kendisini aradığını ve Selahattin Demirtaş'ın oraya
gitmemesi için kendisini ikna etmesini istediğini
söyledi.
“Cizre'de olanlar halkın topyekun cezalandırılmasıdır” diyen
Avrupa Birliği Bakanı Konca, Kültür Bakanı Yalçın Topçu'nun “ya
istifa etsinler ya azledilsinler” sözleri için, “Başbakan'ın da
kendisine 'yanlış yaptın' demesini beklerim” dedi.
Konca, Cumhuriyet’ten Selin Ongun’a verdiği röportaj şöyle:
- Bakanlar Kurulu şimdiye dek bir kez toplandı. Kabine
üyelerinden daha önce tanıştığınız isimler var mıydı?
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Fikri Işık'ı Kocaeli'nden
tanıyordum. Masada sağ ve sol yanınızda oturan bakanlarla
doğallıkla el sıkışarak tanışıyorsunuz zaten. Genel tanışma ortamı
şöyle gerçekleşti. Sayın Başbakan herkesin elini hızlıca tek tek
sıktı. Ayrıca herkes sırayla kısaca özgeçmişinden bahsederek,
kendini tanıttı. Kimin hangi alanlardan geldiğini böylece öğrendik.
Sonrasında kabinenin belirli bir gündemi oluyor elbette, o gündem
temelinde görüşüldü.
'GAYET OLUMLUYDU'
- Çıkışta neler hissettiniz, nasıl bir başlangıçtı sizin
için?
Sağlıklı siyasi ilişkilerin beşeri ilişkiler üzerine
kurulabileceğine inanıyorum. Bu anlamda ilk toplantıda da Sayın
Başbakan'dan ya da diğer bakanlardan beşeri anlamda hiçbir soğukluk
vb. bir his almadım. Samimiyetle söyleyeyim; gayet olumlu bir
atmosferdi. Hatta basına açıklama yapılmadan önce Sayın Başbakan'a
hitaben 1 Eylül'ün Dünya Barış Günü olduğunu, Türkiye'deki çatışma
sürecinin bütün toplumu üzdüğünü, barışın yeniden oluşturulması
bağlamında bir açıklama yapmanın yatıştırıcı ve iyi olacağını
düşündüğümü ve bunda ısrar ettiğimi söyledim. Anımsayacaksınız,
Sayın Numan Kurtulmuş tarafından da o paralelde bir açıklama
yapıldı. Bu, başlangıç olarak benim için iyiydi.
'KÜLTÜR BAKANI İŞİYLE MEŞGUL OLSUN'
- Kültür Bakanı Yalçın Topçu'nun Cizre ziyaretiniz
nedeniyle size ve Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan'a yönelik “ya istifa
etsinler ya azledilsinler” sözlerini duyduğunuzda aklınızdan ne
geçti?
Bizim, Kalkınma Bakanı Müslüm Doğan ile birlikte, bu hükümette yer
almamız anayasal bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Ben bu duruma
“zorunlu sorumluluk” diyorum. Bakanlık görevini bize kimse bir
lütuf olarak vermedi, anayasa verdi. Biz de görevimizi ülke
yararları ve vicdani sorumluluğumuz doğrultusunda yerine getirmeye
çabalıyoruz. Üstelik seçilmiş bir kişi olmayan, atanmış bir kişi
olarak Sayın Kültür Bakanı'nın durumdan vazife çıkararak,
“ahlaklılarsa istifa etsinler ya da azledilsinler” gibi bir söz
söylemesi ne haddidir ne de hakkıdır. Bunu şiddetle kınarım,
açıkçası o seviyeye düşmeyi de istemiyorum. Sayın Kültür Bakanı
kendi işiyle meşgul olsun, kendisini değerlendirsin ve yer aldığı
bakanlığın görevlerini yapmaya çalışsın. Bizim nasıl görev
yapacağımıza ve neden Cizre'ye gittiğimize onun karar verme yetkisi
yoktur. Kendisinin sözleri tek kelime ile abesle iştigal etmiştir.
Kaldı ki çok acı bir süreç yaşıyoruz. Bu bağlamda yaşanan süreci
ayrıntılı olarak anlatmakta fayda görüyorum.
- Buyurunuz...
İdarecilikten geldiğim için özellikle güvenlik bağlamlı yönetimin
çok hassas olduğunu biliyorum. Bir devlet kendisi dışında silahlı
bir güç var ise ona karşı elbette güvenliği sağlayacaktır, gerekli
önemleri alacaktır. Orada tartışılacak bir konu yok. Ancak devlet
bunu yaparken çok ilkeli, şeffaf ve açık olmalıdır. Başka bir ifade
ile hukuk kuralları dışına çıkmamalı, taşmamalıdır. Bu süreçte
yaptığım görüşmelerde Sayın İçişleri Bakanı'na da Şırnak Valisi'ne
de bir cezalandırma gibi topyekün sokağa çıkma yasağının ve o
görüntülerin Türkiye için hayırlı olmayacağını, bölgede de sıkıntı
yaratacağını, konunun beşeri ilişkilerle çözümünün doğru olacağını
söyledim.
- Cizre'ye gitmenizden önce mi oluyor bu
konuşmalar?
Evet, Cizre'ye gitmemizden önce Sayın İçişleri Bakanı beni aradı.
“Selahattin Bey'in Cizre'ye gideceğini duyduklarını, şu aşamada
oraya gitmenin iyi olmayacağını, operasyonlar nedeniyle güvenlik
riski olduğunu” söyledi. Bakanlar Kurulu'nda birlikte olmaktan
kaynaklanan meslektaşlıkla da devreye girmemi, bir nevi aracı olup
Selahattin Bey'i ikna etmemi istedi.
- Siz ne dediniz?
Şu ikisini hayata geçirelim, önerisinde bulundum. 1) Biz oraya
gittiğimizde sokağa çıkma yasağı kaldırılmış olsun, bizler de
vatandaşları teskin edelim, dinleyelim. 2) Bu olmayacak ise aracı
olarak gidelim, bu işi çözmeye çalışalım dedim. Kabul görmedi,
ertesi gün yola çıktık.
- Nasıl kabul görmedi?
Bizim grup olarak gidip taraflar arasında arabulucu olmamızı kabul
etmedi Sayın Bakan. Operasyonlar yapılacaktır, dedi. Bunun üzerine
Cizre seyahatimiz başlamış oldu.
- Geçişinize izin verilmedi. Arabalardan indiniz, arazide
yürümeye başladınız. O anlarda neler hissettiniz?
Evet, arazide altı-yedi kilometre yürüdük. İşin doğrusu yürüyüşte
en arkalarda kaldım; daha önce kalp krizi geçirdiğim için stent
ameliyatım var. Bakan olmuşsunuz, milletvekili olmuşsunuz, halk
sizi seçmiş; fark etmiyor. Muamele aynı. Önümde yürüyen insanlara
bakıyorum; milletvekili, eşbaşkan, bakan, insanlar hep birlikte
yürüyor. Amacınız, sıkıntıyı, acıyı dindirmek. Ülkem adına çok
büyük üzüntü duydum. Tekrar edeceğim, hiçbir devlet karşısında bir
silahlı güç varsa seyirci kalmaz. Bu çok açık. Ama devlet, bunu
yaparken halkının güvenliği için her türlü önlemi alır. Devletin
istihbarat birimleri yok mudur; hangi evde, kimde hangi silahlar
var ise orayı kuşatırsınız, deyim yerindeyse, dalından armut
koparır gibi sorunu çözersiniz. Diğer yandan size sormazlar mı; o
silahlar oraya nasıl geldi? Niye tedbir almadın? Bizi can güvenliği
nedeniyle Cizre'ye sokmadıklarını söylediler. Bu insanlar can
güvenliği için evlerine hapsedildi ise, öyle can güvenliği olmaz
olsun, 23 kişi öldü. Perişan oldu insanlar. Cizre'de olanlar halkın
topyekun cezalandırılmasıdır. Cizre'nin bütünü örgüt olarak mütalaa
ediliyorsa söylenecek söz kalmıyor. Bunları düşündüm.
- Başbakan'la özel bir temasınız oldu mu o
arada?
Hayır, Cizre yürüyüşüne başlamadan önce Sayın Başbakan Yardımcısı
Numan Kurtulmuş'u aradım. Kendisiyle iki uzun konuşmamız oldu. Ona
da aynı şeyi söyledim. Burada yapılan uygulamanın hukuk ve insan
haklarıyla alakası olmadığını, toplumda büyük kırgınlığa, duygusal
kopuşlara yol açabileceğini dolayısıyla bunun Türkiye'nin geleceği
açısından iyi bir yol olmadığını söyledim. Konuşun, tartışın, biz
bir heyet oluşturalım, o heyet Cizre'ye gitsin, ikna yoluyla bu işi
çözmenin çaresini bulalım, dedim.
- Numan Kurtulmuş, nasıl yanıtladı?
Sayın Kurtulmuş açıkçası olumsuz bakmadı ama oradan da olumlu bir
çözüm üretilmedi. Kendisi konuyu konuşup geri döneceğini söyledi ve
geri döndü. İçişleri Bakanı ile arayacaklarını söyledi. İçişleri
Bakanı da Kalkınma Bakanı Müslüm Bey'i aradı. “Eğer ille de gitmek
istiyorsanız, iki bakan gidebilirsiniz” şeklinde bir beyanı olmuş
Müslüm Bey'e. Onu da biz kabul etmedik.
- Neden etmediniz?
Biz sonuç itibariyle Cizre'yi bilmeyiz, yanımızda yörenin vekilleri
var, onlarla birlikte heyet olarak gidelim ki, sağlıklı temaslar
kurulabilsin diye düşündük. O nedenle İçişleri Bakanı'nın bu
önerisinin doğru olmadığını, bir heyetle gitmemiz gerektiği
konusunda Numan Bey'i tekrar aradım. Görüşüp, bize tekrar
döneceğini söyledi. İkinci kez dönmedi Numan Bey.
- Bu heyet kabul görseydi YDG-H'lılarla mı
görüşecekti?
Oradaki silahlı gençleri ikna etmek için bir kanal, bir formül
arayacaktı heyet. En azından yeni ölümler olmadan bir çözüm
üretmekti niyet.
'AMBULANSLARIN DAHİ TARANDIĞI BİLGİSİ VAR'
- Bakanlar Kurulu'nda söze nereden
başlayacaksınız?
Tabii Bakanlar Kurulu'nun bir gündemi vardır. Sayın Başbakan ile
hiç görüşmediğimiz için, toplantının uygun bir aşamasında konuyu
açacağım. Cizre'deki olayların yüzünün gösterildiği gibi
olmadığını, gerçekte oradan yaşanan trajediyi anlatacağız. Cizre
konusunu kesinlikle gündeme getireceğiz. Orada ölenlerin yaşlarına
baktığınızda bir buçuk yaşında çocuk da var, 12 yaşında çocuk da.
50, 60, 75 yaşında insanlar da var ölenler arasında. Bütün bu
insanları örgüt militanı olarak nasıl kabul edebiliriz? Kim inanır
buna? O dokuz gün içerisinde çok büyük sıkıntı çekti insanlar. Bu
yasak, topyekun bir cezalandırmadır, dize getirmedir. İradelerini
kırmadır. Elektrik yok, su yok, cenazesini alamıyor. Hastası var,
hastaneye gidemiyor. Hastanede bir doktor var. Ambulansların bile
silahla tarandığına dair bize ulaşan bilgiler var.
- Kaynağı nedir bu ambülans meselesinin?
Telefonla bildirilen, vatandaşın söylediği bilgilerdir. Sayın
Başbakan'a hukuk devleti ve insan hakları konusunda ödünsüz
olacağımızı, bunun ülkeye ve ulusa düşmanlık değil aksine ülkemizin
geleceği için gerekli olduğunu söyleyeceğiz. Yanı sıra, Kültür
Bakanı'nın bize yönelik açıklamasıyla hakkını ve haddini aştığını,
Sayın Başbakan'ın buna en azından bir uyarı yapması gerektiğini
ifade edeceğiz.
- Son demecinden sonra Kültür Bakanı'yla ilk kez yüz yüze
geleceksiniz...
Bence o arkadaşın özür dilemesi gerekir, yapması gereken odur.
Başbakan'ın da kendisine “yanlış yaptın” demesini beklerim.
Demezlerse de yapacak bir şey yok, zorunlu sorumluluğumuzu yerine
getirmeye devam edeceğiz. Masada oturacağız.
- Kültür Bakanı'nın sözlerinden sonra kabine üyelerinden
sizi arayıp, bu açıklamanın uygun olmadığını ifade edebilecek bir
refleks aldınız mı?
Maalesef. İşin açıkçası, bekledim bunu. En azından belki Sayın
Başbakan arar, “doğru bir beyan olmamıştır” der diye umut ettim.
Ama maalesef ne Sayın Başbakan'dan ya da diğer kabine üyelerinden
olumlu ya da olumsuz, yüz yüze ya da telefonla hiçbir tepki
almadım.
- HDP binalarına yönelik saldırılar ve yangınlardan sonra
kabine üyelerinden geçmiş olsun mesajı aldınız mı?
Maalesef almadım. Ne yazık ki bu da Türkiye'de demokrasi çıtasının
ne kadar düşük olduğunun göstergesi.
- Bölgedeki valilerle de görüştünüz. “Merkezin kararlarını
uyguluyoruz, sokağa çıkma yasaklarından bizim de canımız yanıyor”
diyen valilerimiz var mı?
Ben öyle bir şey duymadım. Öyle düşünse bile idareciler bunu kolay
kolay söylemez. İdare daima iktidarın elinde ve bükülmeye müsait
bir organdır. Fakat inanınız yolda bizi engelleyen polis, arama
yapan asker, jandarma herkes şunu söylüyor: Bu iş, iş değil, bu
gidiş, gidiş değil. Bunu diyen çok oluyor. Onlar (kolluk
kuvvetleri), idarecilere göre duygularını biraz daha rahat dile
getirebiliyorlar. Çatışmasızlık ortamı, insanlarda bir umut
yaratmıştı. Tam da çözümün bir noktaya ulaşacağı anda, masanın
devrilmesi ile başlayan süreç, 7 Haziran sonrası yaşananları
irdelediğinizde bir elin belirli hesaplarla ortalığı karıştırdığı
çok meydanda. İnsanlar bunu görüyor. Kanaatime göre şu da enteresan
bir anekdot. Canlı kalkan eylemini incelemek için Lice'ye
gittiğimde, o zaman milletvekiliydim, polisler bizi
engellendiğinde, “vurmaya, kırmaya değil, olabilecekleri önlemeye
gidiyoruz” diye kendimizi anlattığımızda gayet anlayışla
karşıladılar. “Emir alıyoruz, emirleri uyguluyoruz. Siz iktidara
gelin, emredin sizin dediğinizi yapalım” demişlerdi. Bu da
ilginçti.
- Tam burada Cumhuriyet'in haberini soralım. Cumhuriyet,
Şırnak Valiliği’nin operasyondan 2 hafta önce İçişleri Bakanlığı’na
gönderdiği bir yazıya ulaştı. Şırnak Valisi, bir orduyu donatacak
malzeme istemiş: “42 Kobra, 20 silahlı Ejder, 170 Shortlan, 50
TOMA, 20 silahlı/zırhlı kepçe, 1 helikopter, 3 İHA, 60 zırhlı Ford
Ranger, 2 bin polis daha gönderin.” Nasıl
değerlendirdiniz?
Çok korkunç bir şey, tahmin ediyorduk ama bu kadar ayrıntısını
bilmiyorduk. Bu bir savaş ilanı halidir, o kadar silahla ne yapılır
Allah aşkına? Sonuç itibari ile 120 bin nüfuslu bir ilçeden
bahsediyoruz. O kadar ağır, büyük silahlarla kime karşı, hangi
cephede karşılık verilir? Açık söyleyeyim ben ürktüm. İyi ki de
temin edilememiş, gönderilememiş. Yoksa ilçenin hepsi yerle bir
edilebilirdi.
- Sizin Şırnak Valisi ile temaslarınız
oldu...
Çok oldu. İdarecilik hem soğukkanlılık hem feraset gerektiren bir
şey, yönettiğiniz yörede insanların temel hak ve ihtiyaçlarını
korumayı gerektirir. Kendisine, Sayın Vali siz bu krizi
yönetemiyorsunuz, dedim. Son söylediğim söz bu oldu.
- Sağlık Bakanı ile de temasınız olmuş, değil
mi?
Evet, bir kısım cenazelerin morga kaldırılması ve yaralıların
hastaneye nakli için Sağlık Bakanı'yla görüşmemiz oldu.
- Nasıl bir mesai oldu aranızda?
Sayın Bakan'ın danışmanıyla daha çok muhatap oldum. Sayın danışman
kendisi de hekim, hekimlik yemininin gereğini yapma konusunda çaba
içinde oldu. Tabii onu aşan haller de oldu, o ayrı konu.
- Niçin Bakan'la değil de danışmanı ile daha çok
görüştünüz?
Sayın Bakan o günlerde İstanbul'daydı, kendisine telefonla
ulaşamadığım için, ikinci telefonunu aradım. Ona da danışmanı
çıktı. O arada Bakan Bey'le de görüştüm. Bakan'ın da ilk etaptaki
hali gayet olumluydu. Talimat vereceğini, ilgileneceğini söyledi.
Takibinde ise “operasyonlar var” gibi tutumları oldu.
- Gelelim hepimizi ilgilendiren o soruya. Öyle bir yerdeyiz
ki, şehit cenazeleri birbirini takip ediyor. Cizreli Cemile'nin
cenazesi derin dondurucuda bekletiliyor. Yine Cizre'den 74
yaşındaki Mehmet Amca'nın cesedi sabaha dek vurulduğu kaldırımda
kalıyor. İbrahim Çay'ı komşuları linç ediyor, zorla Atatürk büstünü
öptürüyor. Can yakan örnekleri çoğaltmak mümkün. Soru açık: Böyle
bir ortamda Bakanlar Kurulu üyeleri masaya AK Parti'li, HDP'li gibi
değil “sadece insan” olarak oturabilir mi? Şimdilik bakanlık
makamına dair ne öğrendiniz?
İnanınız şu çatışma dursun, çocuklarımız, insanlarımız ölmesin,
ağlamasın, ağıt yakmasın. Başka hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey
istemiyorum, arkadaşım. Milletvekilliği de istemiyorum, bakanlıkta
da gözüm, gönlüm yok. Tek ki gözyaşlarımız dinsin. Türkiye'de
şimdiye dek olmayan şeylere tanığız. Komşu komşunun dükkanını
yakıyor, batıdan doğuya giden otobüsler çevrilip sorgulanıyor.
İnsanlarımızın her gün, her an yeni acılar yaşıyor. Evet, insan
olarak siyaset mümkün olmalıdır. Onun mümkün olmadığı hal
insanlığın bittiği haldir. İnsanlığın bittiği hal ise cinnet
halidir. Özellikle tepedeki yöneticilerimizin Sayın Başbakan ve
Sayın Cumhurbaşkanı'na düşen ilk görev silahların susmasını
sağlamaktır.
- 1 Eylül'deki Bakanlar Kurulu'nda “şiddet ortamı neden
geri geldi” sorusu konuşuldu mu?
O konu Sayın Başbakan'ın sunumu şeklinde ele alındı. Onda da şöyle
izah ediliyor: Suruç'u yapanlar da dış güçler, polislerin
öldürülmesi fitil oldu, şu anda IŞİD, PKK ve DHKP-C hepsi bir
sepette, bir torba yasa mantığıyla, çatışmaların nedeni.
- Yaşananlarla ilgili olarak sizinle temasa geçen AB
temsilcileri oldu mu?
Hayır, ilk geldiğimde AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası
Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile görüştük, o da bir nezaket
görüşmesiydi. Bizi Brüksel'e davet etti. Brüksel programımızı
planlıyoruz.
- AB Bakanlığı'nın yetkilerinin sınırlandığı, sizin de
yurtdışına çıkışınızın kısıtlandığına dair haberler çıktı. Bunlar
gerçeği yansıtıyor mu?
Mevzu şöyle: Yurtdışına çıkışlarla alakalı bir genelge geldi. Alt
kademelerdeki personelin yurtdışına çıkışlarının bir kısmı
Başbakanlık'ın iznine bağlanıyor. Bakanlar zaten yurtdışına
çıkarken yerlerine yapılacak atama için Başbakanlık'a bilgi verir.
Genelgede böyle bir yazılı içerik olmasa da bunun yapılması bir
teamüldür. Avrupa Birliği Bakanı yurtdışına çıkmayacak, böyle bir
şey olabilir mi? İlgili genelgede böyle bir şey yok. Yurtdışı
ziyaretimiz olduğunda teamül gereği olarak Başbakanlık'a
programımızı bildireceğiz. “Hayır gitme” denirse, bu bir skandal
olur. Böyle bir şey beklemiyorum.