Acele yaşıyoruz acele
Ne yaptığımızdan tam tat alıyor, ne yaptığımızı tam anlayıp,
hissederek yapıyoruz.
Yaşıyoruz işte.
Öyle ya da böyle geçen zamanın rüzgârına kapılmış
olarak; kendi yaşam yolculuğumuzu tüketmeye
çalışıyoruz.
Oysa tüketmek olmamalı amaç, yaşadıkça daha çok yaşamayı
ama adam gibi yürekli ve olabildiğince arınmış içsel bir yaşamı
arzulamalıyız mesela.
Yani; yarım bıraktıklarımızın pişmanlıklarını içimizde
bir yere saklamaktansa yarım yaşamamak gerek; ne zaman biteceğini
bilmediğimiz yaşamı…
Yarım yaşayarak kendimizi yarımlaştırmamak gerek işin
özü.
Dibine kadar keyif alacak bir yaşamı yaşamak varken, onun
şurası, bunun burası ya da o şunu istemez, bu şunu beğenmez gibi
binlerce bahanenin yükünü taşır dururuz.
Hepsini de kendimize uydururuz.
Uydurmak, uydurarak kabullenmek işimize gelir
çünkü.
Kendimize en büyük yanlışımız; kendimizizdir
aslında.
İnsani hırslara yeniğizdir o yüzden çoğumuz.
Kabul etmek işimize gelmese bile günlük
koşuşturmacalarımıza sakladığımız gizemli hırslarımızın
kurbanlarıyız çoğumuz.
Herkese “Günü yaşa çünkü ömür çok kısa,” derken bile
laftadır üstümüze yakışmayan bilgeliğimiz.
Çünkü deriz ama yapmayız ki.
Deriz ama yine içimizde sakladığımız kişisel
hırslarımızı; gizemli ahlaksızlıklarımızla besler
dururuz.
Zordur o yüzden huzur ve mutluluk.
Zordur o yüzden etrafımızdaki sahte oyuncaklardan
kurtulup kendi içimizi, yürek sesimizi dinlemek.
Hele hele o yürek sesine kulak verip, tüm yaşantımızı
yönlendirmek.
O yüzden yarım yaşayarak kendimizi de yarımlaştırırız;
kendimize ne yaptığımızı bilmezliğimizle…
Para değilse makam, makam değilse para ya da ölçüsüz mal mülk
sarmıştır beynimizin hiç girilmeyen, hiç kimse tarafından
keşfedilmeyen en ücra köşelerini.
Sahte güler yüzlerimizin arkasına sakladığımız sahte
kişiliklerimizle doğrularımız şaşmıştır. Üstelik doğru sanırken
kendimizi…
Sandığımız içinde yürekli, en önemlisi de vicdanlı insanlar
olmayı unutmuşuzdur.
O yüzden bencilizdir.
Ve bencilliğimizi kendimizden bile saklamak istercesine ömrümüzü
başkalarına adamışlığımız bahanelerine sığınırız.
Kendimiz kendimizden saklarız yani.
Sakladığımızdan hiç utanmadan…
O yüzden insanlığımız; ruhumuzun kimselerin bilmediği hatta
kendimizin bile nerede olduğunu bilmediğimiz kayıp çöllerinde susuz
ve yalnız kalmıştır.
Çünkü yaşam can sularımız; herkesten sakladığımız
yüzsüzlüğümüzün gizemli gözyaşlarıdır.
Karşımızdakinden merhamet dileyen, lütuf bekleyen ve ilgiye aç
gözyaşlarımızdır.
Aslına bakarsanız bizden, daha doğrusu içimizden kaçan
kimsesiz gözyaşlarımızdır.
İşte bu kimsesizliktir zaten sevdalarımızı da yok eden.
Kendimizi başkalarından çok sevmelerimiz gibi.
Saçma salak yaşamlara marifetmiş gibi bodoslama dalmalarımızda
işte bu kimsesizliğimizdir. Kim bilir belki de ruhumuzun
yalnızlıktan sıkılmasıdır ya da.