İcazetli gazete yazarlarının profili
Abone ol"İcazetli gazete yazarlığının dayanılmaz ağırlığı" üzerine bir yazı yazan Sabah yazarı Mehmet Barlas, bu tür yazarlar ile okuyucu arasındaki olası polemikleri analiz etmiş.
Barlas'a göre, bu tür yazarların eli kolu bağlıdır. Çünkü
yazmadan önce, doğabilecek sıkıntılar üzerinde sıkıntıya girerler.
Lafı uzatmadan Barlas'a bırakalım...
İcazetli gazete yazarlığının dayanılmaz ağırlığı üzerine...
Dünyanın en zor işlerinden biri de "İcazetli" olmaktır.
Her davranışınızı, her düşüncenizi ve her sözünüzü, birilerinden
alacağınız onaya endekslemektir "İcazetli"lik.
Bizim gazete yazarlığı mesleğinde icazetli olmayı meslek ilkesi
olarak seçtiyseniz, elinizi kolunuzu bağlarsınız.
Diyelim ki, AB konusunda, Kopenhag Kriterleri hakkında
yazacaksınız, sivil ve çoğulcu demokrasinin erdemlerini
yorumlayacaksınız.
Hemen bir düşünür ve içinizden "Bu yazacaklarıma kimler kızar
acaba" diye listeler yaparsınız içinizden.
Ya askerler kızarsa?
Ya ulusalcılar sinirlenirse?. Tabii ki, icazete endekslenen
konular, sadece sivil demokrasi ile sınırlı değildir. İcazet almak
için susta durduğunuz kesimler de sadece "Derin Devlet" olgusundan
bulunmaz.
Örneğin okurlara, "Makul Çoğunluk" diye nitelenen gürültücü
azınlığa, başı örtülülere, başı açıklara, sendikacılara,
patronlara, iktidar ve bunlar gibi sayısız kesimlere, icazetle
bağımlı olabilirsiniz.
Tayyip Erdoğan'ın başarılarından birini yazarsanız, ertesi gün size
"Yalaka" diyecekleri endişesi kaplar içinizi.
Tayyip Erdoğan'ın yanlışlarını eleştirince, onun yandaşlarının "Sen
de hiç demokrat değilmişsin" şeklindeki tepkilerinin geleceğini
bilirsiniz.
"Güneydoğu Sorunu" mayınlı bir alandır kesinlikle.
Ya Türkler'i, ya Kürtler'i kızdırabilirsiniz. Çocukluğunuzdan
başlayarak kişiliğinizi oluşturan temel kültürünüzde "Tek Başına
Olabilmek" bilgisi zaten yoktur.
Ya mahallenizdeki arkadaşlarınızla, ya da aynı ideolojiye mensup
yoldaş veya ülküdaşlarınızla olmayı, bir hayat tarzı olarak
benimsemişsinizdir.
Önemli olan, doğru bulduğunuzu seslendirip, özgür ve özerk
davranabilmek değildir ki.
Önemli olan kendi çevrenizle aynı şeyleri söyleyip yapmak ve
"Sürüden ayrı düşmemek"tir.
Bütün bu takıntılarla, yurttaki ve dünyadaki değişimi ıskalamaya
başlarsınız.
Örneğin Turgut Özal'ın 1980'lerde başlattığı yeniden yapılanmayı,
çevrenizi kızdırmak endişesiyle görmezden geldiğiniz için, şimdi
Türkiye'nin 150 milyar dolarlık dış ticaret hacmine nasıl
ulaştığını bir türlü anlayamazsınız. İçinizden hep "Bu rakamlar
olsa olsa hayalidir" diye geçirirsiniz.
28 Şubat'ın kokuşmuşluklarını, beceriksizliklerini,
hukuksuzluklarını, ekonomik krizlerini izlemek yerine, 10'uncu Yıl
Marşı söyleyerek vakit geçirdiğiniz için, AK Parti'nin tek başına
iktidar olmasını, "Şeriat Tehlikesi"nin kapımızı çalması, diye
algılarsınız.
Yüzünüze çarpan gerçekler gözünüzü çıkaracak noktaya gelse bile,
icazetle bağımlı olduğunuz çevreden veya cemaatten ayrı düşmemek
için, ya susarsınız, ya da bu gerçeklerden kaçarsınız.
Sonunda şiirdeki gibi "Suya dokunmazmış/Sabuna dokunmazmış/Pise
bak" durumuna düşersiniz.
Elinizin pisliğini anlamadığınız konulara bulaştırmayı da,
"İlkelilik" diye sunarsınız.
Yazı: Mehmet Barlas
Kaynak: