Hz. Muhammed CEO'ydu
Abone olCEO çoğumuz için yeni bir kavram. Pek çok kavram gibi CEO'nun da Türkçe karşılığını bulamadık. Oysa CEO'luk Hz. Muhammed'e dayanan eski bir kurum. Nasıl mı?
Eyüp Can'ın Referans Gazetesi'ndeki 'Hz. Muhammed bir CEO
muydu?' başlıklı köşe yazısı: İstihdam ve yatırımın teşvik edildiği
Cuma hutbeleri Türkiye”de kalkınmanın kaynağı olabilir mi?” soruma
bir birinden ilginç cevaplar aldım. Bir çok okur, TOBB Başkanı
Rifat Hisarcıklıoğlu”nu destekliyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali
Bardakoğlu”nun “Ülkemizi kalkındırmak toplumsal bir görevdir”
başlıklı Cuma hutbesi okutmasını olumlu buluyor. TOBB’un
çağrısından epey etkilendiğini itiraf eden Mustafa Sağlam,
üşenmemiş uzun uzun İslam”da çalışma ve üretimi teşvik eden hadis
ve ayetleri sıralamış. En çok da Hz. Muhammed’in ticaret yapmasının
ve “İki günü bir birine eşit olan ziyandadır” sözünün altını
çizmiş. Bu konularda epey kafa yorduğu anlaşılan bir başka okur ise
daha ileri gitmiş: “Hz. Hatice’nin kervanlarını yöneten Peygamber
efendimiz o dönemin koşullarında tam anlamıyla modern bir
yöneticiydi. Hem kervanın idareciliğini yapıyordu hem de kervan
ticaretini yöneterek karlılık oranında pay alıyordu. Bugün yaşasa
ve aynı işi yapsa sizce ona nasıl bir sıfat verirdik? Bence Hz.
Hatice’nin kervanlarının CEO’su derdik.” İlk anda bazılarının
kulağına hoş gelmeyebilir, fakat düz tanımlama açısından adını
vermek istemeyen bu okurumun tesbitine sonuna kadar katılıyorum.
Hz. Peygamber, Hz. Hatice’nin kervanlarının hem idari hem de ticari
sorumlusu, yani CEO’suydu. Günümüzde bir şirketin hem idari hem
ticari sorumluluğunu tek elden yürütenlere İngilizceden yapılan
kısaltmayla CEO (Chief Executive Officer) deniliyor. Elbette
peygamberin dünya hayatı tek başına ticaretle açıklanamaz. Onun tüm
diğer peygamberler gibi dünyevi olanın ötesinde misyonları vardı.
Fakat peygamberliğe giden yolda, çok başarılı ve güvenilen bir
yönetici oluşu, hem onun hayatın içinde biri olmasını, hem de
temsil ettiği dinin ticaret dahil bir çok dünyevi alanla daha
barışık bir ilişki kurmasını sağladı. Bu yüzden İslam dininin
çalışmayı, üretmeyi ve kazancı teşvik etmesi çok doğal. Nitekim
Nimet isimli bir okur; “Çoğunluğu müslüman olan bir ülkede,
kalkınmaya yardımcı olması için din adamlarının cemaati teşvik
etmesinden daha doğal ne olabilir?” diyor. Fakat adını yazmayan bir
başka okur, farklı gerekçelerle hemen itiraz ediyor: “Bu ülke ne
çektiyse dinin siyasete ve ticarete alet edilmesinden çekti. Çağdaş
ve laik bir ülkede yaşıyoruz ama hala insanların dini duygularını
sömürerek ticaret yapanlar var. Diyanet böyle hutbeler okutarak
yeşil sermayeli holdinglerin ekmeğine yağ sürer.” Türkiye”de
din-siyaset ve din-ticaret ilişkisini malesef çok ideolojik
düzlemlerde tartıştık. Ya laiklikten yana olduk ya da rejim
tartışmasına dönüştürdük konuyu. Bu yüzden çok sağlıklı toplumsal
gelişmeleri bile kaygıyla izler olduk. İnsanların dini duygularını
sömürerek ticaret yapanlar da var siyaset yapanlar da! Fakat din
istismarını eleştirmek başka bir şey, istismar ediliyor diye,
“İslam’ı siyasi ve ticari alanın tamamen dışına atalım” demek
başka. Modern sosyolojinin babası Max Weber tam yüz yıl önce
yazdığı Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Etik kitabında Hristiyanlık
açısından benzer sorulara cevap aramıştı. Weber’e göre
Protestanlık, Katoliklikten farklı olarak çalışma, üretme ve
birikime vurgu yaptı. Servet sahibi olmayı Calvin’in yorumları
sayesinde utanılacak bir şey olmaktan çıkarıp Tanrı’nın seçilmiş
kulu olmanın bir göstergesi saydı. Ve bu süreç batıda kapitalizmi
ateşledi. Peki ya doğuda? Weber’in kısmi oryantalist bakış açısına
göre doğu toplumları edilgen-kaderci-tembel ve gelenekseldi. Bunun
da sebebi doğunun bu dünyadan kopuk dinleriydi. İslam’ın bu
kategorinin dışında olduğu çokça tartışılmıştır fakat dinlerin
toplumsal hayatın en önemli ateşleyicisi olduğu Weber’den bu yana
tatışma götürmez bir gerçek. Dolayısıyla kalkınmanın yolu tek
başına hutbeden geçmez ama hutbeler kalkınmaya giden yolda inançlı
insanların zihnini açabilir...