Hüseyin Çelik’ten gündem değerlendirmesi
Abone olAK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik, cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin, “Bütün bu tartışmalardan sonra kim cu...
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik,
cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin, “Bütün bu tartışmalardan
sonra kim cumhurbaşkanı adayı olacaksa teşkilat olarak topyekun
onun arkasında oluruz ve gecemizi gündüzümüze katarız. Nitelikli
bir çoğunlukla onun seçilip köşkte oturmasını temin etmeye
çalışırız” dedi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik,
TGRT Haber ve İhlas Haber Ajansı Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın
gündeme ilişkin sorularını cevapladı. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı ile ilgili olarak düşüncelerinin sorulması üzerine
Çelik, “Bu çocuklarımıza armağan edilmiş bir bayram olduğu için,
çocuklarımızın, milletimizin bayramını tebrik ediyorum. Onların
geleceğinin çok parlak olmasını diliyorum. Öte taraftan eskiden
’Milli Hakimiyet’ deniyordu. Şimdi ’Milli Egemenlik’ deniyor.
’Ulusal Egemenlik’ deniyor. İsimlendirme ve kelimelerden ziyade
işin özü ve içeriği son derece önemlidir. Bildiğiniz gibi Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Mebusu Meclisan İstanbul’da dağıldıktan sonra
23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanıyor. Dolayısıyla o gün bir bayram
haline getiriliyor ve Milli Hakimiyet Bayramı olarak da kutlanıyor.
Bu milli egemenlik, milli hakimiyet, ulusal egemenlik adına ne
derseniz deyin bu kavram aslında üzerinde çokça düşünmemiz gereken
bir kavram ama Türkiye’de birçok kavramın içi boşaltıldığı gibi
bunun da içi boşaltıldı farklı mecralara çekildi” şeklinde
konuştu.
“MİLLİ HAKİMİYET, MİLLİ EGEMENLİK KAVRAMINI İLK DEFA CUMHURİYETLE
BİRLİKTE TARTIŞMIŞ VEYA KABULLENİŞ VEYA ÜZERİNDE DURMUŞ
DEĞİLİZ”
Çelik, açıklamalarına şöyle devam etti:
“Biz tabi milli hakimiyet, milli egemenlik kavramını ilk defa
cumhuriyetle birlikte tartışmış veya kabullenmiş veya üzerinde
durmuş değiliz. Cumhuriyet kurulmadan 3 yıl önce Meclis açıldıktan
hemen sonra bu çok yoğun bir şekilde tartışıldı ama onun da öncesi
var. ’Milli Hakimiyet’ kavramı çok yoğunluklu tartışılan bir
konudur. 1865’ten itibaren Yeni Osmanlı Hareketi ile birlikte
aslında kim ülkenin yönetiminde söz sahibi olacak, irade sahibi kim
olacak tartışmaları gündeme geldikten sonra Yeni Osmanlıların
Hürriyet Gazetesi’nde, Muhbir Gazetesi’nde, Ali Suavi’nin Ulum
Gazetesi’nde daha sonra Jön Türklerin çokça gazetelerinde
tartıştıkları bir konudur. Yani bu kavramın cumhuriyetle yaşıt bir
tarafı yok ama çok daha ötesine giden 150 yıldan fazladır, aslında
toplumumuzun gündeminde olan konuştuğumuz bir konudur.”
“MONARŞİ MİLLİ HAKİMİYET KAVRAMINA AYKIRI BİR ŞEYDİR”
Eğer bir ülkede bir hanedan, aile varsa yani ülkenin yönetimi bir
padişah tarafından bir sultan tarafından idare ediliyorsa onlardan
sonra yönetimi kardeşleri çocukları arasında yönetim el
değiştiriyorsa orada monarşi olduğunu kaydeden Çelik, “Monarşi
milli hakimiyet kavramına aykırı bir şeydir ama İngiltere örneğinde
olduğu gibi bizim İkinci Meşrutiyet’te olduğu gibi meşruti monarşi
diye sonra bir kavram geliştirdi. Şuydu meşruti monarşi; meşrutiyet
ile meşruiyet bizim ülkemizde çoğu zaman karıştırılır. Meşrutiyet
aslında monarşinin şarta bağlanmış şeklidir. Ülkenin devlet başkanı
bir numaralı yönetimi eğer halk tarafından seçiliyorsa orada
cumhuriyet var demektir. Bugün bizim bu kavramlar üzerinde de
düşünmemiz lazım. Yani hanedan, aile yok, cumhurbaşkanını halk
seçiyor veya halkın seçtiği parlamento seçiyor. Orada cumhuriyet
var demektir ama yeryüzünde çok çeşitli cumhuriyetler var ve
yeryüzünde monarşilerden çok daha kötü olan cumhuriyetler var.
Totaliter cumhuriyetler var. Sosyalist cumhuriyetler var. Teolojik
cumhuriyetler var. Bürokratik cumhuriyetler var ve demokratik
cumhuriyetler var. Türkiye’de biz milli hakimiyet kavramı üzerinde
dururken milletin iradesinin yönetime yansımasından söz ederken,
bizim üzerinde durmamız gereken şey şudur; Türkiye nasıl bir
cumhuriyettir? Türkiye kurulurken bürokratik bir cumhuriyet olarak
tasarlanmış, çok partili siyasi hayata geçildikten sonra bu bir
parça gevşemiş ama kurumlar vasıtasıyla milletvekili sayısı kaç
olursa olsun bir iktidarı kaç milletvekili olursa olsun, o kurumlar
bir devlet ideolojisi bizim statüko dediğimiz veya müesses nizam
dediğimiz nizam halk ne derse desin, halkın iradesi nasıl tecelli
ederse edilsin, elindeki askeri gücü de kullanarak halkı bastırmış.
Aslında Türkiye’de 2010 referandumuyla birlikte bürokratik
cumhuriyet demokratik cumhuriyete doğru değişmeye başladı. Bugün
aslında Türkiye’deki tartışmaların odağındaki meselelerden birisi
bu. Türkiye bürokratik bir cumhuriyetten kurtularak, kurumlar
hakimiyetinden bürokratik hakimiyetten sivil ve askeri bürokrasinin
karar merci olduğu bir yapıdan siyasi iradenin yani halkın
temsilcilerinin nihai sözü söylediği bir Cumhuriyet tipine
dönüşmeye çalışıyor. Bu dönüşümü de aslında çıkan sesler gürültüler
Türkiye’nin bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete
geçişinin sesleridir” değerlendirmelerini yaptı.
“BİZ DİYORUZ Kİ FERDİN HAKKI SÖZ KONUSUYSA ORADA BÜTÜN AKAN SULAR
DURUR”
“Devlet her zaman ülkenin iyi olmasını hedefler ama siyasetçi o
ülkeyi batırmaya çalışır” sözü ile ilgili Çelik, şunları
kaydetti:
“Eskiden esas olan şey devlettir. Devletin milleti vardır. O
millet, o devlete hizmet etmekle, ona tabi olmakla, ona kul olmakla
mükelleftir. Demokratik devlette bu değil. Demokratik devlette
devletin milleti değil, milletin devleti vardır. Biz milletin
devleti olsun diyoruz. Suçlu karşısında yumruğu güçlü devlet olsun,
yanlış yapanın karşısında yumruğu güçlü devlet olsun ama sıradan
vatandaş karşısında şefkatli devlet olsun, okşayan devlet olsun.
Düzenleyen, yol gösteren, denetleyen, imkan ve fırsat oluşturan
devlet olsun. İşte Türkiye’de AK Parti ile birlikte bizim
oluşturmaya çalıştığımız budur. Devletin milleti değil, milletin
devleti. Devletin milleti kavramını getirirseniz devlet milletin
ensesinde boza pişirir ve despot devlet dediğimiz işte odur. Biz
diyoruz ki ferdin hakkı söz konusuysa orada bütün akan sular durur.
Esasen anayasalar devletle millet arasında sözleşmedir. Yani halk
şunu diyor devlete; ’Sen devletsin. Benim siyasal
organizasyonumsun. Sen bana zulmetmekle görevli değilsin. Bana
hizmet etmekle, bana yanlış yapanlara karşı koymakla ama
vatandaşlık görevlerini yapan vatandaşa da kol kanat germekle
mükellefsin. Anayasa aslında bunu temenni eder.”
İlk anayasanın İngiltere’de Magna Carta 1215 olduğunu hatırlatan
Çelik, şunları söyledi:
“Onların geçmişiyle bizim demokratik geçmişimizi şöyle bir mukayese
ettiğimiz zaman bizim hala çok mesafe kat etmemiz gerekiyor. Bütçe
hakkı meclistedir. Halk kendi vekilleri milletvekilleri
aracılığıyla Türkiye’nin şu kadar vergisi toplandı. Bu ülkenin
geliri gideri nasıl oldu. Bu bir hesap sorma işidir. İşte onun için
Magna Carta’dan başlayan, milletin devletten hesap sorması.
Milletin devletin yaptıklarını kontrol etmesi. İşte demokratik
devlet bu.”
Türkiye’nin demokrasi geçmişinin derin olduğuna ilişkin Çelik,
“Bizim tarih anlayışımız sakat bir tarih anlayışıdır. Sanki 29 Ekim
1923’te cumhuriyet kuruldu. Ondan ötesi yokmuş gibi varsayan, orayı
kötüleyen, yerin dibine geçiren, aşağılayan…” şeklinde konuştu.
“TARİHTEKİ İYİ ÖRNEKLERİ BUGÜNE TAŞIMAK İÇİN TARİH OKUYORUZ”
Ermeni meselesinin 24 Nisan 1915’lere uzandığına dikkat çeken Çelik
şöyle devam etti:
“1915 yılında Osmanlı Devleti vardı. Biz yeni bir devletiz. Çiçeği
burnundayız. Onu Osmanlı yaptı dediğiniz zaman senden vazgeçiyorlar
mı? Bu iddialar dile geldiği zaman karşı taraf şunu söylüyor;
’Sizin durumunuz babasını reddeden ama mirasa talip olan evladın
durumuna benziyor.’ Bu toprakları bize Osmanlı mülk yapmadı mı?
Başta İstanbul olmak üzere o zaman Anadolu topraklarından çekip
gitmemiz lazım. Biz Osmanlı’nın varisleriyiz. Yani sanki köksüz bir
ağaçmış gibi kimse bu millete bu muameleyi yapamaz. Cumhuriyet
dönemindeki tarih anlayışı maalesef sakattır. Cumhuriyeti
benimsetmek ve yerleştirmek için, nitekim Atatürk’ün bu konuyla
ilgili özeleştirileri var. Ruşen Eşref Günaydın’a verdiği mülakatta
‘Nesillerimizi bin yıllık tarihimizin kültür hazinelerinden mahrum
bıraktık’ diyor. O özeleştirinin yapılması gerektiğini söylüyor.
Aslında nesiller arasındaki kopukluğu bu tarih zihniyetinden yoksun
olan gençliğin ne tür arızalar ile karşı karşıya kalabileceğine
dair uzun boylu görüştükten sonra Tarih Kurumu ve Dil Kurumu bunun
için kuruluyor. Bu müesseseler o tahribatı önleyecekler. Önlediler
mi? Çok emin değilim.”
Demokratik cumhuriyet olmak istediklerini belirten Çelik, “Tek
başına cumhuriyet bizim derdimize deva olmaz. Yani adı cumhuriyet
ama uygulamalar totaliter, otoriter” dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 1915 Ermeni olayları ve Ermeniler
ile ilgili taziyelerini ifade etmesine karşılık Çelik, şunları
söyledi:
“Bu konuda kitabı olan birisiyim. Dolayısıyla ukalalık yapmak
istemem ama bu konuyu bildiğini sananlardan birisiyim. Asli
kaynaklarına giderek bu meseleyi araştırmış birisi olarak
söylüyorum; bu tehcir esnasında, Birinci Dünya Savaşı esnasında
Osmanlı coğrafyası içerisinde veya göç ettikten sonra hayatını
kaybeden Ermeniler bizim o günkü Osmanlı Devleti’nin
vatandaşlarıydı. Dolayısıyla bir insanın ölümünden dolayı üzüntü
duymak bir insani özelliktir. Ben her vesileyle de şunu söyledim;
geçmişteki acıları, tarihte yaşanmış acıları kaşıyıp bugüne
getirmenin kimseye bir faydası yoktur. Tarih bir ibret ilmidir.
Tarihte düştüğümüz hatalara bugün tekrar düşmemek ve tarihteki iyi
örnekleri bugüne taşımak için tarih okuyoruz. Ermeniler uzun yıllar
boyunca özellikle Ermeni Diasporası yıllar yılı Türkiye’yi
soykırımcı olmakla suçladılar ve her ülkenin parlamentosunda bu
sözde soykırım yasa tasarılarını getirdiler. Şimdiye kadar onlarca
çıkmış parlamentolarda kararlar var ama biz o kararlar her
verildiğinde parlamentoların siyasilere bugün verdiği kararlarla
tarih yargılanmaz dedik. Başbakan o zaman Ermenistan Devlet
Başkanı’na çağrıda bulundu. Biz bütün arşivlerimizi açmaya hazırız
dedi. Bütün arşivlerimizi tarihçilere, araştırmacılara açalım
gelsinler bu konuları araştırsınlar. Burada sadece Osmanlı arşivini
taramak yetmez. Bu dediğim dönemde Amerika çok etkin bir devlet
değil. İngiltere arşivinin mutlaka taranması lazımdır. Fransa
arşivinin taranması lazımdır. Rus arşivlerinin taranması gerekiyor.
Çıkan sonuç şudur; Ziya Gökalp Malta sürgünü olarak Malta’ya
götürülürken onlara diyorlar ki siz Ermenileri katlettiniz. Ziya
Gökalp orada diyor ki bu bir mukateledir. Şimdi eli tutan herkes
doğu cephesine gitmiş. İçeride çok az jandarma birlikleri var ve
öte taraftan polis güçleri var. Şimdi bu Ermeni çeteleri bugünkü
PKK gibi silahlanıyorlar ve Ermenileri de öldürüyorlar. 2’nci
Meşrutiyet’ten sonra ilk mahalli seçimler yapılıyor ve Vanlılar
çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen bir Ermeniyi Belediye Başkanı
seçiyorlar. Fakat bu silahlı Ermeni komitelerinin özellikle
emellerine alet olmadığı için başkanı oğluna öldürtüyorlar. Sonuçta
savaşta 9 cephede savaşan bir devlet var ve yerli halkın özellikle
korumasız olduğu bir zamanda çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlıların
olduğu bir ortamda Ermeni çeteleri gelip saldırıyor. Şimdi ne
yapacaksınız. Size saldıran insanlara siz çiçek buketleriyle mi
karşılık vereceksiniz. O gün böyle bir acı yaşandı. Her iki
taraftan çok sayıda insan ölmüştür. Sonra Rusların doğuyu işgal
etmesiyle birlikte Erzurum’dan Van’dan her taraftan insanlar
göçmüştür. Soğuğun olduğu zamanlarda soğuktan telef olmuşlardır. 40
bin 50 bin kişi gitmiş 2 bin kişi geri gelmiş. Bizim yaşadığımız
bir trajedidir. Bu açıdan Başbakan’ın yayınladığı bu bildiri de
belki Türkiye Cumhuriyet Devleti’nde belki ilk defa böyle bir
açıklama yapılmıştır. O öldürülen Ermenilerin bu trajik ölümlerinin
de aslında tarafımızdan önemsendiği ve onların bugünkü torunlarına
başsağlığı dileyen bir tavrın çok bence insani tavır olduğunu ifade
etmek istiyorum. İşte bunlar 2015 dolayısıyla bu 1915’in yüzüncü
yılı dolayısıyla bütün dünyada özellikle diaspora tekrar bu
meseleyi kaşımaya çalışıyor. Herkes kendi üzerine düşeni yapacak.
Onlar dünyaya öyle diyecek biz de dünyaya kendi tezlerimizi
anlatacağız.”
“AK PARTİNİN KADERİ, AK PARTİNİN VARLIĞI, TÜRKİYE’NİN VARLIĞI,
TÜRKİYE’NİN KADERİYLE ÖZDEŞ HALE GELDİ”
Başbakanın Erdoğan’ın açıkladığı “Cumhurbaşkanı ile görüşmemiz
Mayıs ayının sonunda olabilir” açıklamasına değinen Çelik,
“Cumhurbaşkanı şunu söylemek istiyor; ben hesabi değilim hasbiyim.
Yani bir hesap kitap yapmıyorum. Çünkü onu da daha sonra söylediği
ifadelere ben bağımsız olarak siyasete başlamış değilim ve buralara
bağımsız olarak gelmiş birisi değilim. Ben bir siyaset dünyasının
bir ferdiyim. Nitekim Sayın Abdullah Gül bırakın geçmişteki siyasi
hayatını AK Parti’yle birlikte AK Parti’nin kurucularındandır. AK
Parti de 2’nci insandı. Seçimden sonra 58’inci hükümetin
başbakanıydı. Sonra 2007 yılına kadar dışişleri bakanıydı. Sonra bu
partinin iradesiyle, bu partinin milletvekillerinin oyuyla
cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah
Gül dışında kimsenin cumhurbaşkanlığına adaylığı konuşulmuyor. Bu
önemli bir şeydir. Yani AK Parti’nin kaderi, AK Parti’nin varlığı,
Türkiye’nin varlığı Türkiye’nin kaderiyle özdeş hale geldi.
Türkiye’de muhalefet diye bir şey yoktur. Muhalefet maalesef olana
itiraz ediyor. Bağırıyor, çağırıyor, küfür ediyor. Ana muhalefet
partisinden kimsenin adı geçiyor mu? Geçse bile kamuoyu ciddiye
alıyor mu? Şunun herkes tarafından iyi bilinmesi gerekiyor.
Başbakanımız daha önce de bunu yaptı. 2002 yılında kim başbakan
olsun sorusu gündeme geldi. Hepimizle istişare etti ve hepimizle
görüştükten sonra Ahmet Necdet Sezer’e 58’inci hükümeti kurmak
üzere Abdullah Gül’ün görevlendirilmesi gerektiğine dair görüşünü
ifade etti. Sonra Siirt seçimi oldu ve Başbakan milletvekili
seçildi. Sayın Gül siyasi nezaketin gereği olarak hemen istifa
etti. Sonra cumhurbaşkanlığı gündeme geldi. Abdullah Gül Bey
belirlendi ve 367 kararından dolayı bize seçtirmediler ve seçime
gittik. Halk bir mesaj verdi. Bu gündeme geldiği zaman meydanlar
dalgalanıyordu. Sonra 2007 seçiminden sonra tekrar bu konuyu
gündeme aldık ve tekrar Abdullah Gül’ün bizim adayımız olmaya devam
ettiğini açıkladı. Meclis’te seçildi ve köşke gitti. Bugün ne olur.
Bakın bugün aynı mekanizma yine çalışıyor. Sayın Gül
Cumhurbaşkanımızdır şuan da, Sayın Başbakan Başbakanımızdır. Bütün
bu istişarelerden sonra, ikisi bir araya geldikten sonra karar
verecekler. Bu karar çıkmadan bizim spekülasyon yapmamıza gerek
yok. Biz Abdullah Gül’ü de severiz baş tacı yaparız. Sayın Recep
Tayyip Erdoğan bizim partimizin lideridir, Başbakanımızdır. Onu da
severiz baş tacı yaparız. Biz ikisine de Başbakan ve Cumhurbaşkanı
olmanın ötesinde abi gözüyle bakıyoruz. Dolayısıyla bütün bu
tartışmalardan sonra kim cumhurbaşkanı adayı olacaksa teşkilat
olarak topyekun onun arkasında oluruz ve gecemizi gündüzümüze
katarız. Nitelikli bir çoğunlukla onun seçilip köşkte oturmasını
temin etmeye çalışırız” değerlendirmesini yaptı.
(İHA)