'Hürriyet Gazetesi taklit ediliyor!'
Abone olFatih Altaylı'nın bu sözleri, yeni bir polemiğin habercisi... Altaylı'ya göre, "Akşam gazetesi gazete olabilmek için Hürriyet’in ikinci adamını transfer etti!"
Televizyonda reklam kirliliği yaşanıyor da basında yaşanmıyor
mu? Reklamlardan arta kalan yerlerde yazmaya mecbur bırakılan,
reklamlar yüzünden sürekli yerleri değişen yazarların durumu
okuyucuyu ve gazetenin kimliğini nasıl etkiliyor? Gazeteler
birbirlerinden farklılaşabiliyorlar mı? Türkiye’de gazete
okuyucularının sadakati gazeteye mi markaya mı? Basında asıl sorun
tekelcilik mi haksız rekabet mi? Tüm bu sorulara gazeteci Fatih
Altaylı yanıt verdi.
Marketing Türkiye Dergisi muhabiri Nilüfer Gözütok'a çarpıcı
açıklamalar yapan Hürriyet yazarı ve Kanal D Genel Yönetmeni Fatih
Altaylı'nın sözleri ortalığı yine fena halde karıştıracak...
Şimdi sizi Nilüfer Gözütok'un röportajıyla başbaşa
bırakıyoruz...
Televizyonda reklam kirliliği yaşanıyor da basında
yaşanmıyor mu? Reklamlardan arta kalan yerlerde yazmaya mecbur
bırakılan, reklamlar yüzünden sürekli yerleri değişen yazarların
durumu okuyucuyu ve gazetenin kimliğini nasıl etkiliyor? Gazeteler
birbirlerinden farklılaşabiliyorlar mı? Türkiye’de gazete
okuyucularının sadakati gazeteye mi markaya mı? Basında asıl sorun
tekelcilik mi haksız rekabet mi? Tüm bu sorulara gazeteci Fatih
Altaylı yanıt verdi.
Basında markalaşma ve kimlik yaratma önünde en temel
problem nedir?
Tüm gazetelerin birbirine benzemesi ve hepsinin Hürriyet’i taklit
etmesi. Hiçbirisi özgün bir gazete olma hevesinde değil. Değişik
kulvarlarda, siyasi görüşlerde bir takım gazeteler var, ama onlar
bile anlayış olarak Hürriyet’i taklit etmeye, Hürriyet’in
yaptığının tersini yaparak da olsa taklit etmeye çalışıyorlar. O
yüzden de Hürriyet dışında marka olamıyor.
Farklılaşma nasıl sağlanmalı?
Bakın Akşam gazetesi gazete olabilmek için Hürriyet’in ikinci
adamını transfer ediyor Hürriyet’e benzeyerek gazete olmaya
çalışıyor ama olmuyor. Zaman zaman Posta geçici tirajlarla
Hürriyet’in önüne geçse de Hürriyet yine marka olarak en tepede
kalıyor. Türkiye’de önemli bir siyasetçinin söylediği bir laf var,
“Başka gazetede manşet olduğunuz zaman Hürriyet’deki iki sütunluk
haber kadar tepki almıyor.” Bu marka olmanın getirdiği bir şey.
Sadakat markaya
Okuyucu markayı mı gazeteyi mi
alıyor?
Markayı alıyorlar. Çünkü okuyucu sadakati gazeteden daha çok
yazaradır, editöredir, muhabiredir. Türkiye’de böyle bir şey yok.
Bugün Hürriyet’in en önemli beş yazarını alın başka bir gazeteye
koyun Hürriyet’den bu 200 bin okur koparmaz. Türkiye’de gazete
okumanın bağlılığı genellikle gazeteye. Mesela biz 1987 yılında bir
deneme yaptık. Hıncal Uluç, Duygu Asena, Umur Talu gibi Türkiye’nin
o dönemde en çok okunan bütün yazarlarını Söz diye bir gazetede
topladık, ama satmadı gazete. Ne Hürriyet’den, ne Milliyet’den bir
tek okuyucu koparamadık. Durum öyle olunca anlıyorsunuz ki, orada
sadakat markaya. Marka sadakati oluştuktan sonra Türk okuyucusu
gazetenin başında kim varmış, siyasi olarak yaklaşımı değişmiş
değişmemiş onlara çok bakmıyor, kendi görüşüne hitap etsin etmesin,
o gazetenin duruşuyla ilgili kafasında bir inanç varsa, o duruşa
prim veriyor.
Ticaret, siyaset, medya üçgeninde dengeler nasıl
sağlanıyor?
Biz bir medya grubuyuz ve paramızın büyük bölümünü medyadan
kazanmak durumundayız., Aydın Doğan’ın ortağı olduğu şirketlerden
Petrol Ofisi 8 milyon dolar kâr açıkladı. Hürriyet 40 milyon
dolar, Kanal D 35 milyon dolar kâr açıklayacak. Yani biz kâr
etmeye çalışıyoruz. Bu yüzden de bizim ticaretimiz kendi
ticaretimiz. Bu şirketler kâr etmek zorunda. Yoksa bu şirketleri
kullanarak başka şirketlere kâr ettirmek, güç elde etmek, ekonomik,
siyasi çevrelere baskı yapmak değil. Bizde yok. Bazılarında
olduğunu biliyoruz. Yoksa niye senede 30-40 milyon dolar zarar eden
gazeteleri, televizyonları devam ettirsinler.
Haksız rekabet
Peki böylesi bir ortamda rekabet ne
durumda?
Son derece kötü durumda. Ben ekonomik olarak bu haksız rekabetle
mücadele etme gücüne sahip değilim. Şunu düşünün, Kanal D bu sene
yaklaşık 25 milyon dolar net kâr açıklayacak. Çukurova grubunun
yani Akşam gazetesinin patronunun bir milyar dolar borcu siliniyor.
Bir milyar dolar benim her sene, bu seneki kadar iyi performans
göstererek 40 senede elde edeceğim kâr. Benim 40 senede elde
edeceğim kârı rakibimin cebine para diye koyuyorlar. Peki şimdi ben
nasıl rekabet edeceğim? Keza bir dönem Hürriyet gazetesi bunu Sabah
gazetesiyle net yaşadı. Sabah gazetesi ile10 yıl süren rekabet
Hürriyet gazetesine yaklaşık 300 milyon dolara mal olmuştur. Rakip
para hesabı yapmadan, kâr hesabı yapmadan sağdan soldan çarptığı
çırptığı paralarla yatırım yapabiliyorsa ve bir takım maliyet
artırıcı unsurları işin içine katabiliyorsa, siz de katmak zorunda
kalıyorsunuz ve kâr edemiyorsunuz. On senelik rekabet içersinde
Sabah gazetesi Hürriyet’in patronunun değişmesine sebep olmuştur.
Bu rekabetten dolayı Erol Simavi artık mücadele edememiştir ve
bırakmak zorunda kalmıştır. Aydın Doğan almıştır ve o da uzun süre
etmesi gereken kârları edememiştir.
Haksız rekabetin kaynağı nedir?
Devlet. Başbakan’ın uygulaması. Akşam gazetesi, devlet
kaynaklarından 6,5 milyar çırpmış bunu 4,2 milyar dolara
düşürüyorsunuz. Son hamleyle cebine bir milyar dolar fazladan para
koyuyorsunuz. Şimdi ben nasıl rekabet edeyim. O zaman bir milyar
dolar da bana ver. O zaman rekabet edebilelim biz. Türkiye’de
devlet bu işten çekilsin. Ona buna destek olmasın. Batan batsın
çıkan çıksın. Şirket kurtarmasın, adam kurtarmasın.Mehmet Emin
Karamehmet’i niye yaşatıyorsun, benim için mi yaşatıyorsun? Ya da
Sabah gazetesini? Sabah gider Mabah gelir. Ama devleti yönetenlerin
medyayı da organize etmek gibi bir dertleri var. Aman Hürriyet,
Doğan grubu tek kalmasın. Tek kalmasın, ama adam gibi rakip olsun,
doğru düzgün rekabet edelim. Sürekli açıktan kaynak alan adamlarla
olmasın.
Gazeteler marka olmak zorunda
Gazeteler nasıl kâr ederler?
Gazeteler marka olmak zorunda. Ticari olarak başarılı olması için
de doğruları yansıtmak zorunda. Sahtekar bir gazeteye kim reklam
verir? Bir ticari işletme para kazanmak istiyorsa eğer iyi ürün
yapmak zorunda. Mercedes niye kâr ediyor, iyi araba yaptığı için.
Hürriyet iyi gazete olduğu için kâr ediyor. Bu ikisi ayrışan değil
örtüşen kavramlar. Bir gazete kâr odaklıysa iyi gazete olmak
zorunda. Palavra gazeteye kimse reklam vermez.
Gazetelerin reklama bakış açılarını nasıl
buluyorsunuz?
Bugün gazete ve televizyonlar reklamı kötü pazarlamak konusunda
birbirlerinden farksızlar. Reklamı olması gerekenden çok daha ucuza
pazarlıyorlar. Amerika’da prime time’da bir televizyon programı
içindeki 30 saniyelik reklam kuşağının bedeli 500 bin dolardır.
Türkiye’de 500 bin dolara reklam kampanyası yaparsınız. Cola-Turka
diye bir kola çıktı ve benim hesaplarıma göre onun bütün imaj,
marka lansman kampanyası yaklaşık 4 milyon dolar. 70 milyonluk
ülkeye 4 milyon dolara bir marka yarattılar. Dünyanın hiçbir
yerinde böyle ucuza bir şey yapamazsınız. Bedava. Normalde o adamın
oraya en az 15-20 milyon dolar harcaması lazım.
Kabahat kimin?
Buradaki kabahat büyük reklamverenlerde. Büyük reklamverenler
ellerindeki parayla çok fazla reklam yapmak, reklam fiyatlarını
inanılmaz düşürmek için televizyonları zorladılar. Siz bir reklamı
10 dolara yapmaya başlarsanız ya da 100 dolara, o zaman terlikçi
Polaris de yapar, hatta yarın öbür gün şuradaki bakkal da yapar.
Ben hesap yaptım bayramda eşe dosta kart yazacağıma televizyona
reklam vermek daha ucuz ve etkili. Fiyatları oraya düşürdüler.
Parayı bastıran...
Köşenizde basındaki reklam kirliliğinden
şikayet ediyordunuz. Bu sorun bir köşe yazarı olarak sizi ne derece
etkiliyor?
Basında da reklam kirliliği var. Alalım şuradan Hürriyet’i, kaç
sayfa reklam var bakalım. Benim köşemin nerede olacağına
reklamveren karar veriyor. Bir gün Opel tam sayfa reklam vermiş,
altı santim boşluk kalmış, bana “bu altı santime yazar mısın?”
dediler. Ben de sıkıştım diye bir yazı yazdım. Opel kıyameti
kopardı. Ve bir daha da reklam vermedi. Çünkü sıkışmıştım, o kadar
da yazara saygı olsun. Ama ne oluyor hem o reklam yayınlansın hem
de yazar orada kalsın isteniyor. Okuyucu o yazarı okumak için
dursun altında da reklamı görsün. Ben ne yazacağım oraya? Birgün
Hürriyet’e bir ilan geldi, tepeden aşağıya sayfaya boru döşüyorlar.
Aradan da haber girecek. Bize boru sokuyorlar yani. Böyle bir
reklam anlayışı olur mu? E yaratıcı reklam. Öyle yaratıcılık mı
olur? Kaç gündür Hürriyet’in birinci sayfasının altında kuşak
reklam var. Birinci sayfadaki bu reklam kirliliği değil mi? Yakında
bu kuşak yukarıya kadar çıkar. Parayı bastıran düdüğü çalar. Bu
reklam kirliliği değil mi? Televizyonlarda var da basında yok
mu?
Kâr odaklılığın bir sonucu diyebilir miyiz?
Bu kârı etkileyen bir şey değil ki? Pahallı sat, adam gibi sat.
Yani bir malın bir ederi var, ederinden sat. Böyle satmak kâr mı
getiriyor zarar mı, uzun vadede bilemeyiz ki. Şimdilik kâr
getiriyor gibi olabilir.
İmaj kaybettiriyor
Bu durum gazeteye ne
kaybettiriyor?
Gazetenin okur gözündeki imajını kaybettiriyor. Reklamveren için de
iyi bir şey değil ki. Her taraf reklam dolu. İki tane olsun adam
gibi olsun.
Peki ya okuyucuyla randevulaşmak...
Olmuyor işte olmuyor. Şimdi bakın Mehmet Barlas, Türkiye’nin en
önemli yazarlarından birisi. Her sabah Sabah’da açıp okuduğum ilk
adam. Ben Mehmet Barlas’ı bulamıyorum. Bir gün ikinci sayfada, bir
gün beşinci sayfada. Neden? Çünkü reklam alınca yer
değiştiriyorlar. Mehmet Barlas’ı bulmak benim hakkım değil mi? Ben
o gazeteye Mehmet Barlas’ı okumak için para veriyorum. Veya
Hürriyet... Hürriyet’de de sayfadaki yer değişiyor. Hürriyet’de
benim her gün 85 satır yazı yazmam gerek. Bir gün 40 satır, bir gün
22 satır bir gün 85 satır yazıyorum. Neden? Çünkü reklamdan arta
kalan yere göre yazdığım için. Bu yazara da okuyucuya da
saygısızlık.
İçerik nasıl pazarlanıyor? Gazeteler bunda başarılılar
mı?
Gazetelerin içerik pazarlama gibi bir dertleri yok. Eğer böyle bir
dertleri olsaydı içerikle ilgili reklamlar yaparlardı. Şimdi büyük
ölçüde imaj pazarlama devrine geçildi. Sabah’ın etkili olmayan
zayıf bir imaj kampanyası var, Hürriyet’in başlattığı bir başka
kampanyası var, iyi mi kötü mü bilmiyorum ama enteresan olduğu
kesin. Milliyet’in zaten varoluş sebebi imajıydı yıllardan beri
basında güven diye birşeyleri vardı. Orada bir erezyon görüldü son
zamanlarda diye düşünüyorum. İçerik pazarlaması ne yazık ki yok.
Hürriyet’de on sene önce reklamlarda köşe yazarları olurdu,
haberler olurdu. Çok daha eskiden televizyonlarda haberin reklamı
olurdu. “Yarın Güneş’de bunu okuyun” denirdi.
Basın en çok nerede hata yapıyor?
Türkiye’ye baktığınız zaman 12-15 milyonluk bir ülke. Geri
kalanının karar vericiler üzerinde etkisi yok, çünkü alım gücü yok.
Edilgen. Öyle olduğu zaman dar bir hedef kitleye sesleniyorsunuz.
Buna mukabil bu hedef kitle çok geniş bir coğrafyaya yayılmış
durumda. Türkiye’de en önemli sorun dağıtım. Oralara ulaşmanın
belirli bir maliyeti var.
Gazeteler aboneliği karşılamayacak durumda mı?
Karşılar karşılamasına da o daha da zor. Türkiye’de çok sağlıklı
dağıtım sistemleri yok. Türkiye’de basında tekelcilikten
bahsediliyor esas önemli olan dağıtım. Dağıtımın gazetelerin dışına
taşması gerekir mi diye düşünüyorum. Belki bu sözümden Aydın Bey
çok hoşlanmayacaktır, ama Türkiye’de lojistik hizmeti veren,
denetime açık bir kuruluşun bu dağıtım işini yapıyor olması işin
maliyetini düşürebilir. Patronlar bunu ister mi istemez mi? Ben
olsam isterim. Ama bir yandan da dağıtımın diğer gazeteler üzerinde
bir gücü var. Onu da ne karşı taraf ne de bizimkiler bırakmak
istemeyebilirler.
Röportaj: Nilüfer Gözütok
Kaynak: Marketing Türkiye