Hülya Avşarın her lafı haber olur mu?
Abone olDeneyimli televizyoncu Sedef Kabaş'ın, yeni kitabı 'Soru Sorma Sanatı' röportajcıları birbirine düşürür!
Kitabında etkili bir söyleşi yapmanın aşamalarını anlatan Kabaş,
çeşitli konulardaki sorularını Mehmet Barlas'tan Emin Çölaşan'a,
Nuriye Akman'dan Neşe Düzel'e kadar usta gazetecilere sormayı ihmal
etmemiş...
Kabaş, Türk basınında yayınlanmış söyleşi ve röportajlarla söyleşi
üzerine basında çıkan haberleri ve köşe yazılarını da incelemiş.
Yine geçmişte ve bugün söyleşi yapan 23 gazeteciyle de yüz yüze
mülakat yaparak Türk basınındaki röportaj ve söyleşi geleneğini
sorgulamış. en çok ilgi çeken kısımlardan biri, "Basında söyleşi
yapan gazeteciler, günümüz söyleşilerini nasıl değerlendiriyor?"
bölümü. İşte bu bölümden bazı görüşler...
Röportaj yapacak kaliteli insan yok
Mustafa Karaalioğlu: Röportaj yapacak kaliteli
insan yok. Bir havuz var ve herkes bunun etrafında dolaşıyor.
Başarılı olanlar bunun dışına çıkabilenler oluyor zaten. Bence
bütün röportajlarda sorun var. Çok yaratıcı şeyler söylemiyorlar ve
ezberlerini bozmak istemiyorlar. Çoğu kimse var ki çok ketum.
Herkesin çok iyi bildiği bir şeyi söylemeye çekiniyorlar.
Söyleşiler popüler kültürün kuyruğuna takılmış
Nuriye Akman: Son zamanlarda sorunlar söyleşilerde
çok fazla yansımıyor. Yapılan söyleşiler daha çok popüler kültürün
kuyruğuna takılmış gidiyor, görünüyor. Çünkü ciddi konular reyting
yapmıyor, fazla okuyucu bulmuyor. Söyleşiler daha çok pazar günleri
yayımlanıyor. Pazar günleri de insanların daha 'light' olması
gerektiğine dair bir ön kabul var, en sağından en soluna kadar
bütün gazetelerde. Zaten diğer ağır, oturaklı, sıcak konuları,
mesela yolsuzluk gibi, televizyon ve haber sayfaları almış üzerine,
dolayısıyla bize söyleşilerde biraz daha perde arkası işler
düşüyor, daha çok butik işi röportaj... Yani röportajcılar
fotoğrafta nasıl göründükleriyle, daha çok ilgili. Ne bileyim,
ağır, oturaklı konuları bir Neşe Tüzel'de görüyorum ben;
Türkiye'nin temel problemlerini ideolojik, dinsel, bir tek onda
görüyorum... Çoğunluk, günümüz Türk basınında gazete söyleşilerinin
kalite erozyonuna uğradığını belirten ifadeler kullanıyor.
Güzel muhabirlere söyleşi yaptırılıyor
Ahmet Tulgar: Mesela Ayşe Arman, Ayhan Çarkın'la
röportaj yapmıştı. Beş kişiyi perşembe pazarında infaz etmiş adamla
parkta simit yiyor... Nuriye de (Akman) kendini psikiyatr
zannediyor ve bütün sosyalliği yok ediyor.
Popüler insanlarla yapılan röportajlar beni rahatsız
ediyor
Elif Ergu: Röportaj ve köşe yazarı çok bir kere.
Kendi hayatını anlatanlar var. Bunlarda olmalı ama bu kadar çok
olmamalı. Bunun nedeni yeni bir şey üretememek galiba....
Söyleşilerde sürekli çok popüler insanların tercih edilmesi ve hep
aynı konuların konuşulması beni rahatsız ediyor, ama pazar kazanmak
için ben de bu işi yapıyorum. .. Çok "lay lay lom" işler
yapılıyor.
Söyleşiler PR'a dönüştü
Emin Çölaşan: Son zamanlarda söyleşiler PR'a
dönüştü, bu bir. İkincisi, Türk gazeteciliğinde demeç gazeteciliği
başladı. Oturduğu yerden bir bakana telefon açıyorsun, "Sayın
bakanım şu konuda ne diyorsunuz?" diye soruyorsun. Bakan da kendine
göre bir şeyler söylüyor. Gazeteci arkadaşlarımız da onlar
telefonuna çıksın diye onların hoşuna gitmeyecek sorular
sormuyor.
Yazarlarla kitabını okumadan söyleşi yapanlar
var
Hülya Ekşigil: Benim röportaj yaptığım kişilerden
duyduğum, başka gazete ve dergilerden röportaj yapmaya giden
insanların çok hazırlıksız olduğu. "Piliniz var mı?" diye soran
bile olmuş. Dolayısıyla ne yaptığını bilmeden, hiçbir fikri
olmadan, bir yazarla kitabını okumadan röportaja gidildiğinde bir
şeyler konuşulabilir zanneden insanlar var.
Röportajdan sansasyon beklentisi arttı
Kürşat Başar: Bugün bir röportajın illa bir
sansasyon yaratması, herkesin bir şey söylemesi lazımmış gibi bir
izlenim doğuyor. Röportajın böyle bir hastalığı başladı. Halbuki
insanlar her zaman bir şeyler söyleyemez... İkincisi, bu şöyle bir
şeye yol açıyor; o röportajı yapan, o sayfaya çıkan insanlar böyle
bir şey söylemeleri gerektiğini düşünmeye başlıyor. Çünkü öyle
söylemezse birinci sayfada filan yer almayacak.
Neşe Düzel harika şeyler yapıyor
Leyla Umar: Hepsi birbirinden değerli açık sözlü.
Mesela Neşe Düzel harika şeyler yapıyor, mutlaka okurum. Ayşe
Arman'ın üslubunu beğenirim. Kendini okutan bir kadın ama kendi
yaşamından bazen o kadar özel şeylere giriyor ki, bu duruma karşı
daha dikkatli olması gerektiğini söyleyeceğim. O tarafını
beğenmiyorum.
Hülya Avşar'ın her lafı haber olur mu?
Mehmet Barlas: Bugünkü söyleşiler bizim zamana
göre daha profesyonel... Bugün gazetelerde röportaj olmamasının
sebebi benim gördüğüm kadarıyla kadroların yetersizliği. Eskiden
gazeteciler yıllarca mesleki rütbe aldıkları zaman köşe yazarı
olmazlardı, röportajcı olurlardı. Büyük röportajlara çıkardı. Şimdi
bir isim parladığı zaman önündeki yol rütbe; köşe yazarı, yazı
işleri müdürü ya da genel müdür olmak. Böyle bir meslekî çarpıklık
var. İki; eskiden gençler, seçkin kadrolar basına girmeye heves
ederdi, şimdi bankalara, holdinglere girmeye heves ediyorlar...
Eskiden kurallar çok önemliydi. Kimse kendi hayatını yazmazdı...
Özel hayata fazla girilmezdi, utanılırdı. Şimdi onu teşhir etmek
marifet sayılıyor. Yani Hülya Avşar'ın sözlerinin hepsi sanki
vecize gibi sayılıyor. Hülya Avşar'ın ağzından çıkan her laf, ne
söylerse haber olur mu? Popüler kültür, gerçek kültürün yerine çok
fazla geçti.
Nuriye Akman'ın röportajlarını okurum...
Şahin Alpay: Neşe Düzel'in yaptığı mülakatlar
dışında, televizyonda Sedef Kabaş'ın söyleşilerini yani seni
bilhassa izlerim. Son zamanlarda bazen Ahmet Hakan'ın yaptığı
söyleşileri de dişe dokunur buluyorum. Bunun dışında Zaman'da
Nuriye Akman'ın röportajlarını her zaman değil ama konusu ilginçse
okurum... Gazetecilik çok gelişmiş bir şey değil Türkiye'de.
Türkiye'de gazetelere bak, köşe yazılarından oluşuyor. Halbuki
gazetelerin en fazla iki sayfası fikir ve yorum sayfalarına
ayrılır. Geri kalanı Batı'nın ciddi gazetelerinde haberlerden ve
röportajlardan oluşur. Bizde ciddi gazete sıfatına yakışan iki-üç
tane gazete var, ama çok geniş bir çevrede okunabilecek bir
referans gazetesi yok. Ciddi gazeteciliğin gelişmemiş olması,
muhabirliğin gelişmemesine yol açtı. Muhabirlik gelişmeyince de
röportaj da gelişmedi.
Sansasyon, reyting, ilgi çekicilik
Zeynep Oral: Tek konu; sansasyon, reyting, ilgi
çekicilik... Ciddi bir düşünce tartışması olduğunu sanmıyorum. Ne
kadar çok satış olursa, ne kadar çok dedikodu malzemesi çıkarsa o
söyleşiden, o kadar iyi, en önemli değer ölçüsü bu. Bunun temelinde
hakikaten değer ölçülerimizin tamamen erozyona uğraması, çıkar
ilişkilerinin her şeyin önüne geçmesi ve şan şöhretin gazeteciler
için bile değer haline gelmesi yatıyor.
Daha magazinsel işler görmek istiyorlar
Nilgün Cerrahoğlu: Pazar röportajlarında
yakalanmak istenen bir hava var, bu da röportajların daha hafif
olması açıkçası. "Okuyucu daha hafif şeyler okumak istiyor" derler,
yani bütün köşe yazarları bile pazar günleri sırf aşk yazıları
yazıyor.
Popüler kültür ahkamları beni ilgilendirmiyor
Ayşe Arman: Benim, "Türkiye'nin temel sorunlarını
röportajlara taşıyayım" diye bir kaygım yok. Beni ilgilendiren
şeyleri yapıyorum. Mesela ayak fetişistleri var. Türkiye'nin önemli
sorunlarından biri değil ama ben merak ediyorum. Beni popüler
kültür gibi ahkamlar ilgilendirmiyor.
Ödülü değil, yeni ilişkisini soruyorlar
Halit Kıvanç: Büyük bir ödül almış bir Türk filmi
yıldızıyla konuşmaya giden gazeteci, röportaja ünlü bir kızla olan
aşkına ait soruyla başlıyor ve röportajı onunla bitiriyor. Amaç,
falancadan ayrılıp filancayla oturdu haberini vermek. (Abdullah
Kılıç)