Türk sinemasının efsane jönü Cüneyt Arkın, magazin gündemine bomba gibi düşecek açıklamalar yaptı. Posta’dan Oya Çınar'a oğlu Murat Arkın'la birlikte konuşan usta sanatçının sözleri sosyal medyayı salladı. Nasılsınız? Sağlığınız, ruh haliniz nasıl? Cüneyt Arkın: Gayet iyiyim Allah’a şükür. Yaşlılık tatsız bir şey tabii. Uzaklara gidemiyorum, koşamıyorum, yürüyemiyorum ama okuyorum, yazıyorum. O iyi geliyor bana. Ruh tedavisi gibi yazmak. Murat Arkın: Ben iyiyim. Şu an ‘Börü 2039’ için buradayım. Normalde İngiltere’de yaşıyorum. Yazılım işiyle uğraşıyorum. Yılın altı ayı burada, altı ayı yurt dışında geçiyor. Şu an burada beraberiz. Satrancımızı oynuyoruz babamla. Geçen yendi beni satrançta, aslında ruh hali bayağı iyi o yüzden. (Gülüyor)İnsan babaya benzer ama bu kadar mı benzer? Bu benzerlik hoşunuza gidiyor mu? C.A.: Benim hoşuma gidiyor şahsen. Ama Murat’ın oyunculuğu beni geçti. Oyunculukta ‘olmak’ diye bir yer vardır. Biri ya güler ya da ağlar diyelim; bir yerde keser onu, kestiği an seyirci tamamlar. Oyuna seyirciyi katmaktır bu. Murat onu iyi beceriyor. M.A.: Onu ben de seviyorum. Seyirciye alan tanımak… Her zaman bağırmak değil olay. Mesela bir bakışı çok uzatırsan seyirci sıkılabilir. Onu tadında bırakmak ve seyirci izlerken hala o bakışta kalması… Benzerliğe gelirsek; babama benzemek benim de çok hoşuma gidiyor ama oyunculuk açısından bazen dezavantaj oluyor tabii. Mesela ‘Dağ 2’de Alper Çağlar, “Ya senin şu Cüneyt Arkın saçlarını ne yapacağız?” diyerek yerden toz, toprak alıp başıma sürmüştü. Beni o görüntüden çıkarmak için.Karakter olarak da benziyor musunuz? M.A.: Bence benziyoruz. İnatçılığımız, hırsımız… Yaptığımız işin en iyisini yapmaya çalışma derdimiz… Bu yanlarımızın çok benzediğini düşünüyorum. Her fırsatta çocuklarınızla gurur duyduğunuzu söylüyorsunuz. “Çünkü beni temsil ediyorlar” diyorsunuz. Size çok ters gelen bir yaşam sürselerdi, ilişkiniz değişir miydi? C.A.: Allah göstermesin. Herhalde değişirdi. Bak yavrum, bir çocuk doğduğu zaman saf, tertemiz. Ailede başlar etki, ne gördüyse o şekli almaya başlar. İyi eğitim verildiyse o çocuk kolay kolay sapmaz. Zaten bu alkol ve uyuşturucu konusunda da insanlara tavsiyede bulunurken hep bunun üzerinde dururum. Aile çocuğun güvenini kazanacak ki o çocuk her derdini ailesine anlatacak.Ama ömür boyu sizin doğrularınızla yaşamak büyük bir yük değil mi onlara? Siz ne düşünüyorsunuz Murat Bey? M.A.: Biz aile içinde hiçbir zaman baskı görmedik. Babam da annem de hiçbir zaman “Şunu yapma, sakın şöyle yapma” demedi. Bize aşılanan şey sorumluluk duygusuydu. Biz de o sorumlulukla yaşamayı öğrendiğimiz için hiçbir zaman zorluk çekmedik. Babam bana hep “Arkadaşlarını iyi seç” derdi. Ben de en iyi arkadaş olarak babamı seçtim. En iyi arkadaşım babam.2012’de ‘Pis Yedili’yle başladınız oyunculuğa. Başta Cüneyt Arkın adı üzerinizde baskı yarattığı için mi geç başladınız? M.A.: Onun hiç baskısını hissetmedim ama hiçbir zaman böyle bir motivasyonum olmadı. Babam mesleki anlamda idolüm değildi. O benim kahramanımdı. İkisi farklı şeyler. Zaten oyunculuk okumadım. Ama dizi teklifleri hep geliyordu, istemiyordum. Sonra bir gün bilgisayar programcılığında tekrara düştüğümü hissettim. Yaptığım işten zevk almam lazım, şu an almıyorum, bana başka uğraş lazım kafasıyla başladım oyunculuğa.Şimdi ‘Börü 2039’da Kemal Boratav rolüyle ekrandasınız. Börü’deki hikayenin 20 yıl sonrasını izliyoruz… M.A.: Bıraktığımız yerden devam ediyor evet. 23-25 yıl geçmiş üzerinden. Amaç; ilk altı bölümü ve sinema filmini izlemeyenlerin de bunu tek başına izleyebilmesi ama daha öncesini izlemelerinin faydası var çünkü diyaloglarda eskiye atıflar var.Dağ 2’deki rolünüz de ciddi bir performans gerektiriyordu. “Aksiyon üzerime yapışır mı?” endişesi duyuyor musunuz zaman zaman? M.A.: Ondan bir çekincem yok. Aksiyonu seviyorum. Genetik olabilir. (Gülüyor) Ama ben şöyle düşünüyorum; büyük zevkle bir anti kahraman canlandırmayı da çok isterim.Günümüzde oyunculuğun sınırları hala tartışma konusu olabiliyor. Hiç asla oynamam dediğiniz bir rol var mı? C.A.: Genelde “Hayır” demez oyuncu. Bir teklif gelince zaten başlar hayal kurmaya, o kişiyi düşünmeye. Ama mesela Recep İvedik rolünü dünyayı versen oynamazdım. Ya da bir eşcinseli, bir kadını oynamam. Yaptığın işin sana yakışması lazım. Biz Anadolu çocuğuyuz. M.A.: Bunu iki yolu var; bir yapım bu insan bu rolü iyi oynar deyip teklif edecek ya da senin projeden haberin olacak ve kendini öne çıkaracaksın. Ben, o projenin ve karakterin vermek istediği mesaj üzerinden bakıyorum. Mesela ben ‘Kulüp 2’de Salih Bademci’ye bayıldım. Muhteşem oynamış. C.A.: Bak onu ben de beğendim. Güzel oynamış. Duygusunu vermiş. Düşünüyorum; ben Erol Taş’la komedi bile oynadım. Romantik filmlerde oynadım, aksiyon oynadım. Daha ne olsun. Kendi adıma geride “Ah” diyeceğim bir şey kalmamış.Yaşam felsefenizi nasıl anlatırsınız? C.A.: Ben köy çocuğuyum. Tabiatı çok seviyorum. Şu ağaç var ya, bana bir şeyler söylüyor. Dalına bir kuş gelip konsa, onu saatlerce izliyorum, dinliyorum. Bir şey anlatıyor o bana. Kedileri doyurmayı seviyorum. Çocukluğumda zaten doğayla iç içeydim. Eskişehir’de, köyde büyüdüm. Topraktan evlerimiz vardı. Babamın en büyük yardımcısıydım. O koyunlar, onların o munis bakışları… Benim hayat felsefemin özü sevgi. M.A.: Bunu da bize çok güzel aşıladı. Mesela bize sorardı, “Bu bahçede kaç meyve ağacı var?” diye, etrafımızın farkında olalım diye. Hala bir yere girince bakarım, ağaçları sayarım. Babam birden sorarsa doğru cevap verebileyim diye. “İnsan görmeli, fark etmeli ve idrak etmeli. Sonra üzerine düşünmeli. Hiçbir şeye bakıp da geçmeyin” derdi.Cüneyt Bey, adınızı Google’a yazınca sık sık “Türk milliyetçi kimliğiyle bilinen Cüneyt Arkın” ifadesine rastladım. Bu ifade sizi ne kadar anlatıyor? C.A.: Tabii ki milliyetçiyim. Nasıl olmam! Benim babam Kurtuluş Savaşı gazisi. Öyle bir babanın oğluyum ben. İstiklal Savaşı gibi bir savaşımız, olmuş. Kahramanlarımız var. Atatürk var ya Atatürk! Onun üzerine insan yok. Dehasının üzerine deha yok. Genel kültürü, siyasi ve askeri dehası… Ecdadımızı bilmeliyiz, tanımalıyız. Sahip çıkmalıyız. Kaç yıllık bir tarihi birikimi var benim ecdadımın. Dünyada Türk milleti kadar tarihi birikimi olan başka bir millet yok. Bunları bilir, özümserseniz, milliyetçi olmanız zaten kaçınılmazdır.Bugünün Türkiye’sini nasıl buluyorsunuz? C.A.: Umutsuz hiçbir şey olmaz. Atatürk ne demiş “Ey halkım, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz. En doğru ve gerçek yol medeniyettir.” Ben gençlerle sohbette hep tarihi anlatırım. Türk gençliğinde tarih bilinci yok maalesef. Bu beni üzüyor. M.A.: Ben de hep tarihe bakıp örnek almak istiyorum ama içinde bulunduğumuz durumu da incelemek, biraz gerçekçi de olmak lazım. Biz okumuyoruz maalesef. Tarihi bile televizyondan öğrenmeye çalışıyoruz. Eğitim sistemimizde büyük yanlışlıklar var. Benim gibi çok insan, çok genç var yurt dışında çalışan. Biz neden yurt dışındayız mesela? Bunları düşünmek lazım.Zaman zaman siyasi fikrini beyan eden sanatçılar eleştiriliyor. Mesela barış sürecindeki akil insanlar… Size teklif edilmemiş miydi? C.A.: Valla insan önce kendi söküklerini dikmeyi öğrenmeli, sonra Türk halkına akıl vermeli ki yine de yanlış. Bana teklif geldi. “Türk halkına akıl vermek benim haddime değildir” dedim. Gereksiz bir şeydi, ne demek akil insan? Ben halkımı iyi tanıyorum. Yol göstermeni ister, öğüt vermeni değil. Yap demekle olmaz. Senin önce onu yapıyor olman gerek.“Şimdiki aklım olsa daha az çalışır daha çok gençliğimi yaşardım. Gençlik çağlarında oburca yaşayacaksın. Dörtnala gider gibi aşklara sevdalara gideceksin.” demişsiniz. Siz gençliğinizde büyük sevdalar yaşayamadınız mı? C.A.: En büyük sevdam bebek işte karşımda, biricik eşim Betül. (Gülüyor) Çok çalıştım. Çocukluğumu daha doya doya yaşamak isterdim o ayrı. Aşka gelirsek; ben tabiata aşığım. Güzel bir atım vardı, adı Sevda’ydı mesela. Şu kedi var ya şu kedi, şu kediye aşığım. Gençlikte bir şeyler yaşanmıştır, onlar orada kalmıştır.Sinemada bugüne kadar sayısız kadın oyuncuyla başrol oynadınız. En hayran olduğunuz oyuncu partneriniz kimdi? C.A.: Hepsinin yeri ayrıydı ama Fatma Girik çok yiğitti, çok başkaydı. ‘Büyük Yemin’ filminde neredeyse kader ortağı olduk diyebilirim. Adana’da otel yok, aynı odada kaldık, çamaşırımızı yıkardı, yemeğimizi yapar verirdi. Türkan Şoray daha bir prensesti, mesafeliydi, Filiz tam bir hanımefendi. Hülya Koçyiğit de iyi arkadaştır her zaman.Murat Bey, Ali Sunal çocukluğunda babanıza çok hayranmış. Annesine “Keşke babam Cüneyt arkın olsaydı, neden onunla evlenmedin?” dermiş… M.A.: Bunu bilmiyordum, daha önce denk gelmedim, tüylerim diken diken oldu şu an çünkü ne tesadüf ki hem çocukluğumda hem hala bugün evde en çok Kemal Sunal izleriz. Onun taklitlerini yapardık. Okulda, sınıfta, hep onun repliklerini kullanırdık. Bugün bile evde sık sık birbirimizle onun o yarattığı karakterler gibi konuşuruz.Bugüne kadar babanızdan öğrendiğiniz en önemli bilgi ne? M.A.: Babam hep “Oğlum mutlaka elle tutulur bir mesleğin olsun. Sonra sadece keyif almak için yapacağın işleri zaten yaparsın” derdi, bu sözün değerini bugünlerde daha iyi anladım. Bir de şunu derdi hep. “Bela sana gelirse kaç, bu seni korkak yapmaz. Hala geliyorsa bir adım daha çekil. Ama adım atacak yerin kalmadı mı? O zaman sen o beladan daha büyük bela ol!” Bunun da faydasını her zaman görmüşümdür.