HSYK'ya çok ağır benzetme!
Abone olDemokrat Yargı Derneği Eş Başkanı Orhan Gazi Ertekin çok net konuştu: HSYK'yı savunan kendisini lekeler...
“Yargı, geçmişte terör örgütü tanımına soktuklarını
nasıl yargıladıysa, bugün de Ergenekon terör örgütü zanlılarını
öyle yargılıyor. Sorun, yargı geleneğidir.”
“Yargılayanların yargılandığı anlar, en trajik anlardır tarihte. Bugün Türkiye’de yargılayanlar, yargılanıyor! Üstelik kendi gelenekleri ve usulleriyle yargılanıyorlar.”
“Şemdinli ve Ergenekon iddianameleri, artık ordunun da
suç işleyebilir olduğunu, ordunun da kriminal bir fail
olabileceğini söyleyen ilk iddianamelerdir bu ülkede.”
Ertekin'in Taraf'tan Neşe Düzel'e yaptığı açıklamalar şöyle:
NEDEN ORHAN GAZİ ERTEKİN
Türkiye’de hukukun böylesine geniş kesimler tarafından, bu kadar
yoğun biçimde tartışıldığı bir dönem hiç olmadı. Hem bu topraklarda
hukuk insanların ilgisini pek çekmezdi, hem de yargı bizde bir tür
kutsallığa ve dokunulmazlığa sahipti. Peki, ne oldu da hukuk ve
yargı bu ülkede birdenbire insanların böylesine ilgisini çekti ve
herkes âdeta siyasi partileri ve siyasetçileri tartışır gibi yargı
kurumlarını, yargı kararlarını, yargıçların uygulamalarını ve
bunların hukuka uygun olup olmadıklarını tartışmaya başladı? Başta
Ergenekon davası olmak üzere, yüksek veya yerel mahkemelerde
birbirine bu kadar zıt kararlar nasıl çıkabiliyordu? Yargının
içinde neler yaşanıyordu? Vatandaşların tek güvencesi olan hukuka,
yargının kendisi uyuyor muydu yoksa ideoloji ve kamplaşma hukukun
önüne mi geçmişti? Yargıda kim kiminle, kimin adına niye
çatışıyordu? İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bir darbe davası
olan Balyoz davasında 25 generalin gözaltına alınmasını isteyen
savcıları o davadan çekmesi ve o savcıların yerlerine yeni savcılar
ataması, ne anlama geliyordu? Ergenekon’la ilgili davalarda yargı
kaça bölünmüştü? Diğer bir sıcak konu olan anayasa değişikliği,
yargıyla ilgili aslında neyi değiştirmek istiyordu? Yüksek
bürokrasi ve CHP’yi asıl kızdıran neydi? Bütün bu soruları Demokrat
Yargı Derneği’nin Eşbaşkanı hukukçu ve siyaset bilimci Orhan Gazi
Ertekin’e sorduk. Üniversitede kamu hukuku dersi veren ve aynı
zamanda hâkimlik yapan Ertekin’den çok net ve çarpıcı cevaplar
aldık.
* * *
NEŞE RÜZEL: Hukukla ilgili tartışma özellikle son dönemde iyice
tırmandı. Neden hukuk birdenbire insanların bu kadar çok ilgisini
çekti?
ORHAN GAZİ ERTEKİN: Son üç, dört yıldır bütün
siyasal çekişmeler, kurumların içindeki bölünmelerle ve
gerilimlerle ilerliyor. Ordu da, yargı da, üniversiteler de ikiye
bölündü. Bugün, bütün devlet kurumlarının, organlarının içinde bir
kavga var. Bu kavga, bu savaş, birbirine denk iki güç arasında
geçiyor. Cumhuriyet’in geleneksel bürokratik iktidarı ve CHP bir
tarafta, AKP diğer tarafta. Bugün ülkede, geleneksel bürokratik
iktidarla siyasal iktidar çatışıyor.
Yargı nasıl bölündü?
O da geleneksel bürokratik iktidarla siyasi iktidar arasında
bölünmüş durumda. Bir tarafta HSYK, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa
Mahkemesi, diğer tarafta da Adalet Bakanlığı var.
Yargıdaki kavgayı somut olarak anlatırsak...
Mesela Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’yla Sincan Ağır
Ceza Mahkemesi arasındaki kavgayı alalım. Yüksek mahkemelerin ve
HSYK’nın oluşturduğu geleneksel adlî perspektif, Sincan Ağır Ceza
Mahkemesi’nde temsil ediliyor. Adalet Bakanlığı ise Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nda temsil ediliyor. Erzincan-Erzurum
kavgasına bakarsak, Yüksek Yargı Erzincan’da, Adalet Bakanlığı
Erzurum’da temsil ediliyor. Mesela İstanbul’daki Ergenekon
savcıları Adalet Bakanlığı hizasında sıralanmış durumdalar.
Yargıdaki bölünme nasıl başladı?
Bu süreç, 2006’da Şemdinli Savcısı’nın meslekten ihraç edilmesiyle
başladı. Şemdinli’de bir kitapçının bombalanması nedeniyle savcı
bir iddianame düzenledi. İddianameye göre, olay, dönemin
genelkurmay başkanına kadar uzanan bir süreçti. HSYK, yetkilerini
aştığı gerekçesiyle savcıyı meslekten ihraç etti. Bugün yargıyla
ilgili yapılan yoğun tartışmanın başlangıcı işte bu ihraç
kararıdır. Bu kararla birlikte, yargıda ilk defa iki farklı aktör
çatışmaya başladı... Bakanlık Müsteşarı Şemdinli Savcısı’nın ihraç
kararına ret oyu verirken, HSYK’nın yargıç üyeleri kabul oyu
verdiler. Bakan ise o toplantıya girmedi.
Adalet Bakanı toplantıya girip itiraz etseydi, savcı ihraç
edilir miydi?
Edilmezdi. Problem de burada zaten. Aslında yargıdaki çatışma
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında başlayacaktı, 2005-2006
yılına kalmayacaktı ama Cemil Çiçek’in kişisel ve siyasal
özellikleri nedeniyle Adalet Bakanlığı ile HSYK 2002’den 2006’ya
kadar çok uyumlu çalıştı. Çiçek yargıç üyeleri, istediği biçimde
yönlendirdi. Zaten yüksek yargı ve HSYK kendi kararıyla
değiştirmedi 2006’da pozisyonunu. Hatta bir HSYK üyesinin, Şemdinli
Savcısı’nın meslekten ihracına ret oyu kullanacağını çevresine
söylediği bile biliniyordu
HSYK pozisyonunu sonra neden ve nasıl değiştirdi?
Yargıyı, bu geri pozisyona ordu çekti. Ordu
nedeniyle, HSYK ve yüksek yargı bu siyasi çizgiye geriledi.
Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi başkanlarının, HSYK
üyelerinin sürekli topluma konuşuyor olmalarının başlangıcı işte
2005-2006 dönemidir. Bu yüzden Şemdinli olayı, Türkiye’de tarihî
bir sürecin başlangıcıdır.
Şemdinli’yle tam olarak ne başladı?
Şemdinli tartışmalarıyla birlikte, yargıda “kamuoyu” diye yeni bir
durum çıktı. Toplumda, yargıya karşı büyük bir güvensizlik ve kuşku
başladı. Yargıyı, yüksek yargıya bırakmamak gerektiği konusunda bir
kanaat yayıldı.
Türkiye’de yargıya güven Şemdinli olayından çok önce
yıpranmamış mıydı?
2005 yılı öncesinde, yargıyla ilgili eleştiriler çok dar bir
çevrede yapılıyordu. Medyada pek eleştiri yoktu. Aksine çok
çekingen bir dil kullanılıyordu. Yargının geniş kesimlerce
tartışılmaya başlaması, Şemdinli Savcısı’nın ihracı sonrasıdır.
Cemil Çiçek, 2007 seçimlerinden sonra bakanlıktan gitti, yerine
Mehmet Ali Şahin geldi.
Yargı açısından AKP’nin ikinci dönemi olan 2007’de ne
yaşandı?
Ümraniye cephaneliği ortaya çıktı ve Şemdinli’den sonra bir de
Ergenekon süreci başladı. Ergenekon’la birlikte, artık Türk yargısı
içinde tamamıyla farklı bir adlî perspektif doğdu. Şemdinli ve
Ergenekon iddianameleri, artık ordunun da suç işleyebilir olduğunu,
ordunun da kriminal bir fail olabileceğini söyleyen ilk
iddianamelerdir. Oysa Türk yargısının, 1920’lerden itibaren hukuka
ve hukukun gündelik hayata uygulanmasıyla ilgili geleneksel
yaklaşımı hep “aydınlanmacı”ydı.
Aydınlanmacı yaklaşımda yargının rolü
neydi?
Rasyonel aklı ve Cumhuriyet’in ideolojisini, siyasi merkezin
dışındaki gruplara, Kürtlere, dindarlara, köylülere ve taşraya
taşıma misyonu Türk adliyesine verilmişti. Dolayısıyla yargı, “adlî
perspektifini”, Cumhuriyet’in ana tanımının üzerine yerleştirdi.
İşte bu tanıma göre, asker suç işleyebilecek bir fail değildir.
Toplum, vatandaş suç işler ama asker hiçbir zaman suç işlemez.
Devlet memuru da suç işlemez. Bir de Türk burjuvazisi hemen hemen
hiç bir zaman Türk adliyesi tarafından ciddi ölçüde bir kriminal
fail olarak görülmedi. Yargıdaki bölünmeye gelirsek...
Evet...
İlk defa 2005’te Şemdinli iddianamesi ve 2007’de Ergenekon’la
birlikte yargıda bir bölünme başladı ve geçmişten çok farklı, yeni
iddianameler hazırlanmaya başladı.
Türkiye’de yargıda başka hangi ilkler yaşandı bu
süreçte?
Yargıda, orduyla toplum arasında “hukuksal eşitliği” yaratabilecek
yeni bir adlî perspektif doğdu. Türk yargısı artık farklı bir
biçimde çalışmaya başladı. Bu yeni adlî perspektif, Ergenekon’da,
Erzurum’da, Van’da, pek çok farklı davada ortaya çıktı. Kısacası,
yargıda, merkezle taşra arasındaki bağ kopmaya başladı. Merkezle
taşra arasında gerilim ortaya çıktı.
Bu gerilim nasıl yaşandı?
2005’ten itibaren artık yüksek yargının, hâkimler ve savcılar
üzerindeki hâkimiyeti bitmeye yüz tuttu. Bunlar, ilk kez devletin
de suç işleyebileceğini gördüler ve bu suçları kovuşturmaya
başladılar. Ama bunlar, geleneksel adlî perspektifin tüm sorunlu
yanlarını ve kovuşturma usullerini de devraldılar.
Hangi eski usulleri aldılar?
Mesela, bu kadar yoğun ve uzun tutuklamalara tevessül etmek, tipik
bir Cumhuriyet geleneğidir ve bu tür tutuklamalar her dönem siyasi
muhalifleri susturmak ve bastırmak için kullanılmıştır.
Vatandaşı bastırmak için kullanılan silah şimdi sahibini mi
vuruyor?
Yaşanan trajedi şimdi budur. Yargılayanların yargılandığı anlar,
tarihte en trajik anlardır. Sürekli yargılayan konumda olan
insanlar, bugün artık içerideler. Yani, yargılayanlar, yargılanıyor
bugün Türkiye’de. Üstelik kendi gelenekleri, yöntemleri ve
usulleriyle yargılanıyorlar. Hukuk devletinin hak ve özgürlüklere
ilişkin hassasiyetine pek dikkat edilmeden yargılanıyorlar. Oysa
yeni adlî perspektif, hukuka uygun doğru bir soruşturma geleneği
yaratmak zorunda kendine.
Ergenekon soruşturmasında usulsüzlükler ve hak ihlalleri
çok mu yaygın?
Ergenekon soruşturmasının kurgusu, 12 Eylül’den çok tanıdık, tipik
bir kurgu. Terör tanımı üzerinden gelişiyor bu soruşturma. Ayrıca
dinleme konusunda da ciddi problemler var bence. Kendi silahlarıyla
vuruluyorlar. Terörizm tanımının uygulanmasının en kötü yanı, nedir
biliyor musunuz?
Nedir?
Bu uygulama, suç faaliyeti dışındaki bütün diğer eylemleri de
terörizm tanımının içine sokar. Dolayısıyla her türlü siyasi
faaliyeti ve varlığı yasaklar. Terör örgütünün barışçı bir eylemini
bile terör eylemi olarak tanımlar. Mesela Cumhuriyet mitingleri de
Ergenekon örgütünün terör eylemi gibi tanımlandı. Çünkü bu sistem
bugüne dek, “terör örgütünün yaptığı her şey terör eylemidir” dedi.
Yargı hep böyle karar verdi. Bu bakış açısı, bugüne dek sistem
kimden rahatsızsa ona karşı, Kürtlere, Alevilere, dindarlara,
dincilere, solculara, demokratlara vb. karşı çok tehlikeli bir
biçimde kullanıldı. Bu bakış açısıyla onların siyasal varlıkları
kriminalleştirildi. Şimdi aynı bakış açısı, Ergenekon davası
üzerinden geleneksel Cumhuriyet seçkinlerine ve orduya yönelik
olarak kullanılmaya başladı.
Yargı, geçmişte terör örgütü tanımına soktuklarını nasıl
yargıladıysa, bugün de Ergenekon terör örgütü zanlılarını öyle mi
yargılıyor?
Aynen öyle. Bunda eleştirilecek olan hükümet ya da başka gruplar
değildir. Burada eleştirilmesi gereken, bizzat yargı geleneğinin
kendisidir. Ergenekon sürecinin de tek eksiği budur. Yoksa
Ergenekon, bugüne dek hukukun içine girmekte direnmiş olan askerin,
hukuk alanına, hukuksal eşitliğe çekilmesi çabasıdır.
Başsavcı da Balyoz davasında 25 generalin gözaltına
alınmasını isteyen savcıları o davadan çekti ve bu kararını,
“Savcıları bilerek görevden aldım. Bu tutuklamanın sonuçlarını iyi
değerlendirmek lazım” diye gerekçelendirdi. Bu, normal bir davranış
mıdır?
Kesinlikle değil. Cumhuriyet Başsavcısı böyle bir siyasi analizi
asla yapamaz. Asıl suç budur. Bu cümleler kanımı donduruyor.
Yargının devletçi bakış açısının birden bire nüksetmesidir bu. “25
generalin gözaltına alınmasına dikkat etmek gerekir” diyor. Askerin
diğer toplum kesimleriyle eşit olmadığını itiraf etmek demektir bu.
Yargının, devlete dönük geleneksel refleksine çok uygun düşüyor
bütün bunlar.
Yargı, bir olayda askeri gördüğünde ne yapar?
Yargı, askeri gördüğü anda, mutlaka koruması gereken bir durum
olduğuna dair yargısal bir refleks geliştiriyor. Oysa yargı,
sokaktaki vatandaşla, asker memurun hukuksal eşitliğinin
garantilendiği yerdir. Sokaktaki 25 vatandaşla, ordudaki 25
vatandaşın hukuksal eşitliğinin olmadığını söylemek tarihî bir
itiraftır.
Savcıların davadan çekilip yerlerine yeni savcıların
atanması soruşturmayı kesintiye uğratır mı?
Uğratmayabilir de. Ama soruşturmayı yavaşlatır. Çünkü yeni savcı,
dosyayı okuma ve idrak etme süreci yaşayacak. Burada asıl sorun,
müdahalenin gerekçesidir. Gerekçe tamamen hukuk dışı. Bu durum,
dosyayı devralan savcı bakımından çok tehlikeli bir ipotek
doğuruyor. Çünkü Başsavcı’nın gerekçesi, soruşturmayı yönlendirmek
için bir muhtıra olarak algılanabilir. Bir savcının elinden dosyayı
bu gerekçelerle alıp başka bir savcıya vermek, yeni savcının daha
işin başında, yönergelerle karşılaşması demektir.
Bir başsavcı, sizce niye böyle bir açıklama
yaptı?
Normalde bir hukuk adamının böyle bir açıklama yapması bir
fecaattir. Bu kadar tecrübeli bir hukukçunun bu açıklamayı
yapmasıyla, insanın aklına başka şeyler geliyor. Zira Ergenekon
davasının başından itibaren süreçten hep kendini dışlamaya ve
süreci tamamen Ergenekon savcılarına bıraktığını gösteren bir
izlenim oluşturmaya çalışıyordu. Ama süreç içerisinde yeni durumlar
ortaya çıktı. Adalet Bakanlığı’nın isteğiyle savcıların kendisini
dinlediği anlaşıldı. Ardından Tuncay Özkan’la konuşma bantları
ortaya çıktı. Başsavcı yeni bir konum alma çabası içinde. Aslında
Ergenekon davasının durduğu, durdurulmak istendiği bir yer var.
Ergenekon nerede durdurulmak isteniyor?
Ergenekon davası, vatandaşları askerlerle eşitledi ama kuvvet
komutanlarıyla eşit bir seviyeye getirmedi. Ergenekon içinde,
kuvvet komutanlarına bir dokunulmazlık alanı üretildi. Bunu,
tutuklansınlar anlamında söylemiyorum ama başsavcı vekilinin
soruşturmasını yürüttüğü ve ifadelerini aldığı kuvvet komutanları
hiç mahkemeye sevk edilmeksizin serbest bırakılırken, ana davayı
yürüten diğer Ergenekon savcılarının soruşturduğu ve ifadelerini
aldığı asker ve diğer gruplar tutuklandılar. Bu, Cumhuriyet
Savcılığı’nda iki farklı refleksin olduğunu gösteriyor.
Başsavcı’nın ve Başsavcı Vekili’nin bakış açısıyla Ergenekon
savcılarının bakış açıları arasında problemler var.
Bu ikilik, Ergenekon davasını nasıl
etkileyecek?
Hiçbir etki yaratmaz çünkü önemli olan davanın sürmesidir. Mahkeme
sürüyor ve sürecek. Dava, mahkeme yönünden durmuyor, tutuklamalar
yönünden duruyor. Tutuklanmayanlar yargılanmayacak değiller. Bana
sorarsanız, diğerlerinin tutuklanmaları da çok gereksiz. Delil
karatma gerekçesini çok kullanmamak lazım.
Eşitlik ilkesini çiğnemenin cezası ne?
Bu, yargıya müdahaledir. Soruşturmayı yürütenlere bir muhtıradır.
Bu soruşturma generallere yönelik yapılıyor. Siz kalkıp,
“generallere dönük soruşturmayı belli hassasiyetler nedeniyle ben
durdurma kararı aldım” diyorsunuz ve soruşturmayı durduruyorsunuz.
Bu, mutlaka soruşturulması gereken açık ve net bir biçimde suçtur.
Cumhuriyet savcıları bir soruşturma başlatabilirler.
Kısaca HSYK olarak bildiğimiz Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nun işlevi nedir?
HSYK bir yargı organı değildir. Yargı organı yargılama yapar. HSYK
bir yargı idaresi kuruludur. Hâkimlerin terfi sistemleri, nakil,
atama, özlük, disiplin işleri yapmak üzere ilk 1961’de 18 asıl, beş
yedek üyeyle kuruldu. Üyelerini parlamento ve hâkimler seçiyordu.
1971’de üye sayısı 11 asıl üyeye düşürüldü. 1981’de ise hâkimler ve
savcılar birleştirildi ve buna rağmen kurulun üye sayısı yedi asıl,
beş yedek olmak üzere iyice daraltıldı. Yerel savcı ve hâkimlerin
temsil edilmesi engellendi. HSYK’nın kanunu, yeni anayasa daha
ortada yokken, 13 Mayıs 1981’de çıktı.
Niye bu kadar acele edildi?
HSYK, yargıyı kolay yönetmek için bir tür mikro milli güvenlik
konseyi olarak kuruldu. Kusursuz uyumlu bir bütünlük, dar bir heyet
olarak tasarlandı. Bununla, 12 Eylül zihniyetinin yargı içinde
derinleşmesi, örgütlenmesi, yaygınlaştırılması hedeflendi. Nitekim
HSYK bunu kesinlikle sağladı. HSYK’nın bütün kararlarına yargı yolu
kapalıdır. HSYK, sadece beş kişilik bir karar alma mekanizmasıdır.
Bu kararların hiçbir ciddi ölçütü ve denetimi yoktur. HSYK
görüşmeleri ve işlemleri gizlidir.
Batı demokrasilerinde HSYK benzeri kurumlar topluma açık
mıdır?
Onların görüşmeleri gizli değildir ve kararlarına karşı yargıya
başvurulabilir. HSYK tipik bir 12 Eylül ürünüdür. CHP, Yarsav,
barolar, HSYK’nın mevcut haliyle var olması gerektiğine dair bir
siyasal akıl geliştirdiler. Bu tutum onları lekeler. HSYK’yı
savunanın kendisi de kirlenir.
Yeni anayasa taslağı HSYK’nın yapısını nasıl değiştirmeyi
öneriyor?
Taslağın en olumlu yönü, HSYK’nın geleneksel güvenlik konseyi
niteliğini azaltması oluyor. Üye sayısı 21’e çıkacak. Parlamento ve
Adalet Bakanlığı’nın yanı sıra, ilk kez yerel hâkim ve savcılar,
Batı’daki gibi kendi üyelerini seçecekler ve HSYK’da seslerini
duyuracaklar. Buna göre dört üyeyi Cumhurbaşkanı, on üyeyi hâkim ve
savcılar, üç üyeyi Yargıtay, bir üyeyi Danıştay, bir üyeyi de
Adalet Akademisi seçecek. Bu değişikliğin sonucunda, yargıya ilk
defa belli ölçüde demokrasi gelecek. Bu anayasa değişikliğiyle,
yüksek mahkemelerin iktidar tekeli kırılacak.
Anlamadım, ne olacak?
Yerel yargıçlarda sürekli yukarıyı gözeten ve devleti koruyan
ideolojik refleksler, korku ve kaygılar azalmaya başlayacak. Yargı
artık vatandaşı korumaktan korkmayacak. Çünkü yargının vatandaşı
koruyabilmesi için bir ortam yaratılacak. Bugüne dek 16 anayasa
değişikliği yapıldı. En önemli değişiklik bu! İlk kez asker-sivil
bürokrasinin iktidarı alaşağı ediliyor. Tarihî bir değişiklik bu!
HSYK’yla ilgili düzenleme, bu anayasa değişikliğinin asla
vazgeçilmemesi gereken parçasıdır. CHP ise vazgeçmeyi teklif
ediyor. Bu kurumları savunmaktan utanç duymak lazım.
Yargıda başka ne tür reformlar yapmamız
gerekiyor?
Yargıtay ve Danıştay’a ciddi dönüşümler ve müdahaleler yapılmalı.
Bunlar sadece temyiz mahkemeleri olmalı. Bunlar bugün birçok kurumu
kuruyor ve oluşturuyorlar. HSYK’ya, Yüksek Seçim Kurulu’na,
Uyuşmazlık Mahkemesi’ne, Kamu İhale Kurumu’na, Rekabet Kurumu’na
üye atıyorlar. Dünyada hiçbir temyiz mahkemesi bu kadar geniş bir
alana sahip değildir. Ayrıca ilk derece mahkemesi hâkimlerine ve
savcılarına da not veriyorlar. Hâkimler ve savcılar, kararlarını,
kaçınılmaz olarak not arzusuyla, şekillendirmek zorunda kalıyorlar.
Yargıtay bir de Yargıtay evi işletiyor.
Nasıl?
Yargıtay Evi diye bir oteli var Yargıtay’ın. Dünyanın hiçbir
yerinde özel işletmesi olan bir yüksek mahkeme yoktur. Ayrıca hukuk
ve ceza uygulama kitaplarının büyük çoğunluğu Yargıtay mahreçlidir.
Çünkü Yargıtay kararları dışarıya verilmiyor ve çok azı
yayımlanıyor. Kararların çoğu ise Yargıtay üyeleri ve tetkik
hâkimleri tarafından kendi kitaplarında yazılıyor ve bu iş bir
kazanca dönüştürülüyor. Bu durum yargıç etiğini zedeliyor.
Yargı bizde bir tür kutsallığa sahipti. Bu kutsallığını
koruyor mu şu anda?
Türk yargısı kendisine kutsallık atfetmekte çok iştahlı ama,
yargıyla ilgili ciddi güvensizlik işaretleri var. Üstelik
“kutsallık” da sadece bir ideoloji. Yargının, adaletin, hâkimlik
mesleğinin kutsal olduğu söylenerek, yargıdaki konumlar “kutsallık”
ideolojisiyle dokunulmaz kılınmaya çalışıldı hep. Oysa dünyada ve
Türkiye’de yargı ve yargıçlar hiçbir zaman kutsal olmadılar ve
olamazlar da. Fakat şu var. Yargı ve yargıçlar bu ülkede hep
dokunulmaz oldular. Şu anda Yargıtay’da veya Danıştay’da eğer bir
suç işlerseniz, bu suçun yargılanma usulüne dair bir şey yoktur.
Birçok milletvekilinin yargılandığını görürsünüz ama yüksek
yargıçların yargılandıklarını görmezsiniz bu ülkede. Geçmişte bazı
HSYK üyelerinin ciddi yolsuzluklara bulaştığı haberleri çıktı
medyada ama hiçbir işlem yapılmadı. Asıl dokunulmazlık Yargıtay ve
Danıştay üyeleri için var Türkiye’de.