Hrant Dink anmasında sürpriz isim...
Abone olHrant Dink, ölümünün 8. yılında Taksim'den Şişli'ye bir yürüyüşle anılıyor. Yürüyüşte ilk kez Cemaate yakın bir isim yer aldı. İşte o isim...
8 yıl önce öldürülen Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Hrant Dink, etkinliklerle anılıyor. Hrant Dink için Taksim'de
toplanmaya başlayan grup, Agos gazetesine yürüdü.
Hrant Dink'in 8'inci yıl dönümündeki anma yürüyüşünde bu yıl bir
ilk yaşandı. Gülen Cemaati'ne yakın Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı
Başkanı Mustafa Yeşil, ilk kez bie Dink anması yürüşüne
katıldı.
Agos gazetesi önünde 8 yıl önce düzenlenen silahlı
saldırıda öldürülen gazeteci Hrant Dink, etkinliklerle
anılıyor.
HRANT DİNK'İ ANMA YÜRÜYÜŞÜNDEN KARELER- FOTO GALERİ İÇİN
TIKLAYINIZ
Öğle saatlerinde bir grup, Taksim'de toplandı. Grup, saat
13.30'da Şişli’ye doğru yürüyüşe geçti.
Agos gazetesinin önünde, Hrant Dink'in öldürüldüğü yerde Saat
15.00’te anma yapılmaya başlandı.
TAKSİM'DE TRAFİK AKIŞINA DÜZENLEME
Halaskargazi Caddesi, Abide-i Hürriyet Caddesi, Şafak Sokak ile bu yollara çıkan diğer cadde ve sokaklardan kontrollü geçiş yapılıyor.
Tarlabaşı Bulvarı'ndan Mecidiyeköy'e gelen trafik akışı, Mete kavşağından Dolmabahçe'ye; Mecidiyeköy'den Halaskargazi Caddesi'ne gelen akış ise Abide-i Hürriyet Caddesi'ne yönlendirildi.
Gerektiği durumlarda bazı cadde ve sokakların trafiğe
kapatılacağı bildirildi.
İŞTE HRANT DİNK'İN HİÇ YAYINLANMAYAN SÖYLEŞİSİ-OKUMAK İÇİN
GÖRSELE TIKLAYINIZ
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in, Ogün Samast
tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu öldürülmesinin
8'inci yıldönümünde, bugüne dek hiç yayınlanmamış bir söyleşisi
ortaya çıktı.
BU YILKİ KONUŞMAYI MURATHAN MUNGAN YAPTI
Hrant Dink’in katledilişinin sekizinci yılında, Agos Gazetesi’nden
kalabalığa seslenen isim yazar Murathan Mungan oldu.
İşte Murathan Mungan’ın konuşmasının tam metni:
Merhaba arkadaşlar, Hrant Dink’in değerli ailesi ve dostları, hakikat ve adaleti kıymet bilenler, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Sekiz yıldır her 19 Ocak’ta olduğu gibi, bugün gene burada Hrant Dink için toplanmış bulunuyoruz. Ölümünden sonra milyonlarca kalbin evladı olan Hrant Dink için... 2007 yılında onun öldürülmesinin hemen ardından yazdığım “Cinayetin arkasındaki en büyük örgüt” başlıklı yazım şöyle başlıyor:
"SÖYLENECEK SÖZÜN ÇOKLUĞU..."
“Söylenecek sözün çokluğu bazen insanı dilsiz bırakır. Tıkanır,
kalırsınız. Haklılığın suskunluğu, diğer suskunluklara benzemez;
düğümü zor çözülür.(...) Tek başına zaten yeterince trajik ve
yaralayıcı olan bu ölüm, aynı zamanda yakın tarihi ürperterek
çağrıştırdıkları, hafızadan geri çağırdıklarıyla da kavurucuydu.
Her yeni ölüm, diğer ölümleri de ilk gün acısıyla diriltir.
Kaç kitap yazarsanız yazın, bazen böyle dilsiz kalırsınız.”
Bugün sözlerimi, o gün kaldığım yerden sürdüreceğim: dilsizliğin her çeşidinin yaşandığı bu ülkede ölenler, öldürülenler, katledilenler biz onlardan sonra birkaç kelime daha fazla söyleyebilelim, diye öldüler. Dilimizdeki kilitler çözülsün diye, dilsizi olduğumuz hakikatler içimizi daha fazla kavurup yakmasın diye... Onca zaman, bunca kayıp, bunca ölümle hem tarih içinde kilitli kalmış, hem zaman içinde yol almış o fazladan birkaç kelimeyi bugün en azından onlara, onların hatırasına borçluyuz. Baskıcı iktidarlar korkunun bulaşıcı olduğunu bilir, bu yüzden toplumun korkularını sürekli diri tutmaya çalışırlar; onların bilmediği cesaretin de bulaşıcı olduğudur. Bu yüzden hayatın ve dünyanın gözlerinin içine bakarak cesaretle konuşmalıyız. O kelimelerin bizden başka sahibi yok! Bunu hiç unutmamalıyız.
"YILLARDIR ADALET BEKLİYORUZ GELMİYOR!"
Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından sekiz koca yıl geçti. O yıl
doğan çocuklar dillendi; okuma yazmayı söktü. Oysa Hrant Dink’in
ölüsü, gerçek hikâyesi aydınlatılmamış bir cinayetin kurbanı olarak
hâlâ bu kaldırımda yatıyor. Dünyayı kaybıyla ıssızlaştıranlar
hatıraları ve emanetleriyle çoğaltırlar... Ve emanetin başını
bekleyen bizler sekiz yıldır burada toplanıp adalet ve hakikat
arayışımızı dillendiriyor, Hrant’ın ölüsünü unutkanlığın zalim
ellerine teslim etmeyeceğimizi haykırıyoruz. Ayrıca Hrant Dink
cinayetini, kendi siyasi projeleri için araçsallaştırmaya
çalışanların emellerine terk etmeyeceğimizi de belirtmek istiyoruz.
Bu sekiz yıl boyunca adalet yerinde sayarken pek çok şey söylendi,
yazılıp çizildi. Bugüne, bana varıncaya dek sözler seyrelip azaldı
belki, ama acılar azalıp seyrelmiyor. Yerini bulmamış bir adaletin
sancısı yüreklerde zonklamasını sürdürüyor; vicdanları sızlatmayı,
aklımızı acıtmayı sürdürüyor. Dahası, o günden bu yana adlarını tek
tek sayamayacağım her yeni kurban ve her yeni ölümle birlikte,
Hrant Dink bir kez daha burada, bu kaldırımda vurulup öldürülüyor.
Yerini bulmamış adalet, katillerini ve kurbanlarını çoğaltır. Gene
öyle oluyor. Çünkü tetiği çeken parmaklar değişse de, cinayetin
arkasındaki en büyük örgüt aynı. Adı “faili meçhul”, ama kendisi
“faili belli” onca cinayetin işlendiği bu ülkenin değişmeyen kara
gerçeği, bizi her seferinde aynı sözleri tekrara mahkûm ediyor.
İktidarlar ve koltuk sahiplerinin maskeleri değişse de hiç
değişmeden süren merkezi despot devlet geleneğinin elleri her
seferinde gene aynı karanlık oyunu tezgâhlıyor. 1938’te Dersim
kıyımını, 1978’te Maraş katliamını yapanlar, 1955’te 6-7 Eylül
olaylarını başlatanlar, 1993’te Madımak Oteli’ne sığınan canları
yakanlar, 2011’de Roboski’yi bombalayan kişiler ve zihniyetler
aynı. 500’ü aşkın haftadır Galatasaray’da diz çürüten cumartesi
annelerinin bağırlarını yakanlar da aynı. Adında “adalet” sözcüğünü
taşıyan bir partinin on iki yıldır iktidarda olduğu bir ülkede
yıllardır adalet bekliyoruz. Gelmiyor!
Arkadaşlar, bu ülkede insanlar yalnızca dostlarının değil,
düşmanlarının da kendilerine benzemesini isterler. Kendisine
benzesin ki, kiminle mücadele ettiğini, neyle savaştığını tanıyıp
bilsin isterler. Birbirlerine benzeyenler birbirlerinin
silahlarını, yaralarını, oyunlarını ve nefretlerini tanırlar.
Sevginin sahtesi olur, ama nefretin olmaz. Oysa Hrant Dink onlara
benzemiyordu. Çünkü onların bilmediği bir Türkçeyle konuşuyordu,
onların bilmediği bir Ermeniceyle konuşuyordu. O, tüm halkların
eşitliğine ve kardeşliğine inanmış biri olarak, barışın diliyle
konuşuyordu. Laf olsun diye edilmiş temenni türünden bir barışın
değil, sahici, hakiki, kalıcı ve sürekli kılınmasını istediği bir
barışın diliyle... Kan kamaştıran savaş sözcükleri yoktu onun
sözlüğünde, kin tazelemek için değil, hafıza tazelemek için söz
alıyordu; insanları hınç bilemeye, ödeşmeye, intikam almaya değil,
geçmişiyle, şimdisiyle ve kendiyle yüzleşmeye çağırıyordu. Türkleri
ve Ermenileri “ebedi düşman” rolüne kapatıp kindarlığa kilitleyen
tüm politikalara karşı çıkıyordu. Ötekileştirmenin dışlayıcı,
düşmanlaştırıcı, şeytanlaştırıcı dilinden çok uzak bir dille
konuşuyordu. Onların hiçbir zaman bilmediği; bilmek, öğrenmek
istemediği yabancı bir dildi bu. Bu nedenle Hrant Dink
Ermeniliğiyle “öteki”, diliyle “yabancı”ydı onlara. Hrant’la
birlikte öldürülmek istenen işte bu dildi. Bir türlü
hazmedemedikleri bu barış dili, dünyayı kardeşliğe çağıran bu
insancıl dil... Bugün belki de her zamankinden daha fazla ihtiyaç
duyduğumuz bir dil.
Arkadaşlar, katillerin her infazla birlikte tabancalarına çentik attıkları İkinci Meşrutiyet öncesinden bugüne, örgütlü, tasarlanarak işlenen gazeteci cinayetlerinin uzun listesinde Hrant Dink, siyasal bir cinayete kurban giden 62. kişiymiş. Ülkemizin hemen her güne siyasal bir cinayetin, bir katliamın, bir toplu kıyımın düştüğü “Resmi Tarih Ajandası”nda, kaderi 19 Ocak 2007’ye düşen, sözünün bedelini, vicdanının maliyetini canıyla ödeyen 62. kişi...
"TÜM TÜRKİYE'NİN SESİYDİ"
Bu yüzden aradan geçen sekiz yıl boyunca yetişen yeni kuşaklar ve
sislenen hafızalar için belki de Hrant Dink’i yeniden anlatmak,
yeniden hatırlatmak gerekiyor: O, sadece Ermeni halkının bir
sözcüsü değil, tüm Türkiye’nin sesiydi. Ezilen, dışlanan, sömürülen
tüm kesimlerin sesi. Bugün aramızda olsaydı, Gezi Parkı
Direnişi’nde bizlerle saf tutacak, tarih boyunca 76 kez kıyıma
uğramış, Ortadoğu’nun en kimsesiz, en sahipsiz halkı olan
Ezidilerin yanında yer alacaktı. Hrant Dink yaşamı boyunca kendine
ve değerlerine sadık kalmış biri olarak uzlaşmacı ama ödünsüz
tutumuyla bu ülkede pek çok şeyi değiştirdi. Hatta ölümü bile çok
şey öğretti bize. Hiçbir çevrenin, hiçbir iktidar odağının hoşuna
gitmeye, gözüne girmeye çalışmadan, doğru bildiklerini söyleyip
inandıklarını savundu. Onun ve benzerlerinin verdiği mücadele,
onların ölümleriyle birlikte kesintiye uğrayacak bir mücadele
değildir. Burada ve meydanlarda toplanan kalabalıklar da zaten bunu
gösteriyor.
Bu coğrafyanın halkları düzayak yapılmış çözümlemeler, üstünkörü saptamalarla ışıklandırılamayacak kadar karmaşık, çok katmanlı bir geçmişten, tarihin labirentinde kaybolmuş pek çok hikâyenin içinden geçip geliyor. Bu nedenle Hrant Dink de, Ermeni sorununun çözümü için yeni bir dil ve her iki tarafın da ezberlerinin dışına çıkan yeni bir yaklaşım gerektiğini düşünüyordu. Bu topraklarda yaşayan insanların bu konuyu her yönüyle konuşarak, birbirlerini tanıyarak, birbirlerinin hikâyelerini dinleyerek, birbirlerinin acılarını anlayarak, birbirlerine değerek, dokunarak, zamanla bu sorunu barışçıl bir çözüme kavuşturabileceğine inanıyordu. Her iki topluluğun da hatıraları ve hafızaları arasında bir diyalog kurulması gerektiğine inanıyordu. Böylelikle resmi hafızaların yerini artık sivil hafızaların alacağını ümit ediyordu. Ermeni sorununu, emperyal güçlerin uluslararası masalarda Türkiye’ye karşı elinde tuttuğu bir koz olmaktan çıkaracak olan şeyin, halkların kendi arasında geliştireceği bu diyalog zemini olacağına inanıyordu. Bu yüzden Hrant Dink’in bu konuyla ilgili rüyalarından biri, iki halkın birbiriyle kaynaşmasını sağlayacak Ermenistan-Türkiye sınır kapısının açılmasıydı. Dostlar, arkadaşlar, ölülerimizin sadece hatıralarına değil, rüyalarına da sahip çıkmamız gerekir. İşte bugün o kapının açılması, pek çok şeyin kapısının da açılması demek olacaktır. O kapının açılması, yüzyıldır Ararat dağının doruğuna çöken sisin dağılması olacaktır. O kapının açılması 2015 yılına çok yakışacaktır.
"SUSURLUKTAN ROBOSKİ'YE..."
Dostlar, arkadaşlar, çoğunuzun bildiği gibi bu topraklarda her
inkârın ardında yakın ya da uzak tarihli toplu mezarlar yatar.
Hrant Dink’in öldürülüşünün sekizinci yılı, gene bildiğiniz gibi
aynı zamanda 1915 Ermeni soykırımının yüzüncü yılıdır. Ermeni
soykırımının reddi, inkârı Türkiye’nin yüzyıllık yalnızlığıdır.
Tarihte, hafızada, akılda, vicdanda ve dünyadaki yalnızlığıdır.
Türkiye’nin bu yüzyıllık yalnızlığı artık son bulmalıdır. Bu ülke
geçmişin hayaletlerinden korkmayarak tarihiyle yüzleşmeli, geçmişte
yaşananlara ilişkin sorumluluklarını üstlenmeli ve bu karanlık
mirasın kahredici ağırlığından kurtulmalıdır. Bunu, dünyanın
azarlayan bakışları ya da başkalarının onayları için değil, kendisi
için istemelidir. Geçmişten günümüze işlenen bunca cinayetin
seyircisi bir toplum olmaktan kurtulmanın bir yolu da budur. Çünkü
biliyoruz ki, mücadele edilmesi gereken halklar, uluslar değil,
zihniyetlerdir. Uzun bir süredir bu ülkede sistemli olarak ve
giderek tırmanan bir biçimde toplumsal kutuplaşmalar yaratılıyor,
düşmanlıklar körükleniyor, bizzat devleti yönetenler şiddet
amigoluğu yapıyor. Oluşturulan bu alacakaranlık kuşağını andıran
siyasal iklimle, Türkiye adeta adım adım Enver Paşalarla, Talat
Paşalarla gecikmiş randevusuna sürükleniyor. “Edirne’den Ardahan’a
bölünmez,” dedikleri vatan, Susurluk’tan Roboski’ye parça parça
edildi, ediliyor.
"DEMOKRASİNİN KARİKATÜRÜNÜ DEĞİL KENDİSİNİ
İSTİYORUZ"
İşte bu yüzden biz Hrant için, adalet için sekiz yıldır haykıranlar
artık demokrasinin karikatürünü değil, kendisini istiyoruz. Acilen
demokrasi ve koşulsuz ifade özgürlüğü istiyoruz. Kapalı kapılar
ardında tezgâhlanan karanlık oyunların göstermelik demokrasisini
değil, günışığı demokrasisi istiyoruz. Laiklikten ödün vermemiş bir
demokrasi istiyoruz. Kimsenin kimsenin kanına, canına susamadığı
bir toplumda, kurban almadan ve kurban vermeden yaşamak istiyoruz.
Hemen her gün bir kadın cinayetinin işlenmediği, transların,
eşcinsellerin öldürülmediği, çocukların devlet kurşunlarıyla
katledilmediği bir ülkede yaşamak istiyoruz. Etnik, kültürel,
dinsel, cinsel her çeşit ayrımcılığın ortadan kalktığı, kimsenin
kimsenin yaşam biçimine, diline, dinine, mezhebine, inancına ya da
inançsızlığına karışmadığı, herkesin eşit haklara sahip yurttaşlar
olduğu, demokratik olgunluğa erişmiş bir toplumda barış, kardeşlik
ve dayanışma içinde yaşamak istiyoruz. Ağaca, suya, parka, koruya,
ormana, herkesin ve her canlının yaşam hakkına saygılı çok dilli,
çokkültürlü, çok renkli bir toplum olarak yaşamak istiyoruz.
Vesayet biçimlerinin tümüne kayıtsız şartsız karşı çıkıyor, 12
Martların, 12 Eylüllerin apoletleriyle ılımlı kindarlık, kravat
takmış yobazlık arasında seçim yapmak istemiyoruz.
Bugün burada basın özgürlüğünü savunmak için “Je suis Charlie Hebdo” diyorsak, kimilerinden farklı olarak 1994’te Istanbul’da “Özgür Ülke” gazetesi bombalandığında sokaklara çıkmış olmanın gönül rahatlığıyla diyoruz.
"HRANT DİNK'İN DÖRDÜNCÜ ÇOCUĞU..."
Arkadaşlar, Hrant Dink’in ölümüyle bu ülke sadece kıymetli bir
evladını kaybetmedi, aynı zamanda önemli bir gazetecisini de
kaybetti. Gazetecilik mesleğinin çok büyük ölçüde haysiyet kaybına
uğradığı böyle bir dönemde, onun ve onun gibi gazetecilerin yokluğu
daha çok hissediliyor. Sırf bunun için bile, Hrant Dink’in dördüncü
çocuğu olan “Agos” gazetesine, onun emanetine de sahip çıkmamız
gerekiyor.
Dilerim, Hrant Dink ve benzerlerinin uğruna öldükleri doğrular, çok uzak olmayan bir gelecekte, günışığı görmüş bir demokraside, barış içinde bir arada yaşayan bir toplumda gündelik hayatın sözü bile edilmeye değmeyecek sıradan gerçekleri olur!
Gene dilerim, yakın bir gelecekte adalet yerini bulur, sonraki yıllarda burada toplanacak olanlar, hâlâ sonuçlanmamış bir hak ve adalet arayışı için değil, sadece Hrant’ı ve hatıralarını yâd etmek için bir araya gelirler.
Sözlerimi sonlandırırken, Dink ailesini muhabbetle kucaklar, hepinizi yeniden sevgi ve saygıyla selamlarım.
HRANT DİNK ANMA YÜRÜYÜŞÜ HAVADAN ÇEKİMİ İZLEMEK İÇİN PLAYER'A TIKLAYINIZ