Sokakta bir grubun arkasına farkında olmadan takılmışım.
Ellerinde broşür gayet nazik bir şekilde
dağıtıyorlardı.
Ne dağıttıklarına bir bakayım dedim...
Referandumla ilgili broşürlerdi. Ancak ilk
dikkatimi çeken bunu alabildiğine kibar bir şekilde yapmaya
çalışmaları idi.
Sonra üşenmedim dışardan bir süreliğine daha onları
gözlemledim.
Karşıt görüş ya da biri ters birşey söylerse ne yapacaklar
acaba dedim. Oldu da.
Adamın biri kavga etmek için terslendi, hiç uzatmadılar.
Diğeri, aksi oy kullanacağını söyledi, canınız sağolsun dediler.
Belki rol yapıyorlardı, belki gerçek ancak bu sakin ve uzlaşmacı
tavırları ülkemin özlediğine eminim.
Yıllar önce gelen bir Alman turisti Galata kulesine
götürmüştüm.
Ordan aşağıya bakarken bana ‘neyinizi seviyorum biliyor musun?
Bu sokak aralarında binadan binaya asılan
çamışırlarınızı... Kilisenin ve caminin yan yana
oluşunu...
Farklı kültürleri içinizde barındırmanızı... Böylelikle bir arada
yaşamanızı seviyorum. Hatta biraz da kıskanıyorum bu çok
kültürlülüğünüzü’ demişti.
Evet, ben mesela...
Bakkal Garbis amcayı çok severdim.
Ne zaman annem bakkala gönderse bana bir şeker verirdi. İlkokulda
sıra arkadaşımın adı Alice di. Alis yazmıştı adını öğrenirken...
Kalmış aklımda...
Çok severdim onu ve annesini.
Alevi sünni, Türk Kürt ayrımı daha sonraki yıllarda
belirmeye başlamıştı. Şimdilerde ise dindar ve
dinsiz...
Bakalım daha ne kadar ayrışacağız? Ve bakalım bu kimlere
yarayacak?
Meydanlarda sertleşmek bu ülkeyi nereye taşıyacak?
O küçük grup gibi olmak hayal değil bence...
Atalarımız zaman zaman bunu başarmış...
Hatta çoğu zaman. Birbirimizi sevmeyi unuttuk. Belki de daha
kötüsü: Karşımızdakinin insan olduğunu unuttuk...
Umarım bunu kötü şartlarda hatırlamak zorunda
kalmayız...Atalarımızın kaldığı gibi.