Hop dedik Başbakan!
Abone olBaşbakan'ın köşe yazarlarını hedef alan medya patronlarına yönelik sözlerine bakın köşe yazarları nasıl tepki verdi?
Başbakan Erdoğan’ın medya patronlarına seslenerek köşe
yazarlarına 'müdahale edin' çağrısı hem merkez medyadan hem de
muhafazakar medyanın köşe yazarlarından sert tepki aldı. Kimisi
köşesini Başbakan'ın icraatlarıyla doldurdu, kimisi "Hop dedik
Başbakan" diye sert çıktı. İşte o yazılardan örnekler:
Hasan Cemal Milliyet
Hop dedik Başbakan!
Aynen öyle, Tayyip Erdoğan’ın dün gazeteci milletinin bazı
fertleriyle, kimi köşe yazarlarıyla ilgili sözlerini dinleyince,
ilk tepkim başlıktaki gibi oldu.
Hop dedik Sayın Başbakan!
Çok gerginsiniz, malum nedenlerle.
Bu bir sır değil, biliniyor.
Ancak bu ruh halleriniz, sizin dünkü sözlerinizi kesinlikle mazur
göstermez, bunu bilesiniz.
Patrona çağrı yapacaksınız, atın o köşe yazarlarını diye...
Olmadı, hiç olmadı.
Yanlış yaptınız.
Lütfen biraz yutkunarak konuşun. Gırtlağın dokuz boğum olduğunu
unutmayın.
Basın özgürlüğü diye bir şey varsa, demokrasi diye bir şey
varsa, bu sözlerinizle her iki sınavdan da çakarsınız, Sayın
Başbakan.
Bunu iyi bilin.
SERDAR AKİNAN
BAŞBAKAN'IN MUHTEŞEM KONUŞMASI
Serdar Akinan Akşam gazetesi
Başbakan'ın muhteşem konuşması
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan muhteşem bir konuşma yaptı. Türkiye
gerçeğinden kopuk, art niyetli bazılarına cevap niteliğindeki bu
konuşmasında bakın hangi gerçeklerin altını özenle çizdi.
Sadece Doğu'da yapılanları anlattığı şu cümlelerdeki veriler çok
önemliydi:
'Önümüzdeki dönemde Bağbaşı Barajı, Mavi Tünel tamamlanarak
sistemde 414 milyon metreküp su depolanacak ve şurası da çok
önemli; 17 kilometrelik tünelle havzaya su aktarılacak. 2008 yılı
başında GAP yatırımları için 1 milyar 63 milyon TL; 2009 yılında
2,7 milyar TL ve 2010 yılında da 3,1 milyar TL tahsis ettik. Eylem
Planı dışında yürütülen yatırımlarla birlikte bu tutar 3,3 milyar
TL'ye 2010'da ulaşıyor.
Bölgede, GAP kapsamında 25 adet anaokulu, 3 bin 264 derslikli 136
adet ilköğretim okulu, 4 bin 500 öğrenci kapasiteli 16 ortaöğretim
pansiyonu, 816 derslikli 35 adet genel orta öğretim okulu, 408
derslikli 22 adet mesleki ve teknik eğitim okulu inşaatı, değerli
arkadaşlarım şu anda devam ediyor.'
Milli Eğitim konusunda iktidarları döneminde atılan dev adımlara da
değinen Sayın Başbakan Erdoğan dinleyenleri büyüleyen konuşmasında
bakın hangi önemli verileri paylaştı:
'2002 yılında o dönemin hükümeti Milli Eğitim'e bütçeden 7,5 milyar
TL ayırmıştı. Biz bu miktarı her yıl kademeli olarak artırdık. 2005
yılından itibaren, Cumhuriyet tarihimizde ilk kez Milli Eğitim'e
ayrılan pay, diğer tüm kalemlerin önüne geçti ve ilk sırada yer
aldı.
2010 yılında Milli Eğitim'e ayırdığımız bütçe, 2002 yılına göre
yüzde 278 oranında arttı ve 28,24 milyar TL oldu.
Yükseköğrenim Bütçesi 2,5 milyar TL idi, yüzde 275 oranında
artırdık; 2010 yılında 9,3 milyar TL bütçeden pay ayırdık.
Yurt-Kur bütçesi sadece 494 milyon TL iken onu da yüzde 456
oranında artırdık ve 2,7 milyar TL'ye yükselttik.
Kamunun araştırma geliştirmeye ayırdığı bütçe, arkadaşlar burası
son derece önemli, 2002 yılında sadece ve sadece 57,7 milyon TL
idi. AR-GE'nin... 2010 yılında biz bu miktarı 2 milyar TL'ye
çıkardık; yani tam yüzde 3 bin 411 oranında artış sağladık.
Üniversite AR-GE Bütçesi 86,6 milyon TL iken, bunu da 480 milyon
TL'ye çıkardık, yani yüzde 3 bin 299 oranında artış yaptık.'
Sanayide yapılan dev atılımları nasıl anlattı Sayın Başbakan
Erdoğan:
'2009 yılı Aralık ayı sanayi üretim endeksi, 2008 yılı Aralık ayına
göre yüzde 25,2; bir önceki aya göre de yüzde 8,7 oranında arttı...
Otomobil satışlarında krize rağmen artış devam ediyor... Ocak
ayında, geçen yılın ocak ayıyla hemen hemen aynı oranda bir satış
gerçekleşti ve 12 bin 594 otomobil satışı yapıldı... Binek ve
ticari araç toplam satışı 2009 Ocak ayında 19 bin 606 adet idi; bu
yılın ocak ayında ise sayı 20 bin 95 olarak gerçekleşti.'
Not: AKPARTİ.ORG.TR sitesini yenileyen arkadaşlardan köşe
yazarları olarak naçizane bir ricamız olacak. Sayın Başbakan'ın
konuşmalarını dakikası dakikasına siteye koyunuz... Malum, artık
sadece bu konuşmaları yazacağız...
Bir de bayat konuşma yayınladık diye ekmeğimizden olmayalım.
Saygılar...
MEHMET ALTAN
OTORİTER VE TOTALİTER RUH HER YANDA
Mehmet Altan Star
Otoriter ve totaliter ruh her yanda
Dün... “Zirve” ertesinde kuvvet komutanları salınmış, 3. Ordu
Komutanı ise hala adliyenin davetine uymamıştı. Balyoz Darbe
Planı’ndaki başrol oyuncusu Çetin Doğan’ın da sorgusu
sürüyordu...
Aynı soruşturma kapsamında on üç ilde aralarında Konya İl Jandarma
Alay Komutanı’nın da bulunduğu 17 muvazzaf subay ve astsubay ile
bir emekli askeri personel gözaltına alınmıştı. Adalet Bakanı
Sadullah Ergin ise geçtiğimiz hafta yaşanan krizin ardından yargı
reformu için Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi başkanları ile
görüşme turunda idi.
Ama en şaşırtıcı gelişme...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Genişletilmiş İl Başkanları
Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu’na göre maaş alan üst düzey bir askeri yönetici ile
kendisini eşit kılan ve Balyoz Planı soruşturmasında sıra paşalara
geldiğinde yapılan “zirve”yi eleştiren köşe yazarlarına yönelik
söyledikleri oldu.
Yargı reformu gündeme gelince...
Kendi kendime, “devlet bütçesinden yüzde 1 bile pay almayan ve 1
Mayıs 2009 tarihi itibarıyla hâkim ve savcı açığı toplam 3 bin 875
olan bir yargıdan söz ettiğimizin bilincinde miyiz” dedim. Acaba,
AB’nin “2009 yılı Türkiye İlerleme Raporu” ne diyordu?
“Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve verimliliği konusundaki
kaygılar devam etmektedir.
Bağımsızlıkla ilgili olarak, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun
yapısına ya da adalet müfettişlerinin raporlama biçimlerine ilişkin
ilerleme kaydedilmemiştir.
Şemdinli davası devam etmektedir. Davanın bugüne kadarki ele alınış
biçimi ve daha önce davadan sorumlu olan sivil savcının görevden
alınması, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsızlığı
konusunda şüphe doğurmuştur. Yargının, Silahlı Kuvvetlerin ve hâkim
ve savcı derneklerinin kıdemli üyeleri, yargının önemli davalardaki
ızlığını tehlikeye sokabilecek açıklamalar yapmışlardır.”
Tespitler ve öneriler uzayıp gitmekteydi...
Vatandaşından yöneticisinden...
Siyasetçisinden askerine...
Tüm zevatın “kendi gibi düşünmeyeni” yok etmeyi can-ı gönülden
arzuladığı bir ülkede, tarafsız, yansız ve verimli bir “demokratik
yargı” oluşabilir mi?
Yarın 28 Şubat...
28 Şubat Post Modern Darbesi’nin yıldönümü... Çevik Bir’in o dönem
çalıştığım Sabah Gazetesi’nin patronu Dinç Bilgin’e “ordunun benden
rahatsız olduğunu, dolayısıyla işten atılmam gerektiğini”
söylediğini Hasan Cemal’in “Kürtler” kitabında okumuştum. O
“rahatsızlığın” sonuçlarını da yaşamıştım.
Kastını aşmış olduğunu dilediğim Başbakan Erdoğan da şaşırtıcı
şeyler söylüyordu:
“O gazetelerin patronlarına sesleniyorum. ‘ne yapayım, köşe
yazarıma hâkim olamıyorum’ diyemezsin. Sen bunun sorumlususun,
diyeceksin.
...Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye
geldiği zaman da buna hakkın yok.
...Herkes çizgisini bilmelidir. Köşe yazarlarınız beni
eleştirebilir, haklarıdır. Ben de uyarımı yapmak zorundayım. Herkes
yeri ve konumunu iyi bilmek zorundadır. Bu ülkeyi germeye hakları
yok.
...Herkes fikrini söylemekte serbesttir. Ama o insanlara o
kalemleri teslim edenler de der ki ‘Kusura bakma, bizim dükkânda
sana yer yok’. Herkes vitrinine layık olanı koyar.”
Başbakan, “tek sesliliği” arzulayan hiddetini şu noktada
temellendirmekteydi:
“Bir taraftan hükümete vuracaksın, öbür taraftan ekonominin çökmesi
için köşe yazarlarıyla elinden geleni yapacaksın. Piyasalar yüzde
6,5 puan düşüyorsa, bunun sebebi ortadadır.”
Hâlbuki...
Piyasalar köşe yazarlarından dolayı değil, askeriyenin Balyoz
davasının yargı sürecinde anayasal bir suç işleyerek Genelkurmay’da
toplantı yapmalarından, kısacası “demokratik ilkelerin”
yürümemesinden etkilendi.
Acaba “ilke” üzerinden siyaset anlayışı hâkim olsa... Reel
politikanın dengeleri yerine evrensel bir hukuk devletinin
kriterleri asıl alınsa...
Bunun değişimi için gaza basılsa ve taviz verilmese ne olur?
Ben size söyleyeyim:
Başbakan “tek sesli” bir basın isteyip, “katip” ile
“yazar”ı karıştırmaz, generaller yargıyı korkutmak için toplanıp
bildiri yayınlayamaz, memur ile yürütmenin başının karşılıklı
oturmasına “zirve” denmez ve borsa da bu garipliklerin tümünden
korkup düşmez.
Nuh Gönültaş Bugün
Eğer bir Batı ülkesinde başbakan olsaydınız...
Nuh Gönültaş Bugün
Eğer bir Batı ülkesinde başbakan olsaydınız...
Şu kesin, Başbakan Tayyip Erdoğan öfkesini kontrol etmekte
zorlanıyor!
Öfke, güçlü bir duygudur. Ama kontrol edilmesi mümkündür.
Toplumda önemli yer işgal eden, etki gücüne sahip liderlerin,
kanaat önderlerinin ülkeyi yönetenlerden, halkla muhatap olanlardan
öfkelerini kontrol etmeleri istenir.
Hatta öfke kontrolü sonradan öğrenilebilir, engellenebilir.
Bir kısım sorunlu ruhları bir tarafa koyarsak, öfkelenen ve de
öfkesini kontrol etmeyi düşünmeyen kişiler genellikle kendini güçlü
hisseden kişilerdir.
Herkes, başbakanlar da öfkelenebilir. Ama onların öfkesini
ulu orta söylemeye hakları yoktur!
Başbakanlar öfkesini ya kontrol edecek ya da kontrollü biçimde
öfkelenecek!
Evet bazen öfkelenmek de gerekebilir.
Ama öfkenin uygun şekilde ifade edilmesi daha uygundur.
Değilse oldukça kırıcı, yıkıcı, tedavisi mümkün olmayan sonuçlara
yol açabilir.
Konuşma tarzından belli oluyor, bizim başbakanımız
öfkeli.
Öfkesini sık sık da açık ediyor.
Öfkelendiği konuda kendisini kontrol etme gibi bir kaygısı yok.
Dolayısı ile öfkeyle söylediği sözlerin kendine dönüşümü olumsuz
oluyor.
Atalar boşa dememişler; "Öfke ile kalkan zararla oturur."
Kim bilir hangi köşe yazarının yazısı canını acıttı ya da kendisini
öfkelendirdi bilinmez ama başbakan dün konuşurken yine köşe
yazarlarına çattı.
Köşe yazarlarına öfkelendi!
Medya patronlarına "Yazdırmayın böyle şeyleri, engel olun bunlara"
dedi:
"Köşe yazarları her istediğini yazamaz. Patron gerekirse kusura
bakma sana burada yer yok demelidir. Herkes çizgisini bilsin. Köşe
yazarlarını uyarmak zorundayım. Maaşını ödediğin yazara hakim
ol."
Vay vay vay!
Başbakanı kim bu kadar kızdırmış olabilir?
Köşe yazarlarını hedef alan konuşmaların Tayyip Erdoğan'a hiçbir
şey kazandırmadığı kesin ama o bu konuda ısrar ediyor.
Daha önce de yaptı bunu.
Şimdi de gazete patronlarına "köşe yazarlarınızı kontrol edin" gibi
mesleğin doğasına aykırı bir öneride bulunuyor.
Tamam, köşe yazarlarının mesleki yeterliklerini eleştirin.
Demokratik reflekslerinin zayıf, hatta hiç olmadığını
vurgulayın.
Bazılarının "dahi" anlamındaki "de, da" eklerini yanlış
yazdıklarını da söyleyin.
Ama patronlarından onları işten atmalarını, ne yazıp
yazmayacaklarına karışmalarını istemeyin.
Talebiniz
buysa yine bir yanlış içindesiniz.
Üzerime alınmadım ama bu yaptığınız ile hangi köşe yazarlarını
kastediyorsanız yanlış.
Siz kendi işinizi yapın, köşe yazarları da köşe yazarlığını
yapsın.
"Batı'da böyle bir şey yok" diyorsunuz.
Olmayabilir.
Batı'da böyle bir askeri düzen, böyle bir hukuk düzeni, böyle bir
hükümet düzeni de yok.
Bu ülkede Batı'da olmayan o kadar çok şey var ki sayın
başbakan!
Bir Batı ülkesinde başbakan olsaydınız medya patronlarından köşe
yazarlarını kapının önüne koymalarını isteyemezdiniz.
Evet evet, bence siz kendi işinizi, köşe yazarları da kendi
işlerini yapsın.
Siz de Şeyh Edebali'nin "Ey oğul" diye başlayan tavsiyelerini
okuyun.
Gerçi Edebali'nin bu tavsiyeleri Deniz Baykal'ın ağzında söylene
söylene değerinden kaybetti ama o asla başbakan olamayacağı için
bunun bir önemi yok.
Yine de siz onu bir kere daha okuyun.
Siz başbakan olduktan sonra artık öfke bize uysallık size...
Başbakan olduğunuz müddetçe bu böyle gider.
Siz iyi bir insansınız, bu ülke insanının sevgisini,
saygısını kazandınız. Türkiye'yi uçuş rampasına getirdiniz. Her iki
vatandaştan birinin oyunu aldınız.
Öfkenizi de kontrol etmeyi öğrendiğinizde, artık denizi geçip
derede boğulmamayı da öğrenmiş olursunuz!
Nazılı Ilıcak Sabah
Patron talimatı ve köşe yazarı
Nazılı Ilıcak Sabah
Patron talimatı ve köşe yazarı
AK Parti'nin içinde, Tayyip Erdoğan'a doğruları söyleyecek cesareti
olan kimse yok mu? Acaba birileri, gazetecileri hedef alan
konuşmasından sonra onu uyarıp, "Patron, bu olmadı" dedi mi?
Erdoğan, açıkça, gazete patronuna "Köşe yazılarından sen
sorumlusun, onların yazılarını sansür edeceksin" tavsiyesinde
bulunuyor.
Köşe yazarları, yazdıklarından ya da yazmadıklarından dolayı
okurlarına karşı sorumludur. Tayyip Erdoğan, İl Başkanları
toplantısında, bundan sonraki nesillerin kendisini ve AK Parti'yi
değerlendireceğini belirtti. Doğru. Ama bizler de aynı konumdayız.
Bizler de yarınki kuşaklara bir isim bırakıyoruz; bir düşünce tarzı
bırakıyoruz. Yanlış karşısında susmuşsak, uzun yıllar geçse de, o
suskun tavrımız eleştirilecektir.
AK Parti iktidarının birçok icraatını destekliyorum; demokrasi
yolundaki samimi çabalarına katılıyorum. Ama şu konuşma, bütün bu
çabaların da inandırıcılığını ortadan kaldırıyor. Erdoğan görmüyor
mu? Demokrasi, bir kere sandıktan çıktıktan sonra, ülkeyi keyfine
göre yönetmek değil. Düşünce hürriyeti, demokrasinin en önemli
unsuru. İsteyen istediği yorumu yapabilmeli. Bir fikir kendi
zıddıyla birlikte değer taşır. Tek seslilik olursa, bizim
övgülerimizin de bir mânâsı kalmaz. Arkadaşlarımızın eleştiri
yapamadığı bir ortamda, ben şahsen, doğru bulduğum icraatı da
övemem.
Ah Tayyip Erdoğan, üstelik yaş gününüzde, bunları demeyecektiniz
bize... İl Başkanları toplantısında çok doğru sözler sarf ettiniz.
Hayallerinizi anlattınız. Hayırla anılacağınıza dair inancınızı
tekrarladınız. Ama o hayallerin içinde, medya sansürü
olmamalıydı.
"Bunu yazan gazetecilerin patronlarına sesleniyorum. 'Ne yapayım
köşe yazarı hâkim olamıyorum' diyemezsin, sorumlusu sensin. O
gazetecinin maaşını sen veriyorsun. Bu ülkeyi germeye hakları
yoktur. Bunlar edebe adaba uymaz. Herkes fikrini söylemekte
serbesttir ama bu insanlara kalemleri teslim edenler kusura bakma
sana burada yer yok demelidir." Tayyip Erdoğan
Mehmet Barlas Sabah
Ben başbakan olsaydım medyaya böyle yaklaşmazdım
Mehmet Barlas Sabah
Ben başbakan olsaydım medyaya böyle yaklaşmazdım
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın AK Parti genişletilmiş il başkanları
toplantısındaki konuşmasında bizim mesleğe dönük eleştirilerini
yinelemesi, doğal olarak gazete köşelerinde tepkilere sebep
olacaktır.
Erdoğan konuşmasındaki sert üslubuna Borsa'daki 6.5 puanlık düşüşün
sebep olduğu anlaşılıyor. Nitekim konuşmada "Gazete patronları"na
hitap ederek şöyle demiştir:
- "Ne yapayım köşe yazarı, hâkim olamıyorum" diyemezsin. "Sen bunun
sorumlususun arkadaş" diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu
ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok. Buna biz de müsaade
etmeyiz. Çünkü bir anda dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği
ortaya çıkıyor.
- Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye
geldiği zaman da feryat etmeye hakkın yok... Eğer şurada yüzde 6.5
puan sadece piyasalar düşüyorsa bunun sebebinin kimler olduğu
ortadadır. Onun için de ben diyorum ki lütfen herkes çizgisini iyi
bilmeli. Bu noktada ben uyarımı yapıyorum yapmak zorundayım.
Ortamı kim kızıştırdı?
Başbakan'ın diğer söylediklerini de satır başları ile
hatırlayalım:
- Eski alışkanlıkları depreşen, talimatla manşet atan, Türkiye'yi
bir yangın yeri gibi gösterip ellerinde körüklerle sağa sola
koşuşturan medyanın tahriklerine gelmeyeceğiz. Düşünün dün
Cumhurbaşkanımızın başkanlığında üçlü bir zirve, toplantı yaptık.
Şimdi ona bile garip yorumlar getiriyorlar. Öyle çirkin yorumlar
getiriyorlar ki akla hayale gelmez şeyler. Ya siz bu ülkeye
yardımcı mı olacaksınız, yoksa bu ülkede hâlâ ortamı kızıştırmanın
gayreti içinde mi olacaksınız?
- Bir Cumhurbaşkanı'nın, ülkenin Başbakanı'nı, Genelkurmay
Başkanı'nı çağırmak suretiyle bir araya gelmesi, bir değerlendirme
yapması yanlış bir şey mi? Diğer kurumların başkanlarını çağırıp
onlarla görüşmesi yanlış bir şey mi? Bunlar Anayasa ile
Cumhurbaşkanı'na verilmiş yetkiler, haklar. Bunu bile alıp garip
garip köşelerinde yorumluyorlar.
- Herkes fikrini söylemekte serbesttir. Gayet güzel de böyle
belirlenmiş şeyler var. Tabii serbest, söyle doğru. Ama o insanlara
da o kalemleri teslim edenler der ki "Kusura bakma kardeşim bizim
dükkânda sana yer yok." Çünkü herkes vitrinine layık olanını koyar.
Çünkü her zamankinden daha çok birliğe, beraberliğe ihtiyacımız
var. Bize gelip birlik, beraberlik tavsiyesinde bulunanlar önce
kendilerine şöyle bir baksınlar.
Başbakan'ın konuşmasında medyaya ilişkin eleştirel düşüncelerin
seslendirildiği bölümler bunlardı.
Ben Başbakan olsaydım
Bu sözler hakkındaki düşüncemi hemen belirteyim.
- Ben Başbakan olsaydım asla böyle şeyler söylemezdim!
Benim bu sözlerimi Başbakan duysaydı herhalde o da şu cevabı
verirdi:
- Sen Başbakan değilsin ki!
Bu tartışılmaz gerçeğin ışığında, gazete köşe yazarı yazarlığını,
gazete patronu patronluğunu, Başbakan da başbakanlığını yapmaya
devam edeceklerdir.
Bu arada herkes kendi mesleğinin dışındaki meslekler hakkında
yanlış ya da doğru düşüncelerini açıklayacaktır.
Neticede bizler de köşelerimizde "Böyle başbakanlık yapılmaz"
çizgisinde yazılar yazmıyor veya televizyon programlarında "Yanlış
olan ne varsa hepsi bu iktidar yüzündendir" demiyor muyuz?
Ayrıca ben onların yerinde olsaydım Deniz Baykal'ın ve Devlet
Bahçeli'nin yaptıkları bazı konuşmaları da asla yapmazdım.
Ben general olsaydım Balyoz benzeri denemelerin prova için de olsa
sahnelenmesine de asla izin vermezdim.
Oktay Ekşi Hürriyet
Demokratlarımız
Oktay Ekşi Hürriyet
Demokratlarımız
Kaç gündür yargı reformu ile ilgili düşüncelerimizi sizinle
paylaşmak istiyoruz ama önümüze ya “paşaların gözaltına alınması”
olayı, ya Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’yla
görüşmesi çıkıyor. Bugün de Başbakan’ın -mutat üzeremedya
patronlarına, “Atın o sütun yazarlarını işten!” mesajı içeren
konuşması çıktı.
Biliyorsunuz bazı meslektaşlarımıza ve üniversitede hocalık yapan
bazı aydınlarımıza göre demokrasimiz müthiş bir gelişme
içindedir.
Doğrusu demokrasinin gelişmesi bizim de özlemimiz ama galiba
demokrasi deyince bu arkadaşlar ve Başbakan başka şeyden, biz başka
şeyden söz ediyoruz. Hani derler ya, “Maksud (maksat) bir ama
rivayet muhtelif” diye... Bunun tam tersi söz konusu, çünkü burada,
“Rivayet bir ama maksud muhtelif!.”
Sebep basit:
Biz, her insanın kendi düşüncesini özgürce ifade ettiği, bu yüzden
ekmeğiyle oynanmadığı, baskı altına alınmadığı, hapsedilmediği bir
rejimin adının “demokrasi” olabileceğini söylüyoruz.
Bizim bildiğimiz demokrasilerde de başbakanlar medyaya sık sık
kızar. Yeri gelir eleştirir de... Ama medya patronlarına, “Sen
nasıl patronsun? Adamlarına söz geçiremiyor musun?” demezler. Çünkü
bunun denebildiği yerde “demokrasi”den söz edilemeyeceğini herkes
bilir.
Başbakan Erdoğan bir süre önce “Yalan yazıyorlar” yahut “Gerçekleri
çarpıtıyorlar” diyordu. Böylece olayları kamuoyuna kendisinin
istediği gibi sunmayanlara kızdığını anlıyorduk.
Belki bazı örneklerde de haklı idi.
Anlaşılan sıra şimdi, onun istediği gibi düşünmeyen, beklediği
yorumu yapmayanlara geldi. Onları da işten attırabilirse sıra,
kendisi alkış beklerken susanlara gelecek.
Sonra da birileri Türkiye’de demokrasinin geliştiğini
savunacak.
Sadece Başbakan değil, işin tuhafı karşımıza geçip “demokrasi
havariliği” taslayan bazı yazarlar da aynı telden çalıyorlar.
Örneğin özellikle bir iki kalem beğenmedikleri -veya karşıt görüşte
oldukları- sütun yazarlarını ve gazete yöneticilerini sistemli
kampanya açarak o medya grubunun patronuna şikâyet ettiler. Onunla
kalmayıp “Şu adamları o görevden uzaklaştır” yahut “kov” mesajı
verdiler.
Bunun “demokrasi”den vazgeçtik en basit insan -ve özellikle iş-
ahlakı ile bağdaşması mümkün değildir. Dahası pek de parlak olmayan
medya tarihimizin en kirli sayfalarında bile bu ahlaksızlığın
örneğini bulmak imkanı yoktur.
Derya Sazak Milliyet
Köşeler
Derya Sazak Milliyet
Köşeler
Emekli komutanlar Fırtına, Örnek ve Saygun serbest bırakıldılar.
“Balyoz darbe planı”nı hazırladığı öne sürülen Çetin Doğan ise
tutuklandı.
Çankaya’daki “üçlü zirve”de gözlenen yumuşama havasından “yargının
etkilendiği” tam olarak söylenemez. Kuvvet komutanlarının serbest
bırakılması “şartla salıverme”ye benziyor. Haklarındaki
soruşturmalar sürecek. Muhtemelen dava da açılacak. Başsavcı Vekili
Turan Çolakkadı, komutanların “kaçma ya da delilleri karartma”
imkânları olmadığı için serbest bırakıldıklarını açıkladı. Bu
kadarı bile çok ağır değil mi?
Öte yandan “Balyoz”la ilgili dün ikinci gözaltı dalgası
başlamış.
Tatbikata katılan, “Sakal”, “Çarşaf” eylemlerinde görev alacakları
öne sürülen jandarma personeli gözaltına alınıyor.
Kuzey Deniz Saha Komutanı da gözaltında. Böyle giderse, Deniz
Kuvvetleri’nde Beşiktaş iskelesine-adliyesine çıkmayan amiral
kalmayacak. Sanki, “Amiral battı” oyunu oynanıyor!
Geçen hafta Somalili korsanlara karşı Aden Körfezi’nde görev yapan,
donanmaya ait “Gökova” firkateyninin dönüş töreni vardı.
Denizcileri aileleri karşıladılar. Eşleri, çocukları, anne babaları
sarmaş dolaş oldular. Görevlerini başarıyla yapmışlardı. O duygusal
ortam, Deniz Kuvvetleri’ni tam da olması gereken yerde -limanda- ve
saygınlıkta gösteriyordu.
Donanmanın yeri Ege’de, Kıbrıs’ta, ihtilaflı sularda normal seyrini
yapmak değil mi?
Poyrazköy silahları, Kafes planları, suikast iddiaları, intiharlar,
gözaltı ve tutuklamalar, denizcilere ağır gelmiyor mu? Deniz
Kuvvetleri’ne yönelik “cunta” suçlamaları 28 Şubat’a Güven Erkaya
dönemindeki “Batı Çalışma Grubu”na dek götürülebilir. 2003-2004
dönemindeki faaliyetleri, “Günlükleri”ne kaydeden emekli Oramiral
Özden Örnek de, bugün gelinen noktadan komutan olarak
sorumludur.
Türkiye’nin bu süreçten, en az kurumsal hasarla çıkması herkesin
isteği. Yargı elbette görevini yapacaktır.
Ülkedeki gerilimi düşürmek ise en başta siyasal iktidara
düşmektedir.
Başbakan Erdoğan dün yine medyayı hedef aldı. Çankaya’daki zirveyi
eleştiren yazarlara çattı: “Herkes fikirlerini söylemekte
serbesttir. Gayet güzel de, doğruyu söyle... O insanlara da, o
kalemleri teslim edenler der ki, ‘Kusura bakma kardeşim, bizim
dükkânda sana yer yok.’
Yazarları patronlara şikâyet ediyor Başbakan: ‘Ne yapayım, köşe
yazarına hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun
arkadaş’, diyeceksin. Niye? Çünkü bu ülkeyi germeye, ekonomiyi
germeye kimsenin hakkı yok. Buna müsaade etmeyiz. Çünkü bir anda
dengelerin ekonomik olarak ne hale geldiği ortaya çıkıyor. Köşende
yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiğinde
buna hakkın yok.”
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu ifade özgürlüğüdür. Yazılara
müdahale sansürdür! Savunulamaz. Yazarları susturmaya yönelik
çağrılar ancak diktatörlüklerde olur.
Ne ülkede yaşıyoruz, Tarkan da “kokain” iddiasıyla gözaltına
alınmış.
Sen de mi Tarkan!..