Hizbullah sessizliğini bozdu
Abone olHizbullah ile ilgili çalışmalarıyla dikkat çeken Ruşen Çakır, örgütün sessizliğini bozduğunu söyledi. Çakır, Hizbullah'ın kendisine gönderdiği bir kitapla ilgili bilgi verdi
Hizbullah nihayet sessizliğini bozdu
Geçtiğimiz günlerde e-postalarımı kontrol ettiğimde büyük bir sürprizle karşılaştım. Birileri bana, elektronik ortamda, “Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler” adında, “İ.Bagasi” imzalı bir kitap yollamıştı.
Önce ekranda kitaba hızlı bir şekilde göz attım; ardından kağıda döküp satır satır okudum ve bunun gerçekten, şu an örgütü yönetiyor olması gereken (ve muhtemelen Avrupa’da yaşayan) kişi ya da kişiler tarafından kaleme alındığı kanaatine vardım. Yaptığım hızlı bir araştırma sonucu, örgütün kurucularından ve Hüseyin Velioğlu’ndan sonra en etkili isimlerinden olan, halen Almanya’da yaşadığı ileri sürülen İsa Altsoy’a, yakın çevresinde “Bagasi” dendiğini öğrendim. Kitapta, ilk yıllarından itibaren örgütle ilgili çok ayrıntılı bilgiler olması, bunun Altsoy tarafından yazılmış ya da yazdırılmış olma ihtimalini artırıyor. Hiç kuşkusuz, bu kitabın Hizbullah’la ilişkisi olmayan kesimler tarafından yayınlanmış olma ihtimalinin, düşük de olsa bulunduğunu kabul etmeliyiz.
İLK KEZ BİR YAYIN
Hizbullah hakkında araştırmalar yapan, 2001 yılında “Derin Hizbullah, İslamcı Şiddetin Geleceği” adında kitabı yayınlamış bir gazeteci olarak, beni en çok heyecanlandıran husus, hayatımda ilk kez, örgütün propagandaya yönelik bir metniyle karşılaşmış olmamdı; üstelik bu tam 256 sayfalık bir kitaptı.
Çünkü temelleri 1979 yılında atılan Hizbullah hakkında, özellikle son yıllarda çok şey yazılıp çizilmiş, sayısız eleştiri ve ithama maruz kalan örgütse bunların hiçbirine cevap vermeyip suskunluğu tercih etmişti. Bütün bu süre boyunca Hizbullah’ın propagandaya yönelik tek faaliyeti “Şehitler Kervanı” adlı marş kasetleri olmuştu.
DOMUZ BAĞLARINA YALANLAMA
2004 Mart ayında basıldığını öğrendiğim kitap, Hizbullah’ın kuruluşu, ideolojisi, Kürt sorununu algılayışı, hem PKK, hem Menzil adlı İslamcı grupla çatışması, devlete bakışı konusunda dikkate değer bilgi, yorum içeriyor ve en önemlisi, bugüne kadar yöneltilmiş suçlamalara cevap veriyor.
Hizbullah'ın kurucusu Hüseyin Velioğlu, 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz'da düzenlenen operasyonda güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürüldü.
Kitabın sunuşunda “Cemaatın zararına dahi olsa olaylar gerçek yönleriyle, yorumsuz ve somut bir şekilde, çarpıtılmadan izah edilmiştir. Bundan dolayı bu kitaba Cemaatin propagandası gözüyle bakılmamalı ve peşin hükümle yaklaşılmamalıdır” deniyor.
Ancak mezar evler, domuz bağları, işkenceli sorgularla ilgili, çok kısa ve imalı yalanlamalar, bütün bunların “devletin bir komplosu olarak” gösterilmeye çalışılması fazlasıyla propaganda kokuyor. Gaffar Okkan ve arkadaşlarının katledilmesindense, kitapta adları verilmeden sadece bir kez, o da HADEP’lilerin cenazeye katılmasının eleştirilmesi bağlamında söz ediliyor.
Kitapta, örgütün İran’daki rejime sempatiyle baktığı kabul edilmekle birlikte, Tahran’la hiçbir organik ilişkisi olmadığı, askeri ve lojistik destek almadığı; İran adına veya onun çıkarları doğrultusunda hiçbir faaliyeti olmadığı da ısrarla vurgulanıyor.
“BİZE KUZEY IRAK’TA KAMP TEKLİF ETTİLER”
Hizbullahçılar kitapta, PKK’nın Güneydoğu’daki etkisini dört-beş yıl süren çatışma nedeniyle kendilerinin kırdığını; özellikle PKK’nın milis gücü ve cephe örgütlenmesine öldürücü darbeler indirdiklerini söyleyip “Türk devleti, bu çatışma sayesinde bölgede içinde bulunduğu krizden kurtulma şansını elde etti” diyorlar.
Devletin doğrudan ya da dolaylı yönlendirmesi altında oldukları iddialarının şiddetle reddedildiği kitapta, devletin farklı istihbarat birimlerinin kendilerini kontrol altına almak istediği, ama bunları ortaya çıkardıkları ileri sürülüyor. Bu noktada, Jandarma Kuvvetleri’ne bağlı istihbarat birimleriyle ilgili dile getirilen bir iddia dikkat çekiyor: “JİTEM, halk arasında dindar geçinen ve bu özelliklerinden dolayı alt düzeyde Cemaatın bazı fertleriyle ilişki kurabilen unsurlarını devreye sokarak Cemaate karşı bir komplo ve imha planı geliştirmişti. Eğer Cemaat isterse Güney Kürdistanlı (Kuzey Iraklı) bazı grupların yardımıyla Cemaatı buraya yerleştirebileceklerini, böylece Cemaatın orada kamp kurabileceğini, mahkum ve muhacirlerini barındırabileceğini söyleyerek bunu Cemaate teklif olarak getirdiler. Ancak Cemaat bu oyuna gelmedi ve bu tuzağa düşmedi.”
“FETHULLAH HOCA BİZİ İYİ TANIR”
Hizbullahçılar, bölgedeki İslamcıları PKK’nın ellerinden kurtardıklarını, RP’nin oylarının artmasına vesile olduklarını söyleyip şöyle devam ediyorlar: “Cemaat isteseydi 1993-94 yıllarından sonra yapılan yerel ve genel seçimlerin hepsinde aday gösterebilir ve istediği adayları seçtirebilirdi. Ancak hiçbir partiyle ilişki içinde olmadı.”
2000 yılı başında Hizbullah örgütüne karşı düzenlenen seri operasyonlarda bulunan 'mezar evler' uzun süre kamuoyunun hafızasından çıkmadı.
Kitapta Fethullah Gülen cemaatiyle ilgili çarpıcı satırlar mevcut. Örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun Nurcu gelenekten geldiğini hatırlatan Hizbullahçı yazar, bu nedenle hiçbir Nurcuya düşmanca yaklaşmadıklarını söyleyip şöyle devam ediyor: “Bölgede Cemaate karşı gerçekleştirilen operasyonlarda Fethullah Gülen cemaatine bağlı polisler önemli görevler icra ediyor ve Cemaate karşı çok acımasız davranıyorlardı. Yakalanan Cemaat mensuplarını çözmek veya cemaatten uzaklaştırmak için dindarlıklarını da kullanarak değişik yol ve taktiklere başvuruyyorlardı. Öyle tahmin ediyoruz ki, Fethullah Hoca grubunun bu insanlar vasıtasıyla Cemaat hakkında edindiği bilgi, en az devletin edindiği bilgi kadar vardır.”
"İZZETTİN YILDIRIM’I SEVERDİK”
Bilindiği gibi Zehra Vakfı Başkanı, Nurcu-Kürt lider İzzettin Yıldırım, Hizbullah tarafından kaçırılmış, bizzat Hüseyin Velioğlu tarafından sorgulanmış, Velioğlu’nun öldüğü 17 Ocak 2000 tarihindeki operasyondan iki gün sonra boğularak öldürülmüş halde bulunmuştu. Kitapta öldürülmesi konusunda uzun açıklamalar var. Bunları özetleyecek olursak:
İzzettin Yıldırım grubu bize en yakın gruptu. Karşılıklı görüşmelerimiz 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir.
Türkiye’deki İslami grupların yakından tanıdığı İbrahim Sarıaltun isimli şahısın ajan olduğunu saptadık. Kendisi bize Türk istihbarat örgütlerinin faaliyetlerini itiraf etti. Hizbullah’a alternatif olarak oluşturulması istenen yapıda İzzettin Yıldırım grubunun da bulunduğunu söyledi.
İzzettin Yıldırım, Cemaat tarafından çağrılıp kendisiyle konuşuldu. Bu toplantılara grubundan iki arkadaşının katıldığını söyledi. Ama işin mahiyetini bilmediğini belirtti.
İzzettin Hoca’nın bulunduğu ev Beykoz’da basılan evle irtibatlı olduğu için, Cemaat mensupları burayı terk etti. Bir daha eve dönemedikleri için de kendisinden haber alamadılar.
“BEYKOZ OPERASYONU RASLANTI SONUCU GERÇEKLEŞTİ”
Kitabın son bölümünde, 17 Ocak 2000 tarihinde örgüt kurucusu ve tek lideri Hüseyin Velioğlu’nun ölümüyle sonuçlanan İstanbul Beykoz’daki operasyonun tamamen raslantı ürünü olduğu, örgütün üst düzeyine sızma ya da bunlardan birinin yakın takibi sonucu gerçekleşmediği kanıtlanmaya çalışılıyor. Kitapta dile getirilen bazı iddialar şöyle:
Bu tür bir operasyonun gündüz gözüyle yapıldığı görülmemiştir.
Öğlen saatlerinde biri kameralı, üç kişilik bir polis ekibi arabalarıyla evin önüne kadar gelip ısrarla zili çlıyorlar. Kimse cevap vermeyince duvardan atlayıp bahçeye giriyorlar. Rehber (Hüseyin Velioğlu) “Bunlar polis, eve girmeye çalışıyorlar” diyerek eline keleşi alıp ateş ediyor ve çatışma başlıyor.
Cemaate yönelik operasyonlarda, dinlendiği için polis uzun süredir telsiz kullanmıyordu. Bu gelen polislerse telsizle yardım istiyorlar. Bunun üzerine basın polisten önce olay yerine geliyor.
Beykoz’daki eve olaydan dokuz gün önce yerleşilmişti. Be evle Cemaat sorumlularının kullandığı iki ev arasında hemen hemen her gün akşam saatlerinde gidiş gelişler oluyordu. Böylesine önemli Cemaat sorumlularının bulunduğu diğer iki eve de polisin eşzamanlı gitmesi gerekirdi. Ama bunlar, arkadaşlar terk ettikten on gün sonra basıldı.
Operasyon günü, öğleden önce iki sefer eve giriş çıkışlar olmuş. Bu planlı bir operasyon olsaydı bu arkadaşların da yakalanması ya da takip edilmesi gerekirdi. Şu ana kadar bu arkadaşların bazıları yakalanmamıştır.
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'a yönelik suikast, Hizbullah'ın son büyük eylemi oldu.
AVRUPA’YA ÇAĞRI
Kitabın sonlarına doğru Avrupa ülkelerine hitaben bir bölümün bulunması ilginç. Böylelikle örgütün kurucularından olup Almanya’da yaşadığı söylenen İsa Altsoy ve diğer yöneticileri korunmak isteniyor olmalı:
“Cemaat silahlı mücadele temeli üzerine kurulan bir hareket değildir. Herp meşru müdafaa hakkını kullanmıştır. Özellikle ülke dışında hiçbir silahlı eylemi olmamıştır.
Cemaatın Avrupa’da çok geniş bir potansiyeli ve sempatizan kitlesi yaşamaktadır. Bugüne kadar cemaatımızın ve bu kitlemizin Avrupa alanında şiddet veya terör olarak nitelendirilebilecek hiçbir eylem veya uygulaması olmamıştır.
Dileğimiz Avrupa ülkelerinin Cemaat hakkında, Türk devleti ve diğer muhaliflerinin tek taraflı olarak yürüttükleri yanlış tanıtma ve karalama propagandalarının tesirinde kalmamalarıdır.”
“ÇOCUKLARIMIZ DEVRALACAK”
11 Eylül’den sonra El Kaide’nin Türkiye’de Hizbullah ile ilişki içinde olup olmadığı çok tartışıldı. Özellikle 15-20 Kasım 2003 eylemlerinden beri gündemin ön sıralarında yer alan bu sorunun açık bir cevabı kitapta yok. Ne var ki sonuç bölümünde tıpkı El Kaide gibi “emperyalist-siyonist cephe”den bahsedilip, onlarla beraber hareket ettiği ileri sürülen Türkiye sert bir şekilde eleştiriliyor.
Aralarında örgütün üst düzey yöneticileri Edip Gümüş ve Cemal Tutal'ın da yer aldığı Hizbullah ana davası, halen Diyarbakır DGM'de sürüyor.
Kitapta, devletin Hizbullah’ı “halk desteği olamayan, etkisizleştirilmiş, bitmiş ve faaliyet yapamaz bir terör örgütü” olarak göstermek istediği belirtilip şu sözlerle nokta konuluyor: “Cemaatın mevcut varlığı son bulsa veya yok edilse dahi, bu mücadeleyi onların çocukları ve onlardan sonra gelenler devralacaktır.”
Bu kitap, eğer düşündüğüm gibi üst düzey yöneticileri tarafından yazılımışsa, Hizbullah’ın artık değiştiğini, değişmek durumunda kaldığını gösteriyor. Beykoz operasyonundan sonra çok büyük darbeler yiyen örgütün toparlanıp toparlanamayacağı, bundan sonra nasıl bir strateji izleyeceği, şiddete başvurup başvurmayacağı Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Yazı: Ruşen Çakır
Kaynak: www.ntvmsnbc.com
Geçtiğimiz günlerde e-postalarımı kontrol ettiğimde büyük bir sürprizle karşılaştım. Birileri bana, elektronik ortamda, “Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler” adında, “İ.Bagasi” imzalı bir kitap yollamıştı.
Önce ekranda kitaba hızlı bir şekilde göz attım; ardından kağıda döküp satır satır okudum ve bunun gerçekten, şu an örgütü yönetiyor olması gereken (ve muhtemelen Avrupa’da yaşayan) kişi ya da kişiler tarafından kaleme alındığı kanaatine vardım. Yaptığım hızlı bir araştırma sonucu, örgütün kurucularından ve Hüseyin Velioğlu’ndan sonra en etkili isimlerinden olan, halen Almanya’da yaşadığı ileri sürülen İsa Altsoy’a, yakın çevresinde “Bagasi” dendiğini öğrendim. Kitapta, ilk yıllarından itibaren örgütle ilgili çok ayrıntılı bilgiler olması, bunun Altsoy tarafından yazılmış ya da yazdırılmış olma ihtimalini artırıyor. Hiç kuşkusuz, bu kitabın Hizbullah’la ilişkisi olmayan kesimler tarafından yayınlanmış olma ihtimalinin, düşük de olsa bulunduğunu kabul etmeliyiz.
İLK KEZ BİR YAYIN
Hizbullah hakkında araştırmalar yapan, 2001 yılında “Derin Hizbullah, İslamcı Şiddetin Geleceği” adında kitabı yayınlamış bir gazeteci olarak, beni en çok heyecanlandıran husus, hayatımda ilk kez, örgütün propagandaya yönelik bir metniyle karşılaşmış olmamdı; üstelik bu tam 256 sayfalık bir kitaptı.
Çünkü temelleri 1979 yılında atılan Hizbullah hakkında, özellikle son yıllarda çok şey yazılıp çizilmiş, sayısız eleştiri ve ithama maruz kalan örgütse bunların hiçbirine cevap vermeyip suskunluğu tercih etmişti. Bütün bu süre boyunca Hizbullah’ın propagandaya yönelik tek faaliyeti “Şehitler Kervanı” adlı marş kasetleri olmuştu.
DOMUZ BAĞLARINA YALANLAMA
2004 Mart ayında basıldığını öğrendiğim kitap, Hizbullah’ın kuruluşu, ideolojisi, Kürt sorununu algılayışı, hem PKK, hem Menzil adlı İslamcı grupla çatışması, devlete bakışı konusunda dikkate değer bilgi, yorum içeriyor ve en önemlisi, bugüne kadar yöneltilmiş suçlamalara cevap veriyor.
Hizbullah'ın kurucusu Hüseyin Velioğlu, 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz'da düzenlenen operasyonda güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürüldü.
Kitabın sunuşunda “Cemaatın zararına dahi olsa olaylar gerçek yönleriyle, yorumsuz ve somut bir şekilde, çarpıtılmadan izah edilmiştir. Bundan dolayı bu kitaba Cemaatin propagandası gözüyle bakılmamalı ve peşin hükümle yaklaşılmamalıdır” deniyor.
Ancak mezar evler, domuz bağları, işkenceli sorgularla ilgili, çok kısa ve imalı yalanlamalar, bütün bunların “devletin bir komplosu olarak” gösterilmeye çalışılması fazlasıyla propaganda kokuyor. Gaffar Okkan ve arkadaşlarının katledilmesindense, kitapta adları verilmeden sadece bir kez, o da HADEP’lilerin cenazeye katılmasının eleştirilmesi bağlamında söz ediliyor.
Kitapta, örgütün İran’daki rejime sempatiyle baktığı kabul edilmekle birlikte, Tahran’la hiçbir organik ilişkisi olmadığı, askeri ve lojistik destek almadığı; İran adına veya onun çıkarları doğrultusunda hiçbir faaliyeti olmadığı da ısrarla vurgulanıyor.
“BİZE KUZEY IRAK’TA KAMP TEKLİF ETTİLER”
Hizbullahçılar kitapta, PKK’nın Güneydoğu’daki etkisini dört-beş yıl süren çatışma nedeniyle kendilerinin kırdığını; özellikle PKK’nın milis gücü ve cephe örgütlenmesine öldürücü darbeler indirdiklerini söyleyip “Türk devleti, bu çatışma sayesinde bölgede içinde bulunduğu krizden kurtulma şansını elde etti” diyorlar.
Devletin doğrudan ya da dolaylı yönlendirmesi altında oldukları iddialarının şiddetle reddedildiği kitapta, devletin farklı istihbarat birimlerinin kendilerini kontrol altına almak istediği, ama bunları ortaya çıkardıkları ileri sürülüyor. Bu noktada, Jandarma Kuvvetleri’ne bağlı istihbarat birimleriyle ilgili dile getirilen bir iddia dikkat çekiyor: “JİTEM, halk arasında dindar geçinen ve bu özelliklerinden dolayı alt düzeyde Cemaatın bazı fertleriyle ilişki kurabilen unsurlarını devreye sokarak Cemaate karşı bir komplo ve imha planı geliştirmişti. Eğer Cemaat isterse Güney Kürdistanlı (Kuzey Iraklı) bazı grupların yardımıyla Cemaatı buraya yerleştirebileceklerini, böylece Cemaatın orada kamp kurabileceğini, mahkum ve muhacirlerini barındırabileceğini söyleyerek bunu Cemaate teklif olarak getirdiler. Ancak Cemaat bu oyuna gelmedi ve bu tuzağa düşmedi.”
“FETHULLAH HOCA BİZİ İYİ TANIR”
Hizbullahçılar, bölgedeki İslamcıları PKK’nın ellerinden kurtardıklarını, RP’nin oylarının artmasına vesile olduklarını söyleyip şöyle devam ediyorlar: “Cemaat isteseydi 1993-94 yıllarından sonra yapılan yerel ve genel seçimlerin hepsinde aday gösterebilir ve istediği adayları seçtirebilirdi. Ancak hiçbir partiyle ilişki içinde olmadı.”
2000 yılı başında Hizbullah örgütüne karşı düzenlenen seri operasyonlarda bulunan 'mezar evler' uzun süre kamuoyunun hafızasından çıkmadı.
Kitapta Fethullah Gülen cemaatiyle ilgili çarpıcı satırlar mevcut. Örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun Nurcu gelenekten geldiğini hatırlatan Hizbullahçı yazar, bu nedenle hiçbir Nurcuya düşmanca yaklaşmadıklarını söyleyip şöyle devam ediyor: “Bölgede Cemaate karşı gerçekleştirilen operasyonlarda Fethullah Gülen cemaatine bağlı polisler önemli görevler icra ediyor ve Cemaate karşı çok acımasız davranıyorlardı. Yakalanan Cemaat mensuplarını çözmek veya cemaatten uzaklaştırmak için dindarlıklarını da kullanarak değişik yol ve taktiklere başvuruyyorlardı. Öyle tahmin ediyoruz ki, Fethullah Hoca grubunun bu insanlar vasıtasıyla Cemaat hakkında edindiği bilgi, en az devletin edindiği bilgi kadar vardır.”
"İZZETTİN YILDIRIM’I SEVERDİK”
Bilindiği gibi Zehra Vakfı Başkanı, Nurcu-Kürt lider İzzettin Yıldırım, Hizbullah tarafından kaçırılmış, bizzat Hüseyin Velioğlu tarafından sorgulanmış, Velioğlu’nun öldüğü 17 Ocak 2000 tarihindeki operasyondan iki gün sonra boğularak öldürülmüş halde bulunmuştu. Kitapta öldürülmesi konusunda uzun açıklamalar var. Bunları özetleyecek olursak:
İzzettin Yıldırım grubu bize en yakın gruptu. Karşılıklı görüşmelerimiz 1990’lı yıllara kadar devam etmiştir.
Türkiye’deki İslami grupların yakından tanıdığı İbrahim Sarıaltun isimli şahısın ajan olduğunu saptadık. Kendisi bize Türk istihbarat örgütlerinin faaliyetlerini itiraf etti. Hizbullah’a alternatif olarak oluşturulması istenen yapıda İzzettin Yıldırım grubunun da bulunduğunu söyledi.
İzzettin Yıldırım, Cemaat tarafından çağrılıp kendisiyle konuşuldu. Bu toplantılara grubundan iki arkadaşının katıldığını söyledi. Ama işin mahiyetini bilmediğini belirtti.
İzzettin Hoca’nın bulunduğu ev Beykoz’da basılan evle irtibatlı olduğu için, Cemaat mensupları burayı terk etti. Bir daha eve dönemedikleri için de kendisinden haber alamadılar.
“BEYKOZ OPERASYONU RASLANTI SONUCU GERÇEKLEŞTİ”
Kitabın son bölümünde, 17 Ocak 2000 tarihinde örgüt kurucusu ve tek lideri Hüseyin Velioğlu’nun ölümüyle sonuçlanan İstanbul Beykoz’daki operasyonun tamamen raslantı ürünü olduğu, örgütün üst düzeyine sızma ya da bunlardan birinin yakın takibi sonucu gerçekleşmediği kanıtlanmaya çalışılıyor. Kitapta dile getirilen bazı iddialar şöyle:
Bu tür bir operasyonun gündüz gözüyle yapıldığı görülmemiştir.
Öğlen saatlerinde biri kameralı, üç kişilik bir polis ekibi arabalarıyla evin önüne kadar gelip ısrarla zili çlıyorlar. Kimse cevap vermeyince duvardan atlayıp bahçeye giriyorlar. Rehber (Hüseyin Velioğlu) “Bunlar polis, eve girmeye çalışıyorlar” diyerek eline keleşi alıp ateş ediyor ve çatışma başlıyor.
Cemaate yönelik operasyonlarda, dinlendiği için polis uzun süredir telsiz kullanmıyordu. Bu gelen polislerse telsizle yardım istiyorlar. Bunun üzerine basın polisten önce olay yerine geliyor.
Beykoz’daki eve olaydan dokuz gün önce yerleşilmişti. Be evle Cemaat sorumlularının kullandığı iki ev arasında hemen hemen her gün akşam saatlerinde gidiş gelişler oluyordu. Böylesine önemli Cemaat sorumlularının bulunduğu diğer iki eve de polisin eşzamanlı gitmesi gerekirdi. Ama bunlar, arkadaşlar terk ettikten on gün sonra basıldı.
Operasyon günü, öğleden önce iki sefer eve giriş çıkışlar olmuş. Bu planlı bir operasyon olsaydı bu arkadaşların da yakalanması ya da takip edilmesi gerekirdi. Şu ana kadar bu arkadaşların bazıları yakalanmamıştır.
Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'a yönelik suikast, Hizbullah'ın son büyük eylemi oldu.
AVRUPA’YA ÇAĞRI
Kitabın sonlarına doğru Avrupa ülkelerine hitaben bir bölümün bulunması ilginç. Böylelikle örgütün kurucularından olup Almanya’da yaşadığı söylenen İsa Altsoy ve diğer yöneticileri korunmak isteniyor olmalı:
“Cemaat silahlı mücadele temeli üzerine kurulan bir hareket değildir. Herp meşru müdafaa hakkını kullanmıştır. Özellikle ülke dışında hiçbir silahlı eylemi olmamıştır.
Cemaatın Avrupa’da çok geniş bir potansiyeli ve sempatizan kitlesi yaşamaktadır. Bugüne kadar cemaatımızın ve bu kitlemizin Avrupa alanında şiddet veya terör olarak nitelendirilebilecek hiçbir eylem veya uygulaması olmamıştır.
Dileğimiz Avrupa ülkelerinin Cemaat hakkında, Türk devleti ve diğer muhaliflerinin tek taraflı olarak yürüttükleri yanlış tanıtma ve karalama propagandalarının tesirinde kalmamalarıdır.”
“ÇOCUKLARIMIZ DEVRALACAK”
11 Eylül’den sonra El Kaide’nin Türkiye’de Hizbullah ile ilişki içinde olup olmadığı çok tartışıldı. Özellikle 15-20 Kasım 2003 eylemlerinden beri gündemin ön sıralarında yer alan bu sorunun açık bir cevabı kitapta yok. Ne var ki sonuç bölümünde tıpkı El Kaide gibi “emperyalist-siyonist cephe”den bahsedilip, onlarla beraber hareket ettiği ileri sürülen Türkiye sert bir şekilde eleştiriliyor.
Aralarında örgütün üst düzey yöneticileri Edip Gümüş ve Cemal Tutal'ın da yer aldığı Hizbullah ana davası, halen Diyarbakır DGM'de sürüyor.
Kitapta, devletin Hizbullah’ı “halk desteği olamayan, etkisizleştirilmiş, bitmiş ve faaliyet yapamaz bir terör örgütü” olarak göstermek istediği belirtilip şu sözlerle nokta konuluyor: “Cemaatın mevcut varlığı son bulsa veya yok edilse dahi, bu mücadeleyi onların çocukları ve onlardan sonra gelenler devralacaktır.”
Bu kitap, eğer düşündüğüm gibi üst düzey yöneticileri tarafından yazılımışsa, Hizbullah’ın artık değiştiğini, değişmek durumunda kaldığını gösteriyor. Beykoz operasyonundan sonra çok büyük darbeler yiyen örgütün toparlanıp toparlanamayacağı, bundan sonra nasıl bir strateji izleyeceği, şiddete başvurup başvurmayacağı Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Yazı: Ruşen Çakır
Kaynak: www.ntvmsnbc.com