Hillary Clinton'dan Türkiye itirafları
Abone olEski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın anılarını topladığı kitabında Türkiye hakkında ilginç yorumlar yer alıyor.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın uzun
süredir beklenen anıları “Zor Seçimler” dün satışa çıktı. Kitapta,
Türkiye’ye geniş yer ayıran, 2016’da Demokratların en güçlü başkan
aday adaylarından Clinton, Erdoğan ve Ankara Hükümeti hakkında
ilginç yorumlarda bulundu.
DARBELER DEMOKRATİKLEŞMEYİ ENGELLEDİ
AMA...
Hürriyet haberine göre, kitapta uzun bir Erdoğan tahlili yapan
Clinton, Başbakan’ın giderek otoriterleşmesine ve Türkiye’nin
istikâmetinin belirsizliğine işaret ediyor. Ayrıca geçmişte Türk
Ordusu’nun gerçekleştirdiği darbelerin de Soğuk Savaş için belki
iyi olduğunu ama Türkiye’nin demokratik gelişimini engellediğini
savunuyor. İşte kitaptan çarpıcı bölümler.
ORDU ZAYIF GÖRDÜĞÜ HÜKÜMETLERİ
DEVİRDİ
Avrupa’daki hiçbir ilişkimiz, 70 milyondan fazla nüfusu olan,
Müslüman çoğunluklu, bir ayağı Avrupa’da bir ayağı Doğu batı
Asya’da olan Türkiye kadar ilgi gerektirmedi.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun
yerine Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan modern Türkiye,
Batı’ya yönelen seküler bir demokrasi olma niyetindeydi. 1952’de
NATO’ya katıldı ve bizimkilerle yan yana savaşmak için Kore’ye
asker gönderen ve on yıllar boyu ABD kuvvetlerine ev sahipliği
yapan, Soğuk Savaş döneminde güvenilir bir müttefikti. Ancak
kendini Atatürk’ün vizyonunun garantörü olarak gören Türk Ordusu,
fazla İslamcı, fazla solcu ya da fazla zayıf gördüğü hükümetleri
devirmek için birçok kez müdahalede bulundu. Bu belki Soğuk Savaş
için iyiydi, ama demokratik gelişimi geciktirdi.
BUSH YILLARI İLİŞKİLERE BÜYÜK DARBE
VURDU
Maalesef, Bush yılları (2000-2008) ilişkilerimize büyük darbe
vurdu ve 2007 itibariyle Türkiye’de ABD’nin onaylanma oranı yüzde 9
düzeyine çöktü. Pew Araştırma Merkezi’nin dünyadaki 47 ülkede
yaptığı anketin en düşüğü.
Bu arada Türkiye ekonomisi, dünyanın en hızlı büyüme oranlarından
biriyle patlama yaşıyordu. Avrupa’nın geri kalanı ekonomik krizle
sendelerken, Ortadoğu’nun gelişim durmuşken, Türkiye bölgesel bir
güç merkezi olarak ortaya çıktı. Endonezya gibi Türkiye, demokrasi,
modernite, kadın hakları, sekülerizm ve İslam’ın bir arada
yaşamasını test ediyordu ve Ortadoğu’daki insanlar da izliyordu. Bu
deneyin başarılı olması ve ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin daha
sağlam bir temele dönüş yapması, güçlü bir şekilde ABD’nin
menfaatlerineydi.
TÜRK HALKINA ULAŞTIM
Türkiye’yi Dışişleri Bakanı olarak yaptığım ilk Avrupa
seyahatinin parçası olarak ziyaret ettim. Başbakan Erdoğan ve
Cumhurbaşkanı Gül ile olan üst düzey toplantılara ilave olarak, her
yerde yaptığım gibi doğrudan Türk halkına ulaştım. Bu hükümetlerin
bizimle çalışmak istediği ama nüfusun geniş kesimlerinin
güvensizlik hissettiği ya da anti-Amerikancı olduğu ülkelerde
özellikle önemli. Medya üzerinden direkt halka ulaşırken (topluma
ait) tavrı etkilemeye çalışıyordum, bu da hükümetlere bizimle
işbirliği yapmak için daha geniş bir koruma sağlıyordu.
TÜRKLERE SÜRPRİZ
OLDU
Popüler TV talk şovu “Haydi Gel Bizimle Ol” beni konuk olarak
davet etti. Konuşma sıcak, eğlenceli ve çok çeşitliydi. Bilmek
istediklerinden biri de, en son ne zaman âşık olduğum ve kendimi
sıradan bir yaşam süren sıradan biri gibi hissettiğimdi. Bu bir
Dışişleri Bakanı’nın her gün karşılaştığı sorulardan biri değildi
ama tam da benim insanlarla bağ kurmama yardım edebilecek
konulardan biriydi. Amerika ve liderlerine güvenmeyen birçok Türk
için açıkçası ABD Dışişleri Bakanı’nın kendilerininkiyle benzer
düşünce ve endişeler taşırken görmek güzel bir sürpriz oldu.
ERDOĞAN, HIRSLI, GÜÇLÜ BİR
SİYASETÇİ
Türkiye’nin geleceği ve ilişkilerimizde anahtara sahip özellikle
bir kişi oldu: Başbakan Erdoğan. Onunla ilk kez 90’larda İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı ile tanıştım. Hırslı, güçlü, dini bütün
ve etkili bir siyasetçiydi. (…) Erdoğan Hükümeti, ordunun içinde
olduğu iddia edilen darbe komplolarının üzerine agresif bir şekilde
gitti ve daha önceki tüm sivil haleflerininkinden daha güçlü bir
iktidar kazandı.
Erdoğan’ın liderliği altındaki bazı değişimler pozitifti.
Potansiyel AB adaylığı motivasyonuyla (şimdiye kadar gerçekleşmedi)
Türkiye devlet güvenlik mahkemelerini kaldırdı, ceza yasasında
reform yaptı, yasal temsil haklarını genişletti ve Kürtçe eğitim ve
yayın üzerindeki sınırlamaları hafifletti. Erdoğan ayrıca dış
politikada “komşularla sıfır sorun” politikası izleme niyeti
açıkladı.
ERDOĞAN'IN TAVIRLARINDAN DOLAYI KAYGI
VARDI
Erdoğan’ın liderliği altındaki olumlu gelişmelere rağmen hükümetinin muhaliflere ve gazetecilere yönelik davranışları yüzünden gittikçe büyüyen bir kaygı sebebi hatta bir alarm da vardı. Kamuoyunun karşıt görüşlerine gittikçe daha az alan bırakılması, Erdoğan’ın ülkeyi götürdüğü istikâmet ve demokrasiye olan taahhüdü konusunda soru işaretleri oluşturdu. Muhalifleri Erdoğan’ın nihai amacının Türkiye’yi muhalefete yer bırakmayan bir İslam ülkesine çevirmek olduğundan şüpheleniyordu ve Erdoğan’ın bazı davranışları da bu korkuya destek oluyordu. Hükümeti, ikinci ve üçüncü döneminde çok rahatsızlık verici oranlarda gazetecileri hapse attı ve bazı kararları sorgulayan protestoculara sert müdahalelerde bulundu. Yolsuzluk çok geniş bir sorun olarak kaldı.
ERDOĞAN'LA SAATLERCE
KONUŞUYORDUM
Erdoğan başörtüsü takan, başarıya ulaşmış kendi kızlarından çok
gurur duyuyordu ve ABD’de yüksek öğrenim görmeleri hakkında benim
de tavsiyemi sormuştu. Erdoğan ile çoğu zaman yanımızda çevirmen
olarak Davutoğlu’nun olduğu bir ortamda saatlerce konuştuğum
oldu.
TÜRKİYE SİNİR BOZUCU BİR
ORTAK
Bakan olarak geçirdiğim dört yılda, Türkiye önemli ve zaman zaman
sinir bozucu bir ortak olduğunu kanıtladı. Bazen aynı fikirde olduk
(Afganistan’da birlikte yakın çalışırken, terörle mücadele, Suriye
ve diğer konular) bazen de olmadık (İran’ın nükleer programı).
Hem benim hem de Başkan Obama’nın mesai ve ilgisi ilişkilerimizi
istikrara kavuşturmamıza yardım etti ama özellikle İsrail ile
yükselen tansiyon gibi dış olaylar, yeni zorluklar sundu. Ve
Türkiye’nin iç dinamikleri de durumu bulandırmaya devam etti.
TÜRKİYE'NİN İSTİKAMETİ
BELİRSİZ
Erdoğan’ın giderek sertleşen idaresine karşı 2013’te patlak veren
büyük protestoları bazı üst düzey bakanları köşeye sıkıştıran geniş
çaplı yolsuzluk soruşturmaları takip etti. Bu kitabı yazarken,
giderek artan otoriterliğine karşı Erdoğan’ın Türkiye’nin daha
muhafazakâr olan bölgelerindeki desteği güçlü biçimde devam
ediyordu.
Türkiye’nin gelecekteki istikâmeti belirsiz. Ama kesin olan,
Türkiye hem Ortadoğu’da hem Avrupa’da belirleyici bir rol oynamaya
devam edecek. İlişkilerimiz de, ABD için hayati önem taşımayı
sürdürecek.
TÜRKİYE İSRAİL'E SAVAŞ
AÇACAKTI
Küçük kasabamızda en sevdiğim geleneklerden biri olan Chappaqua
Anma Töreni’nde yürürken Ehud Barak’tan (İsrail eski Savunma
Bakanı) acil bir telefon aldım. “Sonuçtan mutlu değiliz ama bu zor
seçimi yapmak zorundaydık. Bundan kaçınamazdık” dedi. Ben de “Fark
edilmeyecek tepkiler olacak” diye uyardım.
Baskından (31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara Olayı) sonraki gün
Dışişleri Bakanı Davutoğlu beni görmeye geldi ve iki saatten fazla
konuştuk. Son derece duygusaldı ve Türkiye’nin İsrail’e savaş
açabileceğiyle tehdit etti. “Psikolojik olarak bu Türkiye için 11
Eylül gibidir“ dedi ve İsrail’den özür, kurbanlar için tazminat
istedi. “Nasıl önemsemiyor olabilirsiniz” diye bana sordu,
“Onlardan (ölen 9 kişiden) biri Amerikan vatandaşıydı.”
Önemsiyordum, hem de çok, ama ilk önceliğim onu sakinleştirmek ve
bütün bu savaş ve olayın doğuracağı sonuçlara dair konuşmaları bir
tarafa bırakmaktı.
TÜRKLERİN KAYGILARINI
ANLATTIM
Sonra Başkan Obama’ya Başbakan Erdoğan’ı da aramasını tavsiye ettim. Ardından Netanyahu’ya Türklerin kaygı ve isteklerini aktardım. Türkiye ile işleri düzeltmek istediğini söyledi ama kamuoyu önünde özür dilemeyi reddetti. Bibi’yi Türkiye’den özür dilemeye ikna etme çabalarım geri kalan dönemimde sürdü. Ağustos 2011’de bu stratejik iş için Henry Kissinger’ı bile olaya dahil ettim.