Televizyonlarımız, gazetelerimiz, internet sitelerimiz mevzu
sıkıntısı çekmez. İnsanlarımızın iletişim mecraları ile ilişkileri
de bu nedenle çok dinamiktir…
Televizyonlar açık oturumlarla, tartışma programlarıyla doludur.
Haber programları her olayda pek çok uzman konuk alarak daha
açıklayıcı, bilgilendirici olmak isterler.
Bu bakımdan da takdir edilmeleri gerekir.
Ancak işin içinde bir garabet var ki, kimse ses etmez…
Siyaset yorumcusu ertesi gün uluslararası ilişkilerde otorite
olarak karşımıza çıkar, bir sonrakinde değme anayasa hukukçusuna
taş çıkartır, bir başka gün depremlere ilişkin engin bilgi
birikimini paylaşır, gün gelir kurmay subaylardan daha iyi harita
okur, askeri stratejiler üzerine imali fikir eder ve bizi
bilgilendirir. Durum biraz normalleşirse gıda güvenliği konusunda
da ondan iyi bilenin olmayacağını kanıtlar ekranlardan, spor
yorumlarını ise diğer günleri bile beklemeden o anki yayının
öncesinde veya sonrasındaki spor programlarında izleyici ile
paylaşma lütfunda bulunur…
Geçtiğimiz gün bir öğrencim espri yaptı, “Hocam bu nasıl oluyor,
siyaset biliyor, hukuk biliyor, depremi de biliyor; çift anadal
gibi bir şey mi?” diye…
Televizyonların ayıbı büyük. İzleyiciye saygısızlık bu hal. 83
milyonluk bir ülkede, onbinlerce akademisyen var, çok yetkin
nitelikli, her görüşten, alandan uzman var ama ekranlarda bir avuç
adam her konuda arzı endam ediyor…
Çok seslilik diyoruz, ama çok seslilik hep aynı isimlerle
yüzlerle olmuyor ki…
İşin bir tuhaf tarafı da şu, hep aynı sesler, hep aynı yüzler
ama neredeyse her kanalda bu sesler ve yüzler var… Kanal kanal
dolaşmaktan helak oluyorlar.
İnsanların tam olarak bilmedikleri konularda, uzmanlaşmadıkları
alanlarda üstelik de ekranlarda böylesine büyük bir özgüven ile
ahkam kesmeleri izah edilebilir bir şey değil.
Geçmişte televizyon yorumcuları bu kadar rağbet bulmazken,
gazetelerde köşe yazarları büyük itibar görürdü. Onları da çok
tenkit ederdik, bilgisizce ve yüzeysel yazıyorlar diye…
Köşelerinden Türkiye’ye ve dünyaya nizam verirler, değişik
konularda yazdıkları için de pek çok maddi hata ile okuyucu
karşısına çıkarlardı. Şimdiki gibi Google kullanma imkanları da
bulunmadığı için yazdıklarını takviye edecek fazlaca kaynakları da
yoktu.
Televizyon yorumcularının bir kısmını elbette tenzih ediyorum,
hepsi aynı diyemem. Ancak önemli bir kısmı Google’a bakma zahmetine
bile girmiyor. Şayet çağrıldığı konu ile ilgili olarak birazcık
Google araştırması dahi yapsa muhtemelen çok daha mantıklı,
isabetli konuşacak ve söyledikleri saygı ile karşılanacak… Ama onu
bile yapmıyorlar.
Şimdi Barış Pınarı Operasyonu sürüyor. Ekranlar yine
yorumcularla dolu. Önemli bir kısmı ne konuştuğu coğrafya ile
ilgili bilgiye sahip, ne konu ile ilgili terminolojiye… Ama
konuşuyorlar…
Bir hafta önce de deprem ile ilgili konuşuyorlardı. Bunları
söylüyorduk.
Daha önce siyaset üzerine konuşuyorlardı. Ses çıkarmıyorduk.
Diyanet üzerine konuşuyorlardı, dinliyorduk…
Cinsellikten dem vuruyorlardı, izliyorduk…
Yarın mevzu değişir, yine konuşurlar ve biz yine aynı yüzlerle,
aynı seslerle devam ederiz…
Allah, ordumuzu muzaffer, yurdumuzu esen ve güvenli kılsın…
Akıllarımızı, yüreklerimizi, kulaklarımızı ve gözlerimizi
korusun…