Türkiye neden mehter adımlarıyla gidiyor sorusunun cevabı da burada…
Şu son günlerin tartışma başlıklarına bakalım. Akılla ve mantıkla izah etmeye çalışalım…
Andımız’ın okullarda okutulmasının kaldırılması ile ilgili Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlemesi Danıştay Dava Daireleri Kurulu tarafından uygun bulunuyor. Yapılan kamuoyu yoklamaları ülke nüfusunun % 75’inden fazlasının Andımız’ın okutulmasını istediğini ortaya koyuyor…
Hangi akla hizmet böyle bir karar alınıyor?
İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile çekiliyoruz, Sayın Cumhurbaşkanı’nın kendi kızlarının yönetiminde bulunduğu KADEM sözleşmenin mimarı ve halen de taraftarı…
Kadın örgütlerinin ve sivil toplumun çok önemli bir kısmı sözleşmeden ayrılmaya yönelik argümanları doğru bulmuyor…
11.11. 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla TBMM’ye sevk edilen ve usulüne uygun olarak kabul edilen bu uluslararası sözleşmeden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzası ile çekilmiş olmanın Milli Görüş’ten bir küçük grup dışında kimseyi mutlu ettiğini düşünen de yok…
Madem bu kadar kötü bir şey idi neden alayı vala ile kabul edildi? On yıla yakın yürürlükte kaldı?
İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti önledi mi, hayır. Yararı oldu mu, sanmıyorum. Sözleşme öncesi durum ne ise sözleşme döneminde de benzeri sorunlar yaşandı…
Sözleşmede keramet aramak, mevzuatla her şeyi hallettik diye düşünmek işin kolayı. Sorun zihniyet sorunu ve bunu aşmak sözleşmeli veya sözleşmesiz bir hayli zaman alacak. Gerçek olan şu ki, sorunu çözmek zorundayız. Sloganlarla değil.
Tüm bunlar olup biterken bazıları “Hilafet’i getirelim” manşetleri atıyor. Bir eksiğimiz hilafet idi. Sözümona iktidara yakın tipler bunu yapanlar da… Dertleri nedir? Bu taşkınlığın, şımarıklığın gerisinde ne vardır? Hükümete iyilik peşindeler mi yoksa çakılması için mi uğraşıyorlar bunu en iyi yine Hükümet değerlendirecektir…
Kesin olan milletin gündeminde hilafet kurumunu geri getirmek yok, olacak gibi de görünmüyor. Anlaşılan o ki Hükümetin de yok… Ama bu saçmalıklara mani olma çabası da yok.
Bir başka zat çıkıyor, twitteri Trump kadar sevmiş olacak ki, her gün trend topic oluyor. İşi ile mesleği ile ilgili olsun olmasın umursamıyor; siyasetçilerin ikazlarını dinlemiyor, kendi kafasına göre hareket ediyor. Siyasetçiler birbirlerinden esirgedikleri nezaketi, sabrı bu zata fazlasıyla gösteriyorlar. Aldırmıyor, bazen imam sıfatıyla, bazen akademik unvanı ile konuşmaya devam ediyor.
Bu tartışmaların ekonomik sorunların yüksek irtifada seyrettiği bir dönemde yapılıyor olması ise manidar…
İktidar partisinden bir büro elemanı çıkıyor, kokain partilerinde, lüks otellerde, pahalı araçlar içinde, güzel kızlarla pozlar veriyor. Bir yerlerden bu pozlar sosyal medyaya servis ediliyor. Bazı aklı evveller olayın üstüne gitmek yerine kapatmak için saçma sapan “pudra şekeri” savunması ortaya koyuyor…
Çürümenin üstüne gitmek lazım, kapatmak değil…
Önünde arkasında ne varsa bulmak lazım.
Yoksa bunlar iktidarı çürütür.
Bir hırsı aklından büyük genç insanın yaptığı olarak kalmaz ve ülke ve millet hizmetinde ömürlerini vermiş tertemiz insanların gelip geçtiği siyaset kurumuna yaklaşımları itibarsızlaştırır.
Bakın bütün bunlar hep iktidar partisini hedef alan davranışlar. Başkasını değil. Bunların hiçbirini de siyasal muhalefet yapmıyor. İktidarın kendi içinden olduğunu söyleyenler yapıyor.
Bütün bunlarla ne mi oluyor? Şu oluyor, iktidar partisi artık kimseye derdini anlatamıyor. İnandırıcı olamıyor. Bu kadar farklı ses arasında hangisi iktidarın sesi, görüşü anlaşılamıyor.