Hepiniz Türksünüz
Abone olTüm dinler Türklerin Tengri dininden mi türedi? Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammet ve Buda Türk müydü?
Bu kitabın adı, insanda tüm dünyanın Türk olduğunu anlatıyor
kanısı uyandırmaktadır. Fakat kitap, adındaki mesajdan biraz farklı
olarak, insanlığın kültür temellerinde Türklerin etkili olduğunu
vurgulamaktadır.
Çok iddialı olan adından dolayı Kitabı büyük bir merak ve heyecanla
okumaya başladım; fakat çok kısa bir sürede yazarın
beklentilerimden başka kulvarlarda yol aldığını anladım.
Yazarın derdi dünyanın Türk olduğunu ispatlamak
değildi; onun amacı Hıristiyanlığın
Türklerden yayıldığını anlatmaktı. Yazar dünyanın
hızla yok oluşunun durdurmak için, tekrar eski Türk dinine
dönülmesini; Haç ve Kutsal Teslis’in insan yaşamına sokulması
gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır. Kitapta anlatılanlara
göre:
12 000 yılda bir olan büyük felaketlerden birinden sonra, Türkler
Kavimler göçü ile dünyanın her yerine yayılmış ve yüksek
kültürlerini insanlığın ortak kültürü haline getirmişlerdir.
Medeniyet Orta Asya’dan yayılmıştır. 12.000 yıl önce Kuzey
Kutbundaki Hiperborea’da ruhsal Türkler cennet hayatı yaşıyordu; o
toplum Tanrı ile barışık mutlu bir Türk toplumuydu. Hiperborea en
yüksek medeniyete ulaşmış bir Türk yurduydu. İklim değişikliği
sonunda bu medeniyet yok oldu ve Türkler dünyanın her yerine
dağıldılar. Gittikleri her yere medeniyet ve haç inancını da
birlikte götürdüler.
Kitapta tüm kutsal metinlerden söz edilirken İslam’dan tek kelime
edilmemiş, özellikle adı anılmamış. Yazar İslamı, “Haçı
yasaklayan, kılıçla zorla kabul ettirilen din” diye dolaylı olarak
geçiştirmiştir. Bu eksiklik kitabının inandırıcılığı
için, çok büyük bir kayıp olmuştur. Yazar İslamiyet’i
ya hiç bilmiyor, ya da bilmezden geliyor. Şu bir
gerçek ki, bütün inançları karşılaştırırken, İslam’ın sözünü etmeye
bile gerek duymamış. Bu durum en hafif tabirle çok tuhaf! En son
gelen dini yok saymak, yazarın baştan yanlı olduğu inancını
oluşturuyor.
Kitapta bir sistem oluşturulamayıp bilgiler çok dağınık
yerleştirilmiş. Bu yüzden okurken, bilgileri hafızada tutma
konusunda bir karmaşa yaşanıyor. Kitap tekrar ve karmaşadan
arındırılarak bir sisteme sokulup yayınlanmalıydı. Zaten bu kitap
Murat Adji’nin Türkçeye çevrilmiş, 2002 yılında Atatürk Kültür
Merkezi tarafından yayınlanan “Kıpçaklar-Türklerin ve Bozkırın
Kadim Tarihi” adlı kitabının, yeniden yorumlanması olmuş.
Yazar esrini Murat Adji’nin bu kitabına dayandırarak yazmış desek
yanlış olmaz; zaten çok sık bu kitaptan alıntılar yapmış.
Verdiği mesaj beni hayal kırıklığına uğratsa da, herkesin bu kitabı
okuması gerekir diye düşünüyorum. Dünya inanç tarihine kısa bir
bakış atılmış olur. Çünkü yazar İslam hariç, tüm inanç
sistemlerimden alıntılar yapmış.
Ben yazarın kitabı böyle bir isimle yayınlama cesaretine hayran
oldum. Biliyorsunuz tüm dünyada ve özellikle bizim ülkemizde, en
küçük azınlıkların bile adını anmak çağdaşlık olurken, Türk adını
anmak gericilik sayılır. Elin Meksikalısı niyeti ne olursa olsun,
bizden cesur çıkıp, ülkemizde kimsenin daha asırlarca
söyleyemeyeceği sözü, tüm dünyanın önünde korkmadan söyleyiverdi.
Ne diyelim, her halde Allah söyletti.
Onun niyeti Türklerden çıktığına inandığı Haç ilmi ile insanlığın
selamete çıkacağını herkese anlatmaktı. Fakat belki bizim
uyanışımıza da sebep olur ve belki asırlardır batı tarafından
pompalanan aşağılık kompleksinden kurtulma şansımız olur.
Nuri Bilge Ceylan, “Üç Maymun” adlı filmi Paris’te ödül alınca
“Ödülümü yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum” demişti. Matlock da
dünyadaki yalnız ve sahipsiz Türkler adına bir güzellik yapmış
diyorum. Matlock’a selam olsun!
ALINTILAR:
“Birkaç bin yıl önce, kuzey kutup bölgelerine yakın bir cennette
mutluluk ve bolluk içinde yaşayan ileri derecede uygarlaşmış ve
kültürlü bir halk vardı… Hıristiyan ve Yahudiler buna Aden cenneti
derler. Buraya Sibirya ya da Hiperborea denirdi.” S.18.
“Kuzey Kutup dairesi olarak adlandırdığımız bir bölgede bir
zamanlar Hiperborea adında büyük bir uygarlık yaşıyordu.
Hiperborlular ve Kristhayaların pek çoğu ruhsal insanlar olmaktan
vazgeçerek, kendilerini şeytani eylemlere vermiş olduklarından,
Tanrı dünyanın eksenini eğip Hiperborluları lanetledi. Hiperborea
tümüyle sular altında kaldı. Dünyanın ekseninin eğilmesi, taşkına
uğrayan kuzey kutup dairesini, buzdan ve kardan verimsiz, yaşanmaya
elverişsiz çorak bir arazi haline getirdi.” S.23.
“Türk din adamları kıyafetleri ve parlak fikirleri ile
ayrılırlardı. Onlar uzun kaftanlar ve sivri uçlu başlıklar içinde
dolaşırlardı. En yüksek rütbeli din adamları beyaz kıyafetli
olanlardı; diğerleri siyah kıyafetler giyiyorlardı. Tabii ki, eski
sanatkârlar, din adamlarını Altay kayaları üzerine resmettiler.”
S.86.
“Tengri sembolü, Güneşin ışınlarıdır! Daha doğrusu aynı merkezden
gelen ilahi nimetlerin ışınlarıdır. Onlar ebedi olarak Türk ruhani
kültürünü işaret eden göksel doğanın sembolleridir. Sonsuz mavi
Gök’e inanan bir millette, başka türlüsü olamazdı. Bazen,
Tengri’nin sembolüne Hilal’i de eklediler. Bu ise tamamen başka bir
anlama geliyor, zamanı (Bu dünyayı) ve sonsuzluğu (Öbür dünyayı)
hatırlatmaya hizmet ediyor. Zira eski Türkler, zamanı ay ile
Güneşin birliği olarak anlıyorlardı.(Onların 12 yıllık Takvimi de
buradan kaynaklanır).S.87.
“Onlar kendilerinden sonra gelen bütün insanlardan daha rasyoneldi.
Bütün esas ve değerli madenleri eritmeği öğrenmişlerdi. Neredeyse
dünyanın bütün alfabelerini icat etmişlerdi. Gemilerle her yere
seyahat edebiliyorlardı. İşini iyi bilen gök bilimcilerdi. Onlar
şair, bilim adamı ve filozoftu.” S.116.
“Türkler putperestlere bir başka gezegenden gelmiş yabancılar gibi
görünmüştü. Oların her şeyi ve saf idi. Bu yüzden Altay’ı “Doğudaki
Cennet”, “Yeryüzü Cenneti” olarak, Türkleri de Ariler olarak
adlandırdılar. Bu ad Türk milletinin anavatanının adı olarak
binlerce yıldan fazla yaşadı.” S.135.
“Ruhsal olarak en yüksek dereceye ulaşmak için, bir kimsenin
ihtiyaç duyduğu tek şey; Kutsal Teslis ve Haç bilimini aralıksız
uygulaması; benliğinde kendinin ve her şeyin içindeki dualiteyi
tanıyacak yeteneğinin olmasıdır.” S.205.
“Doğa bizi, eğer hepimiz Kutsal Yönlerde uyursak, savaşları
minimumda tutabileceğimiz konusunda temin etmektedir. Bu yolla
solar hayat enerjisi, insanları beş ırk ile senkronize ve harmonize
ederek her insana eşit şekilde girer, böylelikle çekişmeler an aza
iner. Zaman içinde insanlar bedenlerini kutsal yönlere göre
hizalayarak yatarlarsa, insanlık kendisini yeniden üretecek ve
hayatta daha iyini yapacaktır… Yatarken başımız doğuyu, ayağımız
batıyı göstermelidir. İsa’nın başı sembolik olarak Meru dağını,
ayakları Orizaba dağını temsil eder. Elleri donmuş, ya da Kuzey ve
Güney kutuplarına çivilenmiştir. Burada kişiselleştirilmiş çok
güçlü bir enerjiden söz ediyorum.” S.243.
“Naga’lar, Orta Asya ve Hindistan’ı Meksika ile bağlantılı ruhsal
ve enerjik göbek bağını temsil eder. Bu göbek bağı ya da Yengeç ve
Oğlak dönenceleri arasındaki boşluk, İsa’nın haçının dikey kirişi,
solar hayat enerjisinin en güçlü elementlerini barındırır. Böylece
tüm yönlere en güçlü ışınlarını fırlatır. Eğer, Orta Asya,
Hindistan ve Meksika’nın sakinleri hem ruhsal yönden ve hem diğer
şekillerde birleşirlerse, ışınları Kuzey ve Güneyi yeniden
üretecektir.” S.243.
“Eğer kutsal Teslis öğretisini istikrarlı ve inançlı bir şekilde
uygularsak, er ya da geç akıllarımız neyin doğru, neyin yanlış,
neyin arada olduğunu açıkça bilecek kadar gelişecektir.” S.318.
Mukadder Altaylı-21.9.2009 Pazartesi-Moda