Hepimiz ifade güçlüğü çekebiliriz...

Öyle anlar gelir ki, hiç murat etmediğimiz, öyle demek istemediğimiz ama öyle dediğimiz, öyle anlaşılan ve bizleri zorda bırakan konuşmaların, sözlerin, yazıların sahibi olarak kalıveririz…

Prof. Dr. Zakir Avşar zakiravsar@internethaber.com

Makamlarımız, unvanlarımız, yaşımız, cinsiyetimiz, yaşadıklarımız bizi kurtarmaya yetmez. Hatta bunlar şayet çok büyük ise bakışlar ve umulanların boyutu da büyür… Derler ki, koskoca profesör, koskoca bakan, koskoca adam veya kadın…

Gençlikte yapılana, gençtir, yapmış işte bir cahillik diye geçiştirme, tolore etme eğilimi vardır. Ama yaş kemale erince beklenen de kemaldir, olgunluktur.

Yakışmayanı yapmamak lazımdır. Ama kolay değildir. İstemeden de yapabilirsiniz. Çok iyi niyetli bir şekilde yola çıkarsınız, bilginiz ve deneyimlerinizle aydınlatmak istersiniz. Size göre çok anlamlı, parlak cümlelerle açıklamalarda bulunursunuz. Ancak gel gör ki, hiç de hesaplamadığınız bir tepki ile karşılaşırsınız. Bu kez, dönüp durursunuz o cümlelerin etrafında, öyle demek istememiştim, şöyle bir niyetle söylemiştim… babından cümlelerle durumu kurtarmak için.

Neslican Tay vefat etti. Zorlu bir hastalığa karşı büyük bir mücadele vererek, pes etmemeyi öğreterek, yaşamın güzel yönlerini göstererek, her şart altında nefes almanın ve vermenin kıymetini idrak ile…

Kendini bilmezlerin ettiği lafları dikkate almanın anlamı ve gereği yok. Cennet parselleyen tipler de çıkmış konuşmuş. Lafımız bunlara değil. Bunlara ilişkin konuşmak abesle iştigal, boşa vakit kaybı.

Bir bilim insanı konuşmuş, alanı ile ilgili olarak toplumu, insanları ölüm karşısında daha hazırlıklı ve metanetli olmaya çağıran cümleler kurmak istemiş ama kurduğu cümleler ile ortaya çıkan netice ciddi bir anlatma ve anlama güçlüğü olduğunu gösteriyor.

Ölüm hepimiz için. Kaçış yok. Kimse ölümden azade tutulmamış. Bir gün gideceğiz. Ancak bir gün gidecek olmamız, hemen ölümü arzu etmemiz, ölüme götürecek süreçlere teslim olmamız anlamına gelir mi?

Elbette tedaviyi arayacağız. Elbette hayatımızı yaşadığımız sürece sağlık, esenlik ve huzur içinde yani kaliteli bir şekilde yaşamaya çalışacağız. İnsan olarak yapmamız gereken budur.

İnsanlara ölümü tevekkülle karşılamayı, kabulü önermek başka, sonunda ölüm var diye mücadeleden uzak durmayı önermek başka…

Kuşkusuz ki, değerli bilim insanının sonraki açıklamaları mücadeleden uzak durmayı veya kendisini dine vermeyi öneren bir şey söylemediğini, sadece mukadder olan ölüme karşı insanın daha az acı çekmesi için bir sabır ve direnç noktası yakalaması olduğunu anlatıyor.

Bilim insanı, tıp tahsilli, eşini de kanserden kaybetmiş. Dolayısıyla bu hastalığa yönelik olarak normal insanlardan daha fazla bilgi sahibi. Psikiyatr olması dolayısıyla muhtemelen bu hastalığa yakalanmış ve kendisine gelmiş başka insanlar da tanıyor, deneyimlerini, birikimini paylaşmış… 

Keşke, ikinci bir açıklamaya gerek kalmayacak şekilde ifade etseydi meramını. Çünkü, bilim insanları arasında kalması gereken tartışma ve konuşmalar, bilgi, birikim ve deneyim paylaşımları herkesin okuyup yorum yapabileceği bir ortama inince ister istemez pek çok yanlış anlamalar da ortaya çıkıyor.

Dini konular da tıpkı bilimsel konular gibi çok hassas konulardır. Halkın dini bilgisi ile alimlerin dini bilgi seviyeleri aynı olmadığı içindir ki, dini konularda bilginlerin toplum içinde tartışmalarına çok makbul bir yol olarak bakılmamıştır. Havasa ait konuların avam içinde tartışılması makul bir yol olarak görülmemiştir.

Üstelik bir de ipe sapa gelmez birtakım adamların din adına konuştukları, hurafeler ürettikleri dönemlerde bu yönde konuşmalar olunca ilmin kıymetini de ortadan kaldıran bir atmosfer doğmaktadır.

Düşünün ki, adamın birisi çıkmış Peygamberimizin saç ekimini cehennemlik günah olarak nitelendirdiğini söylüyor. Bunu da sahih hadis diye üzerine basa basa konuşuyor… Bu kadar büyük edepsizlik, cehalet olur mu? Peygamber döneminde sanki böyle bir mikro cerrahi vardı, böyle bir nakil mümkün idi de o da yapılmasının uygun olmadığını söyledi…

Bir diğeri çıkıyor, kadınların yanlarında namahremleri olmadan 90 km’den fazla araç kullanamayacağını dile getiriyor. Kim söyledi, neye göre belirledi bu 90 km’yi, belli değil… Ayrıca metrik ölçüm sisteminin tarihi henüz iki yüz elli yılı yeni bulmuşken…

İnsanların dine inançlarını sarstıklarını, din adına konuşanlardan uzaklaştırdıklarını, dinin hakikatlerine bile soğuttuklarını göremiyorlar…

Hepimiz ifade güçlüğü çekebiliriz bu normal de, cenneti, cehennemi, dini suiistimal kimsenin hakkı olamaz.