Hem doğuluyuz hem batılı
Abone olÜnlü şair Hilmi Yavuz, Türk insanının hem doğulu hem de batılı olduğunu söyledi. Yavuz, Akşam Gazetesi'ne verdiği mülakatta ilgi çekici saptamalarda bulundu.
Hilmi Yavuz için 'milliyetçi, muhafazakar ve modern' bir gazete
yapmak, sokaktaki insanın yaşamını yansıtmak anlamına geliyor.
'Toplum geleneksel olanla modern olanı nasıl birarada yaşadığının
cevabını veremez belki ama yaşar' diyen Yavuz'a göre 'Bu yapıyı
gözardı etmek körlerin filleri tanımlamasından farksız'
Serdar Turgut, AKŞAM gazetesine Genel Yayın Yönetmeni
olduktan sonra 'Milliyetçi, muhafazakar ve modern' bir gazete
yapacağını yazarak bir tartışma başlattı. Bazı yazarlar
muhafazakarlık ile modernliğin bir araya gelemeyeceğini, böyle bir
sentez olamayacağını söyledi. Siz ne düşünüyorsunuz bu
konuda?
Bunun mümkün olduğunu anlamak için Osmanlı-Türk tarihine bakmak
yeterli. Çünkü Türk toplumu 1800'lerden beri hem milliyetçi, hem
muhafazakar, hem de modern bir yaşam sürüyor. Tanzimat'ın Ziya
Paşa'sı Divan edebiyatını İran merkezli bir edebiyat olarak
eleştirirken, ulusal bir edebi kanonun inşa edilmesine zemin
hazırladığı için, milliyetçiydi elbet. Ama aynı zamanda muhafazakar
ve moderndi de... Ancak ben bu meseleyi daha kolay anlatabilmek
için 'milliyetçi' ve 'muhafazakar' kavramları yerine, 'geleneksel'
kavramını kullanmayı tercih ederim;-modern'le birlikte... Gelenek;
milliyetçiliği de, muhafazakarlığı da kapsıyor. Yeniden söylüyorum:
Biz 1800'den beri hem geleneksel, hem modern; hem Doğulu, hem
Batılı bir toplumuz. Serdar Turgut'un açtığı bu tartışma da bunu
yeniden dile getirmek, bir kez daha hatırlatmak çabası gibi geliyor
bana.
'Biz hem Doğulu hem Batılıyız' dediniz. Oysa Cumhuriyet
tarihi boyunca birçok aydın Türkiye'yi sadece Batılı ya da sadece
Doğulu diye tanımlamaya çalıştı. Bunun nedeni neydi?
Geleneksel olanla modern olan arasındaki yapay karşıtlık,
modernleşmenin resmi ve dayatmacı tavırından kaynaklandı. Avrupa
toplumları da modern topluma geçişte birtakım problemler yaşadı ama
hiçbiri geçmişle olan bağını bizim kadar radikal biçimde koparmadı.
Osmanlı entelektüel kalıtının 'görünmez kılındığı' bir toplumda, bu
geleneksel kalıta aynı radikalizmle sahip çıkılmasının ortaya
çıkardığı gerginlik... Türkiye'de yaşanan asıl sorun budur: Aşırı
modernleşmenin getirdiği radikal kopma. Türk modernleşmesi geçmişin
tasfiyesi üzerine inşa edilmemiş olsaydı bu problemleri
yaşamayacaktık. Daha doğrusu ortada böyle bir problem
olmayacaktı.
Hem doğulu hem batılı olmak zenginleştirir
-Bu tasfiyenin aydınlar üzerindeki etkisi
neydi?
'Ben bütünüyle modernim, dolayısıyla gelenek beni hiç
ilgilendirmiyor' ya da 'Ben gelenekçiyim Batı beni hiç
ilgilendirmiyor' diyen aydın tiplerini ortaya çıkardı. Batılılaşma,
Osmanlı'da da tartışılan birşeydi ama Osmanlı aydını bunu bir
komedi unsuru olarak ele aldı. Recaizade Mahmut Ekrem'in 'Araba
Sevdası'ndaki Bihruz Bey tiplemesi gibi. Ama önemli olan şudur:
Osmanlı'da 'marjinal' olan Bihruz Bey'ler, dönüşerek 'norm' haline
geldi;- artık herkes Bihruz Bey'di...
-Türk aydını için 'Hem Doğulu hem Batılıyız' demek neden bu
kadar zor oldu. Ayrıca hem Doğulu hem Batılı olmak, sadece Doğulu
ya da sadece Batılı olmaktan daha zenginleştirici birşey değil
mi?
Elbette öyle. Mesela Yahya Kemal ile Ahmet Haşim'i düşünelim. İkisi
de hem geleneksel hem de modern kimliklerdir. Yahya Kemal'in bir
yanı Nedim'e, bir yanı Baudelaire'e, Verlaine'e dayanır. Aynı şey
Haşim için de geçerlidir. Haşim postsembolist şairlerden (Albert
Samain, Henri de Regnier) ne kadar etkilendiyse, Şeyh Galib'den de
o kadar etkilenmiştir. Ama dikkat et... Cumhuriyet dönemi edebiyat
tarihinde bu tip kimliklerin sayısı çok azdır. Bir ölçüde Nazım
Hikmet ve Necip Fazıl... Ardından Behçet Necatigil ile Asaf Halet
Çelebi... İşte yalnızca altı kişi.
Aşırı modernleşmenin çocukluk hastalıkları
-Peki geleneği görmezden gelerek; Baki'yi, Nedim'i bilmeden
şiir yazılabilir mi?
Yazılabilir ama bu Türk şiiri olmaz. Böyle şairler var. Tıpkı onlar
gibi 'Batı şiiri beni ilgilendirmiyor' diyenler de. Ama dediğim
gibi; aşırı gelenekçilik de, aşırı modernlik de, o radikal
tasfiyenin sonucu..
-Siz şiirden örnek verdiniz. Sanıyorum romanda da durum pek
farklı değil... Belki erken bir örnek olarak Peyami Safa, Ahmet
Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, siz... Ve sanırım hepsi bu kadar. Bu
ilgisizlik, biraz da 'dışlanma' korkusundan, resmi ideolojiye karşı
çıkmaktan kaynaklanıyor olabilir mi?
Elbette. Çünkü resmi ve dayatmacı aşırı modernleşme siyaseti, kendi
taraftarını, o ideolojiyi taşıyan özneler üretti. Karşıt olan her
fikir onları rahatsız etti. Mesela Tanpınar 'Kırtıpil Hamdi' diye
aşağılandı, 1970'lere kadar alayla anıldı. Ama Tanpınar meselesi
olan bir yazardı. Yaşadığı tam bir trajediydi. Ya Doğu'yu ya
Batı'yı seçecek ama hangisini seçerse seçsin, ötekini seçmediği
için mutsuz olacaktı. Oğuz Atay'a gelince... Atay'da Doğu-Batı
meselesi bir trajedi değil, bir ironiydi: Aynı anda her ikisine
evet ve aynı anda her ikisine hayır diyebilmek. Oğuz bu kimlik
krizini ironi ile aşmaya çalıştı.
-Aşabildi mi?
Belki. Ama bütün bunlar aşırı modernleşmenin yarattığı çocukluk
hastalıklarıydı. Hiç değilse bu hastalıkları yaşadı bu adamlar.
Bunu yaşamayanlar da var.
Ben meseleye parodiyle yaklaştım
-Sizin kimliğiniz üzerinden gidersek, gelenekle bağlantısı
olan ama modern bir şiir yazıyorsunuz. Sizin için durum
ne?
Aslında bu durum bize üç olanak tanıyor. Trajedi, ironi ve parodi.
Benim, şiirlerimde değil, ama özellikle 'Fehmi K.'nın Acayip
Serüvenleri' ve 'Kuyu' anlatılarında yapmaya çalıştığım, parodiydi.
Ben o parodiyi dolaşıma sokarken bunun bir çözüm olmadığını
biliyordum. Çünkü meselenin nereden kaynaklandığını biliyordum.
'Adam Cuma namazına gider, sonra sevgilisiyle
sinemaya'
-Serdar Turgut aynı yazıda 'modern-milliyetçi ve
muhafazakar olunabilir, bunun ispatı da İstanbul' dedi. Bu tespiti
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok doğru buluyorum. Zaten garip olan, şimdi bizim 'Nasıl oluyor da
milliyetçilik, muhafazakarlık ve modernlik bir araya geliyor' diye
düşünmemizdir. Toplum 'hem geleneksel hem de modern olunabilir mi?'
sorusunu yanıtlayamaz belki, ama yaşıyor işte! Önemli olan da
budur. İstanbul bunu 1800'den beri yaşıyor. Bunda şaşılacak bir
yok.
-Peki Serdar Turgut'un milliyetçi, muhafazakar ve modern
kavramlarıyla ifade ettiği bir gazete yaratılabilir
mi?
Tabii. Üstelik sadece yaşananı yansıtmak yeterli bunun için. Ama
şöyle bir yorumla: Bakın biz bunu yaşıyoruz, geleneksel ve modern
olmak böyle bir şey, diyerek..
-Bu çabanın sonunda radikal dayatmaların azalacağını
düşünüyor musunuz?
Bunun için Türkiye'nin bazı şeyleri yeniden düşünmesi gerekir. Ama
bu çok kolay gibi gözükmüyor. Batılılık, muhafazakarlığın ve
milliyetçiliğin tasfiyesi üzerine inşa edilemez.. Adam Cuma
namazına gider, ardından sevgilisiyle buluşup sinemaya. Bu kadar
basit.
-O zaman Serdar Turgut'un söylediği şey de, sokaktaki
insanın hani kendini yansıtan bir gazete okuması anlamına
geliyor.
Gayet tabii. Böyle yapılırsa bu ülkedeki herhangi bir gazetenin çok
satmaması diye birşey mümkün değil. Yani öyle 1 milyon falan değil,
abartmıyorum. Ama birtakım faktörler var. Mesela televizyon Türk
toplumunu çok farklı etkiliyor. Türkiye'nin meseleleri sadece
ekonomik ve siyasetten ibaretmiş gibi gösteriyor. Serdar Bey'in
çabası bu yüzden çok önemli. Eğer Serdar Bey 'Bakın baylar
Türkiye'nin elbette siyasi ve ekonomik meseleleri var. Ama siyasal
ve ekonomik meselelerinin sadece birer parça olarak ele alınması
hiçbir şey ifade etmez. Onları büyük bir entelektüel bir bağlam
içinde görmek ve yerli yerine oturtmak gerekir' diyorsa, ki bence
öyle- çok önemli bir iş yapıyor. Diyor ki, milliyetçilik,
muhafazakarlık, modernlik gibi birtakım kavramsallaştırmaların
oluşturduğu bir yapı var. Bir de bu yapıya bakalım biraz. AKP ne
söylemiş, AB kriterleri nedir, dolar ne kadar yükselmiş, borsada
prim nedir; hep bunlarla meşgulüz. Ama bütün bunları belirleyen bir
arka plan var. Bu arka planı göz ardı edip, küçük meselelerle
uğraşmak, körlerin fili tanımlaması gibi bir şey. Bence bunu
söylemek çok önemli.
Söyleşi: Mehmet Kenan Kaya
Kaynak: