HDP'den Erdoğan'a Kur'an tepkisi!

Abone ol

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Bilgen internethaber.com'a konuştu.

NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA

Geçtiğimiz Pazartesi günü Siirt'te konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını yaparken eline aldığı Kur'anı gösterek, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na, "Ben Kuran ile büyüdüm, Kuran ile yaşıyorum. Onu sen kendine söyle. Kendi şahsında Kuran’ın yerinin ne olduğu malum." diye seslenmişti.

İki gündür, miting meydanlarında Kur'an olur mu tartışmaları devam ederken, Erdoğan'a bir tepki de HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı, eski Mazlumder Başkanı Ayhan Bilgen'den geldi.

Bilgen, İslam tarihindeki ilk kanlı savaşın Kur'an-ı Kerim'in kanlı kılıçlara geçirilmesinin sonrasında ortaya çıktığını söyledi.

Diyanet'i kaldıracaklarına yönelik açıklamanın "din elden gidiyor"kampanyasına çevrildiğini belirterek, bunun 100 önce Osmanlı'daki "bilmeyüz ama istemezük" tavrı olduğunu söyledi.

Ayhan Bilgen'in açıklamaları şöyle:

BİRKAÇ FAZLA OY İÇİN DEĞERLERİN TÜKETİLMESİ...


İslam tarihinin kanlı ilk çatışması Kur'an-ı Kerim sayfalarına kanlı kılıçlara geçirilmesiyle başlamıştır. İnsanlar neye inanıyor ve nasıl inanıyorlarsa öylece özgür yaşama hakkına sahip olmalı. Dinin ve onun sembollerinin siyasal bir kavga aracı haline getirilmesi, bir iktidar mücadelesinin aracı haline getirilmesi, öncelikle dine ve inançlara yönelik bir saygısızlıktır. Birkaç fazla puan oy olmak için bu değerlerin bu kadar kolayca tüketilmesi ayrıca ele alınmaya, değerlendirmeye layık bir durum.

O KİTABIN AHLAKI TEVAZUYU TAVSİYE EDİYOR

Cumhurbaşkanı konuşmasında "Ben Kur'anla büyüdüm" diyor. Oysa, o kitabın ahlakı, tevazuyu, hoşgörüyü tavsiye ediyor, iktidar için, güç için başkalarının üzerinde dinin bir baskı aracı olarak kullanılmamasını net biçimde tavsiye ediyor.

YÖK'Ü KALDIRACAĞIZ DEYİNCE ÜNİVERSİTELERİ KAPATMIYORUZ 

MGK'yı kaldırıyoruz deyince orduyu, bütün askerleri işinden çıkarıyoruz demiyoruz, ya da YÖK'ü kaldıracağız dediğimizde üniversiteleri kaldıracağız, bütün öğretim üyeleri işssiz kalacak demiyoruz. Esas olan o kurumun neye hizmet ettiğidir, hangi amaca gerçekten hakkıyla hizmet edip etmediği meselesidir. Yani, inanç alanının da tıpkı üniversiteler gibi özgür örgütlenmesini savunuyoruz, imamların kendi karar süreçlerini kendilerinin belirlemesini, yerel gerçeklikleri, farklı mezhepleri farklı yorumları, farklı inançları, farklı dilleri gözeterek din hizmetlerinin verilmesini savunuyoruz.

BİLMEZÜK AMA İSTEMEZÜK 

Bunu, din elden gidiyor, din yasaklanıyor diyerek bir kampanyaya çevirmek, aslında tıpkı bundan 100 yıl önce Osmanlı'nın son dönemindeki, "bilmezük ama istemezük" tavrıdır. Türkiye her şeyi tartışabilmeli, en doğrusunu, en barışa hizmet eden, en özgürlükçü seçeneği tercih etmelidir.

İSLAM TARİHİ DİYANET İŞLERİ TEŞKİLATIYLA BAŞLAMADI 

Din alanının devlet kontrolü altında tutulması kabul edilebilir bir durum değil. Din alanı, inanç alanı, bu inanç sahiplerinin kendi tercihleriyle ilgilidir. Örneğin, 28 Şubat döneminde, insanların başörtüleri yasaklanırken, Diyanet, merkezden orduyu öven hutbeler gönderiyordu. Bugünkü iktidarın siyasal görüşü, dindarlığı, muhafazakarlığı bir kurumsal kazanım değildir. İnanç gruplarının tüzel kişilikleri olması gerektiğini savunuyoruz ve kendi karar süreçlerini kendilerinin işletmesini savunuyoruz. Bir şehirde hutbe hangi dilde okunması, o şehrin sorunları neyse o sorunlar konu edilmesi dinin esasıdır. İslam tarihi Diyanet İşleri Teşkilatıyla başlamadı. 1400 yıl boyunca insanlar bu hizmetleri gönüllü kuruluşlar aracılığıyla aldılar. Eğer siz, Diyanet İşleri Başkanı'nı, imamı, müftüyü, iktidarın memuru pozisyonuna düşürüyorsanız zaten sizin saygınlığını ve itibarınız tartışılır bir durumdur.

Günün Önemli Haberleri