Hayvani içgüdüyle oynuyorum
Abone olTeknikten çok, içimden gelen seslere kulak veriyorum ve hayvani bir içgüdüyle oynuyorum.
Sanırım Misak-ı Milli sınırları içinde Özcan Deniz'le röportaj
yapmayan bir tek ben kalmıştım. Olmadı, denk düşmedi. Ama hep
içimde kaldı: Yeni vizyona giren ‘‘O Şimdi Asker’’ filmini bahane
ederek yaptım. Bu filminden de en az Asmalı Konak dizisi kadar
keyif alacağınızı düşünüyorum. Siz bakmayın ona, son derece iyi bir
oyunculuk çıkarmış. Tek bir şey söylüyorum, çok sahici bir adam
o... Oyunculuk tarzınızı, meslek uzmanları içgüdüsel ve hayvani
olarak tanımlıyor. Sizin buna itirazınız var mı? -Niye olsun?
Herhangi bir akademik eğitimim yok. Teknikten çok, içimden gelen
seslere kulak veriyorum ve hayvani bir içgüdüyle oynuyorum. Sizin
oyunculuk kariyeriniz Hülya Avşar'ınkine mi benziyor? - Kısmen.
Onunki de içgüdüsel başlayan bir oyunculuk. Ama tabii tekniğin
gelişmesiyle olgunlaşan bir oyunculuk. Dilerim, benimki de öyle
olur. Ben şuna inanıyorum: Bir oyuncunun, star olabilmesi için bir
aurası olması gerekiyor. Cahide Sonku'nun iyi bir oyuncu olmadığı
ama müthiş bir elektriği olduğu söylenir. Hatta dönemin
eleştirmenleri şöyle yazılar yazmışlar: ‘‘Dün Cahide Sonku'yu
izledim. Oyun başarılı değildi, Cahide de değildi ama bütün gece
gözlerimi ondan alamadım!’’ Budur yani mesele. Sizde var mı o aura?
- Bence var. Sahnede ve kamera karşısında... Ya gündelik hayatta? -
Pek ortaya çıkmıyor. Belki de bunun için gayret sarf ediyorum.
Sakil davranıyorum, dikkatleri üzerime çekmemek için uğraş
veriyorum. Bunu da beceriyorum. Kimseye çaktırmadan bir kafeye
oturup, çayımı içebilirim mesela. Kimsenin ruhu duymaz. Girip
çıktığımı anlamazlar bile. Normal hayatta ‘‘Ben aurası olan
adamım!’’ numarası çekmem yani. Öyle insanlardan da hoşlanmadığımı
itiraf etmeliyim. Sizin başarınız, içinizdeki ‘deli ‘ yanınızdan mı
kaynaklanıyor? - Doğrudur. Delilik var bende. Küçükken de öyleydim,
hiperaktiftim. Abim beni mutfağa kilitlerdi, mutfak da 3. katta,
ben inşaat demirlerine tutunarak aşağıya inerdim, ara yollardan
koşup, önüne çıkardım. Sınırlarımı hep kendim çizmek istedim.
Başkasının çizmesine izin vermedim. Delilik-melilik, ben ne yapmak
istiyorsam onu yaptım.... İçinizdeki bu deli yan, Seymen Ağa
karakterine cuk oturmuş olmalı ki, bu kadar iyi bir oyunculuk
sergiliyorsunuz... - Seymen'le çok benzeyen yanlarımız var: Ben de
ailemin bütün yüküyle hareket eden bir insanım. Onlara çok
bağlıyım, bir arada tutmak için gayret sarf ediyorum. Sonra,
çevremdeki insanların gözünde ben de neredeyse bir idolüm.
Sorumluluklarım onun gibi fazla. Ve tabii en büyük ortak noktamız
ikimiz de çok tutkuluyuz... Siz Seymen Ağa gibi tutkulu bir aşığı
canlandırırken son derece başarılısınız. Çünkü zaten öyle bir
adamsınız. Peki içi geçmiş, bezgin ve sevişmek istemeyen bir adamı
da oynayabilir misiniz? - Şu an oynayamam. Tekniğim geliştikçe
belki. O roller şimdi bana uzak. Ama çok da terdirgin etmiyor bu
durum beni. Bazen bir oyuncu, üzerine yapışan karakteri yıllarca
oynuyor. Hugh Grant mesela, her filmde üç aşağı beş yukarı aynı,
komik, şaşkın, temiz, sevimli adam. Ben Seymen ya da Yüzbaşı Volkan
gibi rollerin adamıysam evyallah. Bir süre böyle projeler gelir,
bakarsınız oyunculuğumu geliştiririm, ileride farklı roller
oynayabilirim. Ben sizin için ‘‘Artık onu şarkıcı gibi göremiyorum,
algılayamıyorum’’ dedim ve siz kızdınız! - Evet kızdım. Çünkü 10
yıldır profesyonel olarak yaptığım iş şarkıcılık. Oyunculuk
kariyerim çok yeni, daha 1 yıl oldu... İyi ama meseleye şöyle de
bakabiliriz: Ben oyunculuğunuza iltifat ediyordum. Yani bunun için
illa şarkıcılığınıza hakaret etmek gerekmiyor. Şarkıcılığınızı da
beğeniyorum ama oyunculuğunuzu daha çok seviyorum. Yok mu böyle bir
hakkım? - Var da. Benim de ‘‘Önce şarkıcıyım, sonra oyuncu’’ deme
hakkım var. 20'ye yakın şarkım hit oldu, albümlerim 4, 5 milyon
sattı. Müzik alanında iddialı olduğumu söylemeye çalışıyorum, o
kadar. Asmalı Konak şarkıcılığınızı gölgeliyor diye komplekse
kapıldığınız oluyor mu? - İnsanlar gölgeliyor diye inat ettiği
zaman haliyle sinir oluyorum. Çünkü öyle bir şey yok. Hiç olmadığı
kadar konser veriyorum ve albüm satıyorum. Seymen Ağa Özcan Deniz
denilen adamı yedi bitirdi, yok etmedi yani! - Aksine geliştirdi,
onu var etti. Ben de şunu anlamıyorum: ‘‘Biz Seymen'i seviyoruz
aslında, Özcan Deniz'i değil’’ diyorlar... Benim suçum yok, ben
demiyorum... - O zaman öyle düşünenlere soruyorum: Seymen
karakterini size sevdirmiş olmamın hiç mi önemi yok? Yani Özcan
Deniz denilen adamın Seymen'i sevmenizde hiç mi payı yok! OKUMA
BİLMEYEN ANNEM KİTAP YAZDI Sizin dünyanızda esas olan tutku mu? -
Evet. İşimi de tutkuyla yaparım, şarkımı da tutkuyla söylerim, bir
kadını da tutkuyla severim. Tutku önemli. Bir de inanmak. İnanmak
bilmekten daha önemli benim için. Dostlarımı da tutkuyla severim.
Ne var ki zararlarını gördüm: Çok kandırıldım, aldatıldım. Ne
zamandan beri her şey yolunda gidiyor? - Son bir yıldır... Hálá
kocaman bir aileye bakılıyor mu? - Evet. Ama bu beni rahatsız
etmiyor. Onlar bana ihtiyacı olan insanlar. Onlar benim
kardeşlerim, tabii ki okutmak zorundayım. Annem var, teyzelerim
var, hasta olan beni yıllarca sırtında taşımış bir anneannem var,
şu an rahatsız. Bu insanlara ‘‘Ben size bakıyorum’’ diyemem, demem,
çirkin bir şey bu. Bunlar benim sorumluluklarım ve yerine
getiriyorum. Sizinle birlikte aileniz ve yakınlarınız da gelişti
mi, yoksa siz arayı açtınız mı? - Diğer aile fertlerimi
küstüreceğim belki ama çekirdek ailem yani annem, kardeşlerim ve
ben, biz çok farklıyız. 4 tane kızkardeşim var, dördü de eğitim
alamamıştı. Bundan 9 yıl önce ‘‘Hadi kalkın benim yanıma gelin’’
dedim. İki tanesi şu an hukukta okuyor, bir tanesi da bu yıl
Boğaziçi'ni bitiriyor. Hiç okuma yazma bilmeyen annem ise kitap
yazdı. Şimdi gazeteleri okuyor, köşe yazılarını takip ediyor. Benim
çekirdek ailem müthiştir yani. Ben hayatlarında olayım olmayayım,
hepsi ellerine geçen bir imkanı çok iyi değerlendirebilecek
kıvraklıkta ve zekada insanlar. ‘‘Benim sayemde geliştiler, onları
ben var ettim’’ gibi bir durum yok yani. BİR KADININ 46. SEVGİLİSİ
OLMAK Kadınlarla ilişkiniz uzun vadeli ve gevşek mi? Yoksa kısa,
canlı ve diri mi? - Uzun vadeli, canlı ve diri. Şu an hayatımda
biri yok ama olduğu zaman öyle oluyor. En uzun ilişkim 5 sene
sürdü. Hiç gevşemedi. Araya da başkaları girmedi... - Hayır
girmedi. Yani monogamsınız? - Bu konuda söz veremem bir kadına. O 5
yıl içinde hayatıma başka biri girmedi ama girebilirdi de. Kendimi
suçlu da hissetmezdim. Bugüne kadar yaşadıklarım bir gün mutlaka
noktalanacağını bildiğim ilişkilerdi. Bir erkek sürekli etrafındaki
kadınların kendisiyle sevişmek istediğini biliyorsa ne hissediyor?
- Kadınlar tarafından beğenilen bir adam olmak hoş bir şey. Ama bir
an geliyor, ‘Düzgün kadın yok mu’ demeye başlıyorsun. Paranoyak
oluyorsun. Bazen kurunun yanında yaşı da yakıyorsun. Farkında
olmadan düzgün birini de o diğerlerinin kategorisine koyuyorsun.
‘‘Bunlar benimle değil Seymen'le sevişmek istiyor’’ diye
düşündüğünüz oluyor mu? - Seymen'i bırak çoğu Özcan Deniz'i bile
tanımıyor. O ışıklı, pırıltılı dünya adına geliyor. Yaşadığım hayat
zaten çok fazla hareketli, girdili, çıktılı, bir ordayım, bir
burdayım, demek istiyorum ki aşkı da bu kadar yorucu yaşayamam.
Hayalini kurduğum şey, sadelik. Yakalamaya çalıştığım bu. Ama sade
yaşayan bir kadının hayali de tam tersine bir şaşaa. Bir araya
geldiğimizde saçmasapan bir şey oluyor. Sonra diyorsun ki, peki bu
dünyadan biri olsun, bari bu şaşaaya doymuş olsun: Bir bakıyorsun
onun 46. sevgilisisin. Yarın bir gün ayrıldığında o listenin en
altına senin adın da eklenecek... Buysa mesele, a zaman bakire bir
sevgili bulun kendinize... - Ben sadece cinsellikten söz etmiyorum
ki. Yaşamadığı hiçbir şey kalmamış oluyor. Ona sürpriz bile
yapamıyorsun. Bu kadını ne şaşırtır ki diyorsun. O kadar çok aşk
yaşayan birinin zaten kalbi de köreliyor. Sana karşı tutkulu bir
aşkla bağlanmıyor... E sonunda yaptığın işte belki başarılı
oluyorsun ama duygusal anlamda yalnız kalıyorsun! Röportaj: AYŞE
ARMAN / HÜRRİYET