Haydar Baş'tan AKP'ye destek
Abone olBTP Lideri Haydar Baş, Türkiye’yi yakından ilgilendiren konularda önemli açıklamalarda bulundu.
* Türkiye çok ciddi bir kuşatma altında. Irak konusu var, Kıbrıs
konusu var. Belki daha sonra Ege konusu gündeme gelecek. Türkiye
aynı zamanda ekonomik olarak da çok ciddi bir kıskaç altında. Böyle
bir durumda hükümet Meclis’e bir tezkere getirdi ve bu tezkere onay
almadı. Irak halkı böyle bir tezkere ile Türkiye cephesinden
vurulmayı hak etmiş miydi? Prof. Dr. Haydar Baş– Gerçekten de
ülkemiz yeni değil, uzun zamandan beri bir kuşatma altındadır. Her
ne hikmetse bu kuşatma, bazı kurum ve kuruluşlar tarafından kabul
edilmemekte, reddedilmektedir. Tabii biz bu sohbetimizde bunu yapan
insanları sorgulayacak değiliz. Ancak böyle bir tehlikenin
varlığını, ülkemiz üzerindeki hesapların ciddiyetini ifade
edeceğiz. Irak’la savaş gerekçeleri meşru mu? Bir ülkenin savaşa
girmesi için bir takım sebepler vardır. Bu sebepler zuhur etmeden o
ülkenin savaşa girmesi gayri hukuki ve mantıksız bir olaydır. Peki
bir ülke nasıl savaşa girer? Veya bir ülkeye siz hangi sebeplerden
dolayı savaş açabilirsiniz? Birincisi, bir ülkenin can, mal, namus,
din ve vicdan, vatan emniyeti, kısaca insan hakları dediğimiz
hakların ortadan kalkma ihtimali olduğu takdirde bu millet,
kendisini müdafaaya hak kazanır. Coğrafyasına tasallut eden
düşmanlarını yok etmek üzere savaşa hak kazanır. Bu bir kuraldır.
Tarihte hiç bir millet veya devlet bu saydığımız değerleri
tehlikeye girmeden savaşa girmemiştir. Bunun üstünde olan bir takım
hadiseler cereyan etmiştir. Doğrudur. Süper güçlerin mevcudiyeti
sadece günümüze ait değildir. Dün de bu güçler vardı, bugün de var,
yarın da olacak. Ancak bu güçlerin bu değerler etrafında savaşa
kilitlendiğini, bu değerleri korumak üzere mücadele ettiğini
görüyoruz. Kısaca dünyanın adaletini, disiplinini, hak ve hukukunu
savaş yoluyla da bunların temin ettiğini görüyoruz. Bu cümleden
olmak üzere o devletlerin şahsına baktığımız zaman evvela kendi
vatanında insan haklarını doya doya yaşatır ve bu hakları başka
milletlere, başka coğrafyadaki insanlara yaşatmayı gaye edinir.
Böyle bir vazife üstlenir ama hakikatte bu vazifeyi yaşayan bir
millet olmalıdır. Kimsenin hukukuna tecavüz etmemelidir. Bu bir
kuraldır. Süper güç olmak için de bir kuraldır. Sizin savaşa
girmeniz için de bir kuraldır. Bu kuralı, bu şablonu biz, Irak
hadisesinde yerine koyacağız. Bakalım bizim can, mal, namus, din ve
vicdan, vatan emniyetimizin burada zarar gördüğü var mı? Ne derece
bir zarar görüyoruz ki savaş kararı alarak insanlarımızı
yönlendirmemiz gerekiyor? Irak olayında, tezkerede ne deniliyor?
Bizim üzerimizden asker gönderiyorsun. Yani cephe açıyorsun. Yani
sen de harbe giriyorsun. “Ben savaşa girmiyorum” deniliyor. Peki o
coğrafyaya bir sürü insan gönderiyorsun. Bunun adı nedir? Resmen
savaşa giriyorsun. Peki savaşa girmene sebep ne? Canınız, malınız,
namusunuz tehlikede mi? Servetiniz, şöhretiniz tehlikede mi?
Vatanınız tehlikede mi? Değil. Süper güç olan bir irade, “Burada
bir eşkıya var. Ben bu eşkıyayı halletmem için senin yardımına
ihtiyacım var” dedi. Bu gerekçe ile savaşa girmene imkan ve ihtimal
yoktur. Yani sen burada hak sahibi değilsin. Bu münasebetle ben
diyorum ki Türkiye’nin, Irak’a müdahale konusunda, bu hususlarda
hiç bir zarar olmadığı halde varmış gibi göstererek bulunmak
istediği beraberlik meşru değildir. Onun için tezkerenin Meclis
tarafından kabul edilmemesi çok ciddi bir adaletin tecellisinden
ibarettir. Bu bakımdan bizim, Meclis’i tebrik etmemiz lazımdır.
Millete kulak verdiği, sağduyuyu temsil ettiği için tebrik etmemiz
lazımdır. ABD’nin karnesi * Hocam, ABD, Saddam’ı gayri meşru
görüyor. Elinde kimyasal silah bulundurduğu iddiasıyla Irak’a
müdahaleyi şart koşuyor. ABD, böyle bir hak iddia etme hakkına
sahip midir? Prof. Dr. Haydar Baş– Dünyada süper güçler vardır.
Bunlar, dünyada adaleti, hak ve hukuku korurlar ve gözetirler.
Bunların olması çok tabiidir. Ama şimdi siz diyorsunuz ki, “bu
devlet ABD olabilir mi?” İsterseniz onun karnesine bir bakalım. Bu
karneye baktıktan sonra böyle bir hakka sahip mi değil mi, takdiri
bizi takip eden kardeşlerimize bırakalım. ABD’nin henüz daha
kuruluşu aşamasında, Avrupa’dan giden insan toplulukları oranın
yerlileri ile ciddi bir mücadeleye girmişler, binlerce, onbinlerce,
yüz binlerce kızılderili dediğimiz insanları katletmişlerdir.
Karnenin ilk notu bu. İkincisi, 1898’de Meksika’yı işgal etti. Yine
aynı yıl Küba’ya girdi. 1921’de Nikaragua’da 300 kişiyi öldürdü.
1945’de Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine, atom
bombasını, dünyanın en güçlü bombasını attı. Tam 250 bin insanın
ölmesine sebep oldu. Japonya teslim olacağını ilan ettiği halde
kalkıyor, Nagazaki ve Hiroşima’ya atom bombası atıyor. *
Milyonlarca insanı da sakat bırakıyor. Prof. Dr. Haydar Baş– Hâlâ o
bölgede, o topraklar üzerinde bir ot yeşermiyor. Karnenin ikinci
notu bu. 1950–1953 yılları arasında Kore’de, yüz binlerce Koreliyi
öldürdüler. 1954’de Guatemala’da binlerce insanı öldürdüler.
1956–1959 yılları arasında, Küba’da, tam 60 bin insan öldürdüler.
Hatta bu savaşa katılan bir çok Amerikalının kafayı üşüttüğü iddia
edilir. Öyle katliamlar yapıldı ki neticede bunu yapan insandır.
Vicdan muhasebesi yaptığı zaman kafasını üşütür. Üçüncü not bu.
1965’de, Endonezya’da, 1 milyon Endonezyalıyı öldürdüler. Amerika
nerede Endonezya nerede? Yine 1965’de Dominik’e paraşütçüleri
indirdi, on bin kişi katledildi. 1975’de Vietnam’dan kovulduğunda
arkasında milyonlarca ölü ve sakat bıraktılar. Vietnam’a 638 bin
ton bomba atıldı. Bu literatürden anlayan asker arkadaşlarımıza 638
bin ton bombanın ne demek olduğunu sorun bakalım ne diyecekler.
1970–1975 yıllarında Kamboçya ve Laos’da bir milyon insan
öldürüldü. 1973’de, Şili’de, CIA’nın düzenlediği darbe ile 30 bin
insan katledildi. 1983’de Lübnan’a müdahale ediyor. Binlerce
Lübnanlı müdahalede ölüyor. Aynı yıl Grenada’yı işgal ediyor,
binlerce insan ölüyor. 1986’da Libya’yı bombaladı. On binden fazla
sivil öldü. 1989’da, Panama’ya asker çıkardı. Beş binden fazla
Panamalı öldü. 1991’de Irak’a saldırdı yüz bin sivil, 125 bin tane
de asker hayata veda etti. ABD kurulduğundan bugüne kadar 400 kez
askeri saldırı yaptı. Sadece 1946–1975 yılları arasında 215 kez
askeri güce müracaat ederek savaş yaptı. Şimdi bu karneyi önümüze
koyduğumuz zaman dünya insan haklarını korumaya, kollamaya, can,
mal, namus, din ve vicdan emniyetini teessüs etmeye yetkisi var
mıdır, yok mudur? Bu adaleti ortaya koyacak bir iradeye sahip
midir, değil midir? Bunun cevabını milletimize bırakalım. Irak
coğrafyasında bize ait değerler * Hocam, Irak coğrafyası, müslüman
insanların bulunduğu bir coğrafya. Böyle bir coğrafyanın
karşılaştığı bugünkü hal karşısında Türkiye’nin nasıl bir rol
üstlenmesi gerekir? Prof. Dr. Haydar Baş– Biz o coğrafyada,
senelerce, adaleti, merhameti, şefkati, izzeti, iffeti insanlığa
doya doya yaşatmış yüce bir milletiz. Bugünün böyle olması, tarihte
işlenilen suçun faturası olarak o coğrafyanın insanına Allah’ın bir
takdiridir. Hâlâ daha bizim üzerimize düşen vazifenin bu olması
lazım geldiğine inanıyoruz. Bazı coğrafyalar vardır ki buradaki
değerler müşterek değerlerdir. Bu değerleri isteseniz de
istemeseniz de atamazsınız. Bunlar, sizin, ya örfünüzden,
adetinizden, geleneğinizden, ya da maneviyatınızdan, dininizden
size kalmış mirastır. Dinî kimliğimiz münasebetiyle, mesela
peygamberlere olan saygımız, onların bulunduğu coğrafyayı ve
kabirlerini korumakla bizi mükellef kılıyor. Sahabeyi korumakla
bizi mükellef kılıyor. Oradaki insanlara yine hoş nazarla bakmayı
bize mükellef kılıyor. Irak’a geldiğimiz, Bağdat, Basra, Kerbelâ,
Necef, bütün bunlara baktığımız zaman bu değerlerin bolca olduğunu
görüyoruz. Dolayısıyla, bu değerler münasebetiyle bu coğrafyayı da,
bu insanlar bize ne kadar karşı gibi dururlarsa dursunlar yine Türk
milleti olarak korumak ve kollamakla mükellefiz. Bakınız Hz. Yuşa
Aleyhisselam Irak’tadır. Hz. Yunus Aleyhisselam da Irak’tadır.
Bizim mezhep imamımız İmam–ı Azam buradadır. Bağdat’ın
göbeğindedir. Ahmet bin Hanbel Hazretleri, yine oradadır. Selman–ı
Farisî, Peygamber Efendimizin en sevdiği sahabelerindendir.
Huzeyfetül Yeman, Peygamber Efendimizin sır kâtibidir. Musa Kazım
Hazretleri, Peygamber Efendimiz’in torunlarındandır. Hem ulema, hem
evliya sınıfındandır. Bişr–i Hafi, Abdullah bin Mübarek, Ebubekir
Şibli, Şahabettin Sühreverdi, İbrahim Havvas, Cüneydi Bağdadî,
Davud–u Taî, Maruf el Kerhî, Türkiye’de adını çok zikrettiğimiz
Behlül Dâne, Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullah, Süfyan–ı
Sevri, Abdullah bin Amr, Cabir bin Zeyd; buradadır. Kısaca, o belde
sahabelerin, tabiinin, ulemanın, evliyanın, bolca bulunduğu
beldedir. Böyle bir beldeye hiç kimse, “filan insan haksızlık,
yolsuzluk yapıyor” gerekçesiyle girip de bu mezarları çiğneyemez.
“Canım öyle şey mi olur?” denilebilir. Ama bombayı attığın zaman,
“bu İmam–ı Azam’ın kabridir, buna uğramayayım. Bu Abdülkadir–i
Geylani’nin kabridir, buna uğramayayım. Bu, Ahmed er Rufai’nin
kabridir, buna uğramayayım. Bu, Yunus Aleyhisselamın kabridir, buna
uğramayayım” demiyor. Ki, ABD’nin savaşlarda kullandığı yöntem
ciddi şekilde bombardımandır. Bilhassa hava bombardımanı yapıyor.
Yok etme üzerinedir. Şimdi biz, böyle bir manzara ile karşı
karşıyayız. Onun için gene tekrar ediyorum. Bu tezkereyi Meclis
sınıfta bırakmış ise en büyük hayrı yapmıştır. * Hocam,
zikrettiğiniz coğrafya gerçekten inananlar için çok değerli
topraklar. İslam coğrafyasında yaşayan insanlar için bu tezkerenin
Meclis’te reddedilmesi ne gibi anlamlar taşıyor? Prof. Dr. Haydar
Baş– Bu değerler Saddam’a ait değerler değildir. “Bırakalım,
bunları o korusun” demeye hakkımız yok. Biz, bu müşterek değerleri
korumakla mükellef olduğumuz halde üzerimizden, bazılarına yol
verir, şu veya bu gerekçeyle oraya gönderir, kabirleri çiğnetirsek,
Allah da bizi affetmez. İşte bu sorumluluğu yüce Meclis gördü.
Gerekeni yaptı. Kuzey Irak’la ilgili tavrımız ne olmalı? * Hocam,
bu tezkereden sonra, Kuzey Irak’ta Kürdistan diye bir devletin
kurulmasına bizim devlet olarak tavrımız ne olacaktır? Bir de bu
konuda Amerika’nın müttefikimiz olmasına ihtiyacımız yok mudur?
Prof. Dr. Haydar Baş– Burada, ABD’nin müttefikimiz olmasına
ihtiyacımız yoktur. Zira, ABD, o coğrafyaya, rahmetli Özal
döneminde Çekiç Güç adı altında girdiği zaman, delillerle mevsuktur
ki her türlü yardımı yaparak, PKK’yı azılı bir düşmanımız haline
getirmiştir. Bir insan için, “iyi mi kötü mü, aleyhimizde mi değil
mi”, hükmünü verirken on tane delil gerekmez. Bu münasebetle, bizim
o coğrafyada az evvel bahsi geçen insanlarla meselelerimizin
hallinde üçüncü bir devlete ihtiyaç yoktur. Kuzey Irak’ta, bir
aşiretin devlet haline geçebilme gayreti ne olabilir? Bence, fiilen
de hukuken de hakkı olmayan bir tavırdır bu. Bir hakkın gaspıdır.
Böyle bir hakkı gasp etmeye o coğrafyada bulunan insanlar hak
sahibi değildir. Onun ilerisinde vatan emniyetimizin tehlikeye
girmesini ve o bölgede bulunan insanlarımızın mağduriyetini getiren
bir kompozisyon, bir harp sebebimizdir. Onun için burada
oluşabilecek bir devleti Silahlı Kuvvetlerimiz savaş gerekçesi ilan
etmiştir. Bu bir savaş gerekçesidir. Bu savaş için ne Ahmet’i
dinlemeye, ne Mehmet’in aklını almaya hiç gerek yoktur. Kuzey Irak
bölgesine, bizim huzurumuzu, vatan emniyetimizi, can, mal, namus,
din ve vicdan emniyetimizi dikkate alarak girme hakkına zaten
sahibiz. Bunun için bir tezkerenin çıkmasına da gerek yok. Senin
evine bir adam giriyor. İki şamar atacaksın. Polisten mi müsaade
alacaksın? Oradaki savaş bu şamar atmanın mukabilidir. Onun için
bunu yapmak için de hiç bir tezkereye ihtiyaç yoktur. Zalimin
zulmünü engellemek için bu da mükellef olduğumuz davranışlardan bir
tanesi ve de en başta gelenidir. ABD’nin tepki çeken tavrı * Hocam,
bu tezkerenin Meclis’te onay almamasında ABD yönetiminin tutum ve
davranışlarının etkisi olmuş mudur? Prof. Dr. Haydar Baş– Ekonomi
ve Hariciye Bakanı’nın Bush’u ziyaretlerinde, aralarında çok ciddi
bir diyalog geçiyor. Sayın Bush, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda
ABD’yi desteklemek mecburiyetinde olduğunu ifade ile “şayet bu
tezkereyi geçirmezseniz biz de Kuzey Irak bölgesindeki Kürt
gurupları ile bu işi hallederiz” diyor. Madem sen onlarla bu işi
halledeceksin niye bana müracaat ediyorsun? İki, “IMF, Dünya
Bankası, Dünya Ticaret Örgütü size sırtını döner. Ermeni soykırım
tasarısı ABD’nin bütün eyaletlerinde gündem edilir” diyor. Yaşar
Yakış Bey de BM’nin Irak konusunda vereceği hükmün geçerli olduğunu
söylemekle beraber, “Biz, BM’yi yedine ele alacağız ve
lağvedeceğiz” diyor. Böyle, hak ve hukuk tanımayan bir tavırla
sayın Bush, içindeki düşünceyi yansıtıyor. Şimdi bütün bunlar dünya
efkâr–ı umumiyesi, özellikle kamuoyumuz tarafından an be an takip
edilen konular olmuştur. Hatırlarsanız kamuoyu ortaya çok ciddi bir
tepki koydu. Bunun sebebi, ABD yönetiminin bu tarz davranışıdır. Bu
münasebetle de “Yapacağın yardımı başına çal” dercesine halk,
tepkisini ortaya koymuştur. Binlerce, onbinlerce, yüz binlerce
vatandaşın sokaklara dökülmesinin sebebi daha ne olabilir?
Tezkerenin reddinde, ABD yönetiminin menfi manada etkisinin
olduğunu kabul etmemiz şarttır ve de esastır. Meclis milleti
yansıttı * Halkın çok ciddi tepkisi oldu. Aleyhte çok ciddi bir
kamuoyu oluştu. Siz bu halkın tepkisi açısından Meclis’in kararını
nasıl buluyorsunuz? Prof. Dr. Haydar Baş– Meclis, demokratik
davranışını gayet güzel bir şekilde ortaya koydu. Takip ettiğim TV
programlarında, ABD yanlıları, bunu, sanki Meclis’in çok ciddi
yanlışı imiş gibi lanse etmeye çalışıyorlar. Enteresan bir şey. Ama
Meclis, sağduyusu ile beraber, temsil ettiği vatandaşa kulağını
verdi. “Bana ne diyor?” diye onu dinledi. Adaletli bir şekilde
değerlendirerek tezkereye geçerli oyu vermemiştir. O bakımdan
kamuoyunun tamamen yansıması tarzındadır bu iş. Bu münasebetle hem
demokratik bir iradenin ortaya çıkışı ve hem de kamuoyunun ciddi
bir şekilde temsil edilme olayı olmuştur. Bana kalırsa Meclis de,
şu ana kadar halkı bu derece yansıtmadı. Bazıları, “halkı,
vekaletini aldıktan sonra dinlemek mükellefiyetinde değilsiniz”
diyor. Bu, çok yanlıştır. Meclis’in halkı sonuna kadar dinlemesi
şarttır, zaruridir. Zira siz orada tiyatro oynamıyorsunuz. Millet,
asıldır. Siz millete vekilsiniz. Bu manadan hareketle Meclis, son
derece onurlu bir tavır sergilemiştir. Kendilerini tebrik ediyorum.
Aksi takdirde vebalini ömür boyu ödeyemeyecekleri bir suçu işleme
manevi duygusunun altına gireceklerdi ki vicdanen rahat
edeceklerini kesinlikle zannetmiyorum. * Hükümet gerçekten çok zor
bir sınav verdi. 3,5 ayı geride bırakan hükümete bu neticeden
dolayı “başarısız” değerlendirmesi yapılıyor. Sizin bu konuda
düşünceleriniz nelerdir? Prof. Dr. Haydar Baş– Hükümete bu konudan
dolayı “başarısızdır” diyenler, aslında tahrik ederek bu tezkereyi
tekrar gündem etmesine ve de ABD’nin lehine bir hükmün çıkmasına
vesile olsun diye bunu yapıyorlar. Olay budur. Yani burada, çok
enteresandır, stratejiler çarpışıyor. Hükümet halktan müspet oy
almıştır. Halkın desteğini kazanmıştır. Şayet bunun aksini yaparsa,
itibar kaybettiği zaman telafisi de mümkün olamayacaktır. Doğru bir
iş yapmıştır. Bunda ısrar etmesinde fayda var.
Kaynak: Yeni Mesaj Gazetesi