Hayatımız ne zaman normale dönecek? Osman Müftüoğlu yanıtladı
Abone olOsman Müftüoğlu, koronavirüs nedeniyle hayatımıza giren maskelerin ne zaman çıkacağı, yasakların ne zaman biteceği ve normal hayatımıza ne zaman döneceğimize ilişkin önemli bir yazı kaleme aldı.
Herkesin kafasında soru şu: Normalleşme ne zaman? Bilelim ki her
şey gibi pandeminin de kendine özel bir matematiği var. Ve o
matematik bize normalleşmenin elimizdeki rakamlarla en azından
şimdilik mümkün olmadığını söylüyor. Dahası, konuştuğum halk
sağlığı uzmanları -ki pandemi matematiğini en iyi onlar bilirler-
günde 5-7 bin arasında gelip giden vaka sayılarıyla değil tamamen
normalleşmek, kademeli normalleşmenin bile mümkün olamayacağını
söylüyor. Kısacası başlıktaki sorunun yanıtını yetkililer değil,
biz vereceğiz. Kurallara daha sıkı, daha samimi, daha kalıcı ve
içselleştirilmiş bir uyum dinamiği geliştirerek vaka sayılarını
düşürmek ve yavaş da olsa normalleşmek bizim elimizde.
Kolestrol ilaçları virüsten koruyor mu?
Yukarıdaki başlığın kolesterol ilacı karşıtları, en çok da
Canan Karatay hocayı üzeceğini biliyorum. Ama araştırma sağlam bir
yerden, Princeton Üniversitesi’nden gelince, haberi dikkate almak
gerekiyor. Haber şu: Bilindiği gibi yeni koronavirüs hücreye
girebilmek, yani bizi hasta edebilmek için hücre zarını geçmek
zorunda. Princeton’daki çalışma bu geçişin önemli
belirleyicilerinden birinin de kolesterol olduğunu gösteriyor.
Araştırmanın sonuçlarına bakılırsa kolesterol düşürücü ilaçları
(statinler) kullananlar, bu ilaçları kullanmayı reddedenlere oranla
bir parça daha şanslılar. Zira hücre duvarındaki yoğun kolesterol
molekülü birikimi, virüsün hücre duvarına tutunmasını ve duvarı
geçip hücreye girmesini kolaylaştırıyor. Bir başka deyişle virüs,
yeteri kadar kolesterol yoksa hücre duvarının koruyucu engelini
aşamazken, kolesterolü bol bulunca işini daha kolay yapıyor.
Princeton Üniversitesi’nde yapılan bu ön çalışmanın tabii ki başka
araştırmalarla da desteklenmesi lazım. Ama anlaşılan o ki
kolesterol yüksekliğinden damarlarımız hoşlanmasa da bu sorun
virüsü memnun edebilen bir gelişme.
Riskli hastalar daha erken belirlenebilir
mi?
Bilindiği gibi COVID-19 herkeste aynı tahribatı yapmıyor;
hastalığı bazıları, ağır bazıları da çok hafif geçirebiliyor.
Hastalığa yakalandığından haberi olmayanlar da eksik değil. Bilim
insanları “Acaba riskli vakaları erken dönemde belirleyip risk
oranları büyümeden tedaviye almamız mümkün olabilir mi?” sorusuna
uzun süredir yanıt arıyor. Haklılar. Çünkü bu durumda erken
başlanabilecek bir deksametazon desteği bile süreci kontrol altına
alabiliyor. Neticede de yoğun bakıma ihtiyaç en aza iniyor. Peki,
elimizde böyle bir test var mı? Elimizde henüz erken risk tayininde
kullanabileceğimiz bir test maalesef yok. Ama bilelim ki bilim
insanları bu konuda da nihai sonuca oldukça yaklaşmış durumdalar.
Kanda sitokin seviyelerini belirleyerek bu işi de çözebileceklerini
düşünüyorlar. Bilindiği gibi, durumu hızla ağırlaşan hastalarda
“erken yangısal tepkiler” süratle çoğalıyor, kısa sürede de zirve
yapıyor. Ve bu aşırı bağışıksal tepkiler de “Ufukta bir sitokin
fırtınası var” anlamına gelebiliyor. Eğer biz bu fırtınayı erken
belirleyebilir ya da önceden tahmin edebilirsek işimiz çok daha
kolay olacak. Yoğun bakımlara ihtiyacımız bir hayli azalacak.
Hangi demir?
Demir eksikliği, özellikle 15-45 yaş aralığındaki kadınları
ilgilendiren mühim bir mesele. Ama pek çok mineralde olduğu gibi
demirin de azı karar çoğu zarar. Örneğin yeteri kadar demir
kazanmadığımızda “kansızlık” problemi devreye giriyor. Bedenimizde
aşırı demir biriktiğinde ise sistem hızla paslanıp (oksitlenip)
erkenden yaşlanıyor. Ayrıca karaciğer ve pankreasta biriken demirin
fazlası “maraza” çıkarmaya başlıyor. Doğru olanı, hayvansal ve
bitkisel demiri dengeli olarak kazanabilmek. Bu nedenle etkili yol,
sebze ve bakliyat yemeklerine yönelmek hatta yaş ilerledikçe
hayvansal demirden uzaklaşıp bitkisel demir kaynaklarına yönelmek.
Bu yaklaşım, hem daha kontrollü demir kazanımı açısından, hem de
demir birikimine bağlı hızlı yaşlanma ve aşırı oksidasyon baskısı
altında kalmaktan bizi koruyabilir düşüncesindeyim.
Corona geçirdim aşı yaptırayım mı?
Covid-19’a karşı hastalığı geçirerek kazandığımız bağışıklık da
tıpkı gripten sonra kazandığımız bağışıklık gibi -maalesef- çok
uzun sürmüyor. Hastalığı geçirenlerde korunma süresinin en fazla
6-8 ay civarında olduğu düşünülüyor. Bu nedenle hastalığı
geçirenlerin de COVID-19’a karşı aşı yaptırmalarında fayda var.
Grip aşısından sonra koronavirüs aşısı ne zaman
yapılmalı?
Grip veya zatürre aşısı ya da başka bir aşı ile COVID-19
aşısının yapılması için gerekli zaman aralığı konusunda da elimizde
net ve açık bir bilgi yok. Ama uzmanlar prensip olarak 2 aşı
arasındaki aralığın en az 2 hafta olması gerektiğini
söylüyorlar.
“Uzayan COVID-19”
Covid-19’da iyileşme bazen beklenenden çok daha uzun sürebiliyor.
“Uzayan COVID-19” olarak bilinen bu gibi durumlarda hastalarda kas,
eklem ve baş ağrıları, yorgunluk, beyin sisi ve benzeri belirtiler
devam ediyor. Bu sorunu yaşayanların yani COVID-19’un kalıcı
etkilerini uzun süre bünyesinden atamayanların da aşılarını
yaptırmalarında fayda var. Zira bu belirtilerin bulunması vücutta
aktif bir enfeksiyonun varlığına değil, bedenin virüse verdiği uzun
süreli iltihabi tepkilere bağlı.