Hayalimdeki İstanbul

Abone ol

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Şakir Eczacıbaşı, hayalinin İstanbul`un bir kültür kenti ilan edilmesi olduğunu söylüyor.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ve siz genelde yaptığınız kültür işleriyle gündeme gelirsiniz. Geçtiğimiz günlerde ise Bakan Erkan Mumcu ile birlikte Fazıl Say`ı sansürleyen isim olarak yer aldınız. Nedir bu sansürün aslı? --Hemen şunu belirtmek istiyorum, İKSV`nin büyük önem verdiği şeylerden biri siyasetle sanatı birbirinden ayırmaktır. Biz bu konuda çok büyük çaba gösterdik, sıkıntılara da girdik ama sonunda özgürlüğümüze kavuştuk. Özgür kalmayı becermek zor değil mi? --Çok zor ama başardık. Gelirlerimizin yüzde yetmişi zaten sponsorlardan, yüzde yirmisi de biletlerden. Dolayısıyla kimseye bağımlı değiliz. Türkiye`nin en parlak piyano virtüözlerimizden biri, Fazıl Say bu projeyle bize geldi. Hepimizi derinden etkileyen Sivas olayını projelendirmiş. Biz bir sponsor bulduk ve 150 bin dolar harcadık. Nasıl bir bütçe bu? Çok mu fazla yoksa az mı? --Şöyle bir örnek vereyim bu parayla Londra ya da Newyork Flarmoni Orkestrası`nı getirebilirdik. Fazıl Say, bu projede kendisiyle çalışması için Kültür Bakanlığı`nın korosunu seçmiş. Müzik grubunda Kültür Bakanlığı üyelerinden yararlanmış. Şefi bile Kültür Bakanlığı`ndan. Daha provalar başlarken beni aradı ve rahat çalışabilmek için benim onun için Bakan`a telefon edip edemeyeceğimi sordu. Ben de her sanatçıya gösterdiğim titizlikle onun için Bakan`a telefon ettim. Kimse beni sansürlüyemez Neden telefon etmenizi istedi? Bir sıkıntı mı yaşıyormuş? --Nedenini söylemedi. ``Yalnızca rahat çalışmak için`` dedi. Projenin bir bölümünde Sıvas olaylarının görüntüleri gösteriliyormuş. Cenazelerden, yerde alev alev yanan insanlar. Bu görüntüler konserden bir gece önceki son provada ortaya çıkmış. Konser gününün sabahı Bakan`ın kulağına gitmiş. Aslında orada yayınlanan görüntüler televizyondan değil mi? Yani herkesin daha önce seyrettiği kareler... --Evet televizyondan almış. O günlerin haberlerin görüntüler seçilip montaj yapılmış, 4 dakikalik bir film gerçekleştirilmiş. Bakan beni arayıp ``Geçmişle ilgili hiç bir şeyi deşmemek lazım. Biz yaraları saracağız diye ortaya cıktık, bunu hatırlatmak yanlış`` dedi. Bakan kendi kadrosunu çekmekle tehdit etti, Fazıl Say geri adım atmadı ve siz Fazıl Say`ın eşini de devreye sokarak bu görüntülerin yayınlanmasını engellediniz. Bu bir çeşit sansür değil mi? --Sansür demek Türkiye`nin hiçbir yerinde oynayamaz, sergilenemez demektir. Bizi kimse sansürleyemez, kıyamet koparırız. Benim bu konuda kızdığım ve anlamadığım nokta şu. Madem sakıncalı bir konu olduğu düşünülüyordu niye bağımsız bir koro seçilmedi? Niye Kültür Bakanlığı? Ayrıca niye beni araya soktular? Niye Bakan`a telefon ettirdiler? Telefon etmiş bulunduğum için sorumlu hale geldim ve işi çözmek de bana düştü. Öyle bir saatte bu kriz patlak verdi ki ne yapıp edip bu konseri yaptırmak zorundaydım. 4 bin kişi bilet almış, ayrıca 150 bin dolar para harcanmış. Vakfın kuruluşundan bu yana 31 yıldır dünyanın dört bir yanından festivallere 50 bin sanatçı katılmış, bir tek böyle olay yaşanmamış. Sonuçta ben sadece konserin iptal edilmemesini sağladım, sansür falan yok. Sansürle birebir mücedale etmiş, bu uğurda çok uğraşmış birine bunu söylemeleri beni üzdü. Tanıdıklar ``Deli misin kim inanır?`` dediler ama yine de ben çok sinirlendim. Biz 12 Mart`ta neler yaşadık, nelerle mücadele ettik, olacak laf değil sansür benim için! Sizin bu olayda, yaptırdığınız kültür merkezi tehlikeye girecek diye Kültür Bakanı`nın tarafını tuttuğunuz da söylendi. --O yüzden mi yıllar boyunca İstemihan Talay ile tartıştım ve kültür merkezine bir çivi bile çakılmadı? Üç yıl boyunca Talay ile birbirimize girdik. Bütün bu söylenenlere çok kırıldım. Benim için sansür kelimesini kullanıyorlar, duyarlı noktam bu benim. Örnek olarak bakanlarla iyi geçinmek gibi bir davranışım olsaydı belki de kültür merkezi bitirilmişti. Habitat`ın İstanbul`da düzenlendiği sırada Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında İngiliz bir topluluğun bir oyunu vardı. Güvenlik nedeniyle oyunun oynanmasını engelemek istediler, kapıda durduk güvenlik güçlerine ``Ancak üstümden geçerseniz tiyatroya girebilirsiniz`` dedik. Elçilik binasına talibiz Kültür merkezi ne aşamada peki? --Ayazağa`da orman içinde. Harika bir yer. Müracaatlarımız başladı tekrar projenin başlaması için. İnşallah başlayacak. Amerikan Büyükelçiliği`nin eski binasının size verilmesi de gündemde. --O da biraz yanlış yansıtıldı. Biz duyduk ki yerlerini bırakıp yeni yerlerine taşınıyorlar. Ayrıca şöyle bir yaklaşımları olmuş, ``Burayı satıp, gazino, restoran yaptırmak bize yakışmaz, biz bunu bir sivil toplum örgütüne verelim`` demişler. Bizim gibi bir çok başvuru oldu. Kararı Eylül`de verecekler ama, biz kuvvetli bir adayız. Binayı bağışlayacaklar mı yoksa satacaklar mı? --Bazı koşulları olacak tabii. Bize ne satacak ne de bağışlayacaklar sadece kullanım hakkını verecekler. ABD`nun binasını kullanma girişiminiz Hıfzı Topuz tarafından eleştirilmişti. --Hıfzı Topuz dostumuz, bir meyhanede arkadaşlarıyla otururken ``Keşke Şakir bunu şu ara çıkarmasaydı`` demiş. O zaman Irak savaşı dönemiydi. ``Tam Amerika girdi mi, girmedi mi, biz tezkere verdik mi, vermedik mi tartışması sürerken bunu ortaya atmak yanlıştı`` diye bir lafı olmuş. Yani olay oradan çıkmış. Hıfzı Topuz benim dostum. Bizim kültür girişim, üyesi, böyle bir projeye karşı çıkması mümkün değil. O zaman git sen yap İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı`nı kurdunuz. Tiyatro, sinema, müzik festivalleri ve bineal düzenliyorsunuz. Yine de zaman zaman özellikle aydın kesimden eleştiriler alıyorsunuz. Kimseye yaranmak mümkün değil mi? --Öncelikle şunu söylemek isterim, benim de katkım oldu ama vakfın kuruluş fikri Nejat Eczacıbaşı`nındır. 1973`te onun öncülüğünde kuruldu. 93 yılında onun ölümünden sonra ben başkan oldum. Eleştiriler olacaktır, varsın olsun ama bir dayanağı da olsun tabii. Sanat konularına eleştiri çok olur ama vakıfla ilgili olarak eleştirenler destekleyenlere göre çok az. Şimdi sadece İstanbul`un kültür başkenti ilan edilmesiyle ilgileniyorum. Türkiye`deki eleştirmenleri nasıl buluyorsunuz? --Her şey gibi bazen eleştirmenlik de bizde maalesef yanlış algılanıyor. Eleştirmenlerin sanatçıyı düzeltme hakkı var zannediliyor. Yok öyle bir şey. Sanatçıyı kimse düzeltemez, haddine düşmez. Çünkü ``O zaman sen git sanat yap`` derler adama. Eleştirmen sanatçıyı halka anlatan kişidir. Köprü görevi görür, görmelidir de. Halk olan biteni takip edemez, eleştirmen bunu verir. Maalasef bazen bizde yanlış algılanıyor. Zaten şu anda eleştiri de kalktı ortadan, o da yapılabilecek bir başka kötülük. Kültür ve sanatın içindesiniz. Dünyaca ünlü isimleri istanbul`a getiriyorsunuz. Bir taraftan da kültür yozlaşması yaşıyoruz. Herkesin dilinde ``Ama halk bunu istiyor`` cümlesi. --Bir kere efendim halk bunu istiyor demek bir kaçıştır. Çünkü halkın ne isteyip ne istemediğini bilemezsiniz. Neyi alıştırıp neyi gösterirseniz onu ister. Atatürk döneminde eğer halk dinlenseydi bunca devrim gerçekleşebilir miydi? O dönemde hangi kadın ``Çarşafı bırakacağım, bikiniyle dolaşacağım`` diyebilirdi? Şimdi ``İyi olmuş`` diyorlar. Burada bir oyun oynanıyor. Madem demokrasi var niye eğitim devletin elinde? Bırak isteyen istediğini yapsın. Demek ki demokrasinin de koşulları var. Halkçılık başka bir şey Oscar Wilde`a ``Oyununuz başarılı olacak mı?`` diye sormuşlar, o da ``Benim oyunum zaten başarılı önemli olan halkın bunu algılaması`` diye cevap vermiş. Bunu mu kastediyorsunuz? --Şunu demek istiyor. Sanatın düzeyi kalabalıklar istiyor diye düşürülemez. Böyle bir yaklaşım asıl onlara saygısızlık olur. Amaç halkın sanatsal etkinliklere katılmasını sağlamaktır. Televizyon en küçük yaşlardaki çoçukların odalarına bile girebiliyor. TV`nin çocukların yetişmesinde, kişiliğinin gelişmesindeki kötü etkilerini bir düşünün. Aydınların ``Halkta kopma`` korkusuna katılmıyorsunuz yani... --Halktan kopmak, halkı düşünmemek, onları küçümsemek kendini yüce göstermek anlamında kullanılıyorsa o halktan kopmaktan da öte bir şeydir. Halk adına birşey yapıyorsanız, halkı tanımaya, bilmeye, onların acılarını, mutsuzluklarının sevinçlerini ya da inançlarını sanat yoluyla yansıtmaya çalışıyorsanız bu halkçılıktır işte. O zaman halktan kopma olmaz. Reyting işi kolay Bir taraftan televizyonlardaki reyting kavgası, bir taraftan halkın kaliteli programlara rağbet etmemesi. Çözümsüz değil mi? --Biraz değil tamamıyla çözümsüz. Karışsanız anti demokratik, karışmasanız bir türlü. Düşünsenize batı müziğine geçebilmek için Cumhuriyetin başlangıcında ne bedeller ödedik. Bereket Atatürk zamanında kültür devrimleri gerçekleştirdi de şimdi uluslararası sanatçılarımız var. Halka karşı sorumluluk taşımamız lazım, bu yüzden Kültür ve Kimlik programı yapıyorum, bunca işimin arasında. Reytinginiz nasıl? --Çok. Şimdi 40 tane televole var ama bir tane Kültür, Kimlik var. Bence hiç olmazsa televizyondaki yayınların belli bir bölümünü reyting alsa da almasa da kültür programlarına ayırmak gerekir. Bir süre sonra zaten bu progamlara alışan halk reytingi halledecektir. Aşk yaşam için çok önemli Nazım Hikmet Piraye`ye mektuplar yazıyor, sonra ondan ayrılıyor. Nazım kaç kez aşık oldu, evlendi, Nazım gerçekte aşka aşıktı. Sanatçılar için gerçekten de önemli, aşk yaşam için gerekli.

Günün Önemli Haberleri