Hatırlamanın öyküleri
Abone olKitaptaki öykülerin ortak noktası zaman, hatırlama, şiir ve kırgın kadınlar
İki öykü kitabıyla iki önemli ödül kazanan ve ünlü şair
Necatigil’in kızı olan Ayşe Sarısayın, ‘’le okurların karşısında.
Kitaptaki öykülerin ortak noktası zaman, hatırlama, şiir ve kırgın
kadınlar.
Son dönem Türk öykücülüğünün değerli isimlerinden Ayşe Sarısayın,
Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü alan “” ve Sait Faik Hikâye Armağanı’nı
kazanan “” adlı kitaplarından sonra, yeni öykülerini “Karakalem
Resimler” başlığı altında yayımladı. Can Yayınları etiketiyle
okurla buluşan kitaptaki öykülerin dört ortak noktası var. İlki
“zaman.” Zamanın hem tüketiciliği hem de yaşama devam etme gücü
verişi...
Yeni kitabı üzerine söyleşi yaptığımız yazar, yalnızca “Karakalem
Resimler”deki öykülerin değil, yazdığı tüm öykülerin “zaman”ın
çevresinde dolaştığını söylüyor ve ekliyor:
Zamanın iki boyutu
“Akıp giderken, yaşanılan
her şeyi bir daha yerine konulamayacak şekilde tüketmesi, zamanın
acımasız yönü. Öte yandan iyileştirici bir etkisi de var.
Acılarımızı dindiriyor, bizi sakinleştiriyor. İleriye yönelik
umutlar, nasıl yeşertilebilirdi başka türlü?”
Öykülerin ikinci ortak noktası ise hatırlamanın öyküleri
olmaları... Ayşe Sarısayın “Yaşanılan hiçbir şeyin tümüyle aynı
biçimde tekrarı mümkün değil, her şey değişiyor, dönüşüyor. Zamana
karşı tek silahımız, hatırlamak belki de...” diyor.
Yazara göre belleğimizde birikenler, farkında olmadan çok içerlerde
bir yerlerde sakladıklarımız, günü gelince herhangi bir çağrışımla
ortaya çıkıveriyor. Kendisini de bir öykünün oluşum sürecinde,
öncelikle belleği yönlendiriyor:
“Herhangi bir mekân, bir eşya, bir koku, bir yüz ya da kulak
kabarttığım bir konuşmadan hareketle çıktığım yolculuk, genellikle
geçmişte buluyor karşılığını.”
Her öyküde bir şiir
Üçüncü ortak noktaya gelirsek... “Karakalem Resimler”deki her öykü
bir şiirle açılıyor; Behçet Necatigil’in, Attilâ İlhan’ın, Hilmi
Yavuz’un şiirleriyle...
Ayşe Sarısayın, Türk şiirinin en önemli isimlerinden Behçet
Necatigil’in kızı. Ancak “kan bağı”ndan fazla bir ilişkisi var
şiirle. Öyküyle şiirin akrabalığını şöyle tanımlıyor:
“Yalnızca öykü ile şiirin değil, tüm yazın türlerinin birbiriyle
akrabalığı var bir ölçüde, ancak ses açısından şiire en yakın
durmaya yatkın olan tür, öykü gibi geliyor bana. Öyküde dil,
olaylardan daha ön planda; dil ve dilin yarattığı ses...”
Eşikte kalan kadınlar
Dördüncü ortak nokta, Sarısayın’ın her öyküsünde “bir eşiği
atlayamayan” kadınları anlatması... Evlenemeyen, sevdiğine
kavuşamayan, arzu ettiği romanı yazamayan kadınlar...
Tesadüf mü acaba diye soruyorum; “Düşünerek, planlayarak yapmıyorum
bunu, ancak yine de bir rastlantıdan söz etmek güç...” diyor:
“Beni yazmaya yönlendiren, yazma isteği uyandıran durumlar, bunlar
olsa gerek. Ayrıca, hepimizin, farkındayız ya da değiliz, ‘eşiği
atlayamayan’ bir yanımız olduğunu düşünüyorum. Atlayamadığımız
eşikler ve tutunma biçimlerimiz aynı değil elbette ama hayata bu
açıdan baktığınızda, pek çok kırıklık hikâyesi
görebiliyorsunuz.
12 Eylül’ün tortuları
“Kadınların dünyaları bana daha tanıdık, daha yakın geliyor,
dolaştığımız yerler farklı da olsa, onların kırıklıklarına
uzanabildiğimi, iç dünyamda karşılığını bulabildiğimi
sanıyorum.”
Kitaba adını veren “Karakalem Resimler” ve
“Hicran, Yine Hicran”, kalbi ve hayalleri kırık kadınları 12
Eylül’ün tortuları eşliğinde anlatan öyküler... Merak ediyorum,
acaba yazarda bıraktığı izler nedir bu dönemin?
“12 Eylül döneminde üniversite öğrencisiydim. Kişisel olarak, somut
anlamda herhangi bir zarar görmedim belki, ama o vahşet ortamında
yaşanılanları, hasarsız atlatmak pek mümkün değildi” diyor
Sarısayın.
Ve belki de bu kitapta yoğun olarak hissedilen duyarlığının
kaynağını gösteriyor şu sözleriyle:
“Kaybolan hayatlara yakın ya da uzak tanıklık ettim, geride
kalanların darmadağın olan hayatlarını izledim. Ölenlerin ardından
yakılan ağıtlar, kalanların hayata tutunma mücadelesi... İz
bırakmaması mümkün mü?”
(Miraç Zeynep Özkartal)