Hasan Pulur'u Yıldırım çarptı
Abone olRadikal'in kalem erbabı yazarlarından Yıldırım Türker, bu kez Orhan Pamuk'u irdeledi. Türker, Pamuk'tan hareketle sözü Hasan Pulur'a getirdi ve çok fena çarptı.
Radikal Gazetesi'nde Pazartesi günleri yazan Yıldırım Türker, gündemin en çok tartışılan yazarı u yakın plana aldı. Türker, Pamuk'tan hareketle sözü Hasan Pular'a getirerek çok fena çarptı. İşte Türker'in yıldırım etkisi yapan yazısı:
- Orhan Pamuk'un evlatlıktan reddi süreci, memleketimizin o kendine has fanfarıyla berbat bir gösteriye dönüşmüş, sürüyor. Bu konuda biraz akılları başlara toplayıp giderek bir çamura dönüşmüş olan milli kimlik, özgür birey, edebi yaratı meseleleri üstüne düşünmeli.
Öncelikle Orhan Pamuk'u sevimli, dost olmak isteyeceğimiz bir insan olarak görüp ona gönül sofralarımızda yer açmak zorunda olmadığımızı hatırlatmakla başlayayım. Kaldı ki kendinin de böyle bir talebine tanık olmuşluğumuz yok. Söyleşilerinde defalarca belirttiği gibi yazı serüvenini yalnızlıkla besleyen, edebi yaratısını inzivadan devşiren bir yazardan söz ediyoruz.
Meselenin Pamuk'un dünya çapına yükselip bu milletin denetiminden bir ölçüde sıyrılmışlığının medya kışkırtmasıyla kamuoyunda yaratığı hırçınlıktır. Pamuk, romanları hemen hemen bütün dünya dillerine çevrilmekle kalmamış, o dillerin de hayranlıkla okunan, her fırsatta ödüllendirilen bir yazarı olmuştur. Ona yönelik hırçınlığımızı besleyen de işte budur. Çünkü bu Türklük denilen belalı ailenin fertleri olarak hepimiz gayet iyi biliriz ki yen içinde kalan kırık kollardan biri olmaktan kurtulanı, kalanlar hakkında söz alanı varlığımıza tehdit olarak görmeye mecburuz. O, artık yaban ellerde sözü dinlenen, insanlık tarihinde kendine bir sayfa açmış, her şeyden öte dünyanın gözünde Cumhurbaşkanımızdan ve ordumuzdan bile daha itibarlı bir vatandaş olmuştur. Bunun hazmedilebilmesi elbette çok güç. Ama toplumların enfantil cemaat dürtülerinden kopup tekamül edebilmesi için bütün dünya dillerinde karşılığı olan yaratıcılarının yolunu açıp, onları en azından hırpalamamayı becerebilmesi gerekir. Aksi takdirde sürgün yaratıcıları yetiştiren bir kültür olarak dilinizi, dünyayı inandıramadığınız mazlumiyet manzumelerine rehin bırakırsınız.
Dolayısıyla Orhan Pamuk'un 30 yıl önce çıkmış olduğu edebiyat yolculuğunun şimdi toptan siyasi bir mesele olarak gündemimizde olmasının nedeni, aracılığımıza başvurmadan dünyayla konuşabilmeye başlamış olmasıdır. Aileden bir ölçüde kopmuş, ailenin tehditler ve şantajlarla sırtına yüklediği yükümlülüklerden istifa edebilecek konuma gelmiş olması. Görüşleri, görüşlerini belirtiş tarzı kesinlikle ikincildir. Elbette annesinin halıyı komşunun balkonuna silkmesine, babasının kapıcıya eziyet çektirmesine, dayısının zorbalığına itiraz ederken bunu konu komşunun işitiyor olması rahatsızlık veriyor. Oysa o artık yalnız bu aileyi değil, bütün aileleri muhatap alıyor.
Pamuk'un profesyonelliği
Orhan Pamuk, CNN Türk'deki söyleşisinde bir 'profesyonel' olarak mahkemelik olmasına neden olan söyleşide sarf etmiş olduğu sözlerin arkasında durmakla birlikte yeterince dikkatli olamadığından, bir anlamda dolduruşa getirilmişliğinden dem vurdu. Kanımca bu profesyonellik noktasında yanılıyor. Pamuk'un, profesyonelliği, karşısına dikilmiş, kendinden hesap soran koskoca bir dünyaya karşı sözünü hatasız belasız dolaşıma sokabilecek bir siyasetçi yetkinliği olarak görüyor olması, bana kalırsa onu çok zorlayan bir yanılgı. Pamuk'un hata yapabilme, öfkelendiğinde, kışkırtıldığında sonradan pek hoşlanmayabileceği sözler söyleyebilme özgürlüğü olmalıdır. Bu özgürlüğü öncelikle kendine tanımalı, kendinden hesap soran, yargılayıcı bir dille karşılaştığında mikrofonunu karşısındakinin yüzüne kapatabilmelidir. Bu konuda bir zaafı olduğunu daha önce bir yazımda saptamış, kendini gereğinden fazla Türkiye'yle tartmasının yoluna çıkabileceğine, kendini özgürleştirmesi gerektiğine işaret etmiştim.
Onun konumundaki yazarların arkasında hayatını kolaylaştıran, sözlerini parazitsiz bir kanaldan duyurabilmesini güvence altına alan bir ordu olur. Türkiye'deki yayıncılık sektörünün Pamuk'a böyle bir hizmet sağlayabilecek noktaya gelmiş olduğundan kuşkuluyum. Dolayısıyla karşımızda yalnız, korunaksız ve kolay incitilebilir bir duruşla dikilmesi düşmanlarını da kışkırtıyor doğal olarak.
Karşısında bütün kibarlığıyla onu sorgulamaya alan zatın Pamuk'un anlatmaya çalıştıklarını es geçip onu 'aklama', nedamete sürükleme, kendi belirlemiş olduğu hedefe kilitleme gayretinde en ufak bir iyi niyet kırıntısı görebiliyor musunuz? Onu terbiye etmeye çalışan, aydın görünümlü ve dilli esnafın çabaları ona küfürler savurup hain ilan edenlerinkinden daha soylu değil. Ertesi günün gazetelerinde çığlık çığlığa verilen 'Orhan Pamuk söylediklerini reddetti, geri adım attı' müjdesi, o söyleşiyi izlemiş olanları öfkelendirmiş ama asla şaşırtmamıştır. Pamuk o söyleşide, kendinde vehmettiği 'profesyonelliğe' sahip olmadığı için bütün anlattıkları böyle özetlenebilmiştir. Oysa başından sonuna kadar izleyen, Türkçeye hâkim biri olarak Pamuk'un nedametine ben tanık olmuş değilim.
Edebiyatçıların siyasi kimlikleri üstüne menkıbelerle dolu bir tarihimiz var. Mahpusluk çekmiş, düşünceleri nedeniyle zulüm görmüş yazarlar tarihi, kültür olarak edebiyat ve sanatla olan ilişkilenme biçimimizi açık ediyor. Bir romancının muhalif görüşleri dile getirmesi, kimileyin bizzat eylem insanı olarak meydanlarda görünmesi Otoriteyi her zaman rahatsız etmiştir. Sendikacısını, öğrencisini, memurunu aynı sopayla meydanlardan ırak tutan Otorite, nispeten tuzu kuru, sözü güçlü insanlara elbette iltimas geçmeyecektir. Pamuk'un sözgelimi Özgür Gündem'in binaları, dokunulmazlığı tescilli kurumların emriyle bombalandığında Beyoğlu'na çıkıp gazete satması, sorulduğunda varoluşumuzun güvencesi olarak yutturulmaya çalışılan kimi tabuları ihlâl edip gerçekleri kendi kelimeleriyle dile getirmesi kadar doğal ne olabilir. Ama bu eylemlerin onu lanetli bir vatan hainine ya da cesur bir kahramana dönüştürmesi henüz fazla bir yol kat edemediğimizin kanıtı. Pamuk'un romanlarını alıp evlerine dizenler hiç değilse birkaçını bir zahmet okusalardı, belki onun hayatını adamış olduğu yaratı alanının bizatihi böyle bir özgürlüğü şart koştuğunu anlar, paylaşmadıkları bir sözü karşısında bu kadar saldırgan kesilmezlerdi.
Bu toplum, bu toplumun akıl hocaları ve devlet otoritesi henüz dünyanın iştahla okuduğu bir Türkçe yazarını bağrından çıkarmaya alışık değil. Edebiyatın hayatımızdaki ağırlığı da elvermiyor.
İnceliklerle örülmüş, evet, kimsenin o günkü işlerini halledebilmesine yaramayan, ama dünyayı daha dikkatle, daha iştahla, daha saygıyla, daha sevgiyle dinleyebilmenin, anlayabilmenin yolunu açacak olan roman, öykü, şiir bize ne kadar uzaktan, ne kadar solgun bir gülümsemeyle bakıyor. Onun için ancak siyahla beyazı ayırt edebiliyoruz. Bir romancının konuşmalarını gündelik hesap dilimize hoyratça tercüme ederken neler kaybettiğimiz umurumuzda değil.
Orhan Pamuk'un, kamu tercümanı kaba saba hedefi belliler tarafından sorgulanırken söylediklerine değil, romanlarına ilgi duyduğumuz, o romanlarda onca emekle örülmüş hayat kurgusundan zevk alabildiğimizde dünyayı algılayış biçimimiz külliyen değişecektir. İnsanın biricikliğini, özgürlük ülküsünü, sonsuzluk serüvenini kutsamayı öğrenmenin yoludur, edebiyat. Edebiyatın gücü karşısında tabuların esamisi okunmaz.
Şimdi Pamuk'a kaldırdıkları sopaları saklamaya çalışan, Nobel alırsa ne kadar gurur duyacağını ilan eden vasatın sözcülerine kulak asmayın. Edebiyatçısının özgürlüğüne sahip çıkan toplum, kendi özgürlüklerine de sahip çıkar. Edebiyatçılarınızı baskı ve saldırılarla yıldırıp yazamaz hale getirirseniz, ömür boyu Hasan Pulur okumaya mahkûm olursunuz. Daha da kötüsü torunlarınız da Hasan Pulur okur.