Hasan Cemal'in sicil amiri!
Abone olSabah'ın 07'sinde odasının kapısına bir not iliştirilen Hasan Cemal'i kim denetledi. Hangi gazeteci Cemal'i erken saatte evinden aradı? O not Cemal'i nereye götürdü?
Gazeteci milleti yazısında kapısına iliştirilen notu, sicil
amirini ve sabah sabah çalan telefonu Milliyet yazarı Hasan Cemal
köşesinde anlattı. Biz de Cemal'in bu yazısını alıp ANILAR köşesine
not düştük:
Sabah erken telefon. Ertuğrul Özkök kıkır kıkır:
"Hâlâ evde misin?"
"Evet, n'olacak?"
"Oğlum, gazetedeki odanın kapısına sicil amirin bir not bırakmış...
Haberin yok mu?"
Homur homurum sabah sabah:
"Ne sicil amiri, ne notu?.."
"Teftiş gördün, haberin yok!" uyarısıyla telefon kapanıyor.
Gazeteye geliyorum, odamın cam kapısına bir not yapıştırılmış:
"Saat 7.45! Geldim, bulamadım. Sicil amirin Sedat Ergin." Yeni
Genel Yayın Yönetmenimizden ilk günaydın notu...
Ne yapalım?
Sedat Ergin, Hürriyet'in Ankara Temsilciliği yıllarında benim bir
kuş gibi hür yazarlığımı kıskanırdı. Kendisi başkentin bürokratik
griliğinde koşuştururken, ben ona dünyanın orasından burasından
telefon eder, damarına basardım.
O da bana derdi ki:
"Bir gün bu saadet zinciri kırılacak. Çünkü ben geleceğim başına ve
sabahın köründe..."
İlk teftişi gördük.
Bizim meslek böyledir. Bazen üstte, bazen altta kalırsın. Bu
mesleğin duayenlerinden Altan Öymen'le de öyle olmuştu.
Yıl 1972.
Devrimci gazetecilik dönemi 12 Mart'la birlikte sona ermişti.
ANKA'da günlük gazeteciliğe başlamıştım. Altan Öymen'in rahle-i
tedrisinden geçmiştim. Sabırlıydı. Haberin piramidini, kurgusunu,
dilini kavramanın hiç de kolay bir zanaat olmadığını
göstermişti.
Sonra sıra bana geldi.
1981'de Cumhuriyet'e Genel Yayın Yönetmeni oldum. Altan Öymen
işsizdi. 12 Eylül darbesiyle siyaseten yasaklı hale gelmişti.
Değişik bir yazarlık önerdim kendisine. Daha çok dış politika
alanında koşturacaktı. Kabul ettiği zaman da, için için hoşuma
gitmişti. Boynuz kulağı geçti duygusuydu belki de...
Uzun programlar yapardım Altan Abi'ye. Strasbourg'da Avrupa
Konseyi, Paris ve Marsilya'da Ermeni davaları, Yunanistan'da
seçimler... Bir aylık bir program çıkartırdım. Ama bir güçlüğümüz
hiç eksik olmazdı:
Cumhuriyet'in dar bütçesi...
Bu nedenle de Nadir Nadi'den böyle bir programı geçirmekte çok
zorlanırdım. Karşısına oturur, "Efendim, uçak biletini ilan
karşılığı alacağız. Paris'te kız kardeşinde kalacak. Strasbourg'da
kızı var, onda kalacak" diye başlardım. Nadir Bey, biraz alaylı bir
dille, "Ya Marsilya'da, Atina'da..." deyince, başımı önüme
eğerdim.
Ama Altan Abi de Allah için iyi iş yapardı, harcırahı son derece
kısıtlı bu dış gezilerde. Bir keresinde oradan oraya koştururken,
Strasbourg'da trene yetişeyim derken yere kapaklanmış, dizinden
menüsküs ameliyatı geçirmişti.
Dün telefonda bu serüvenlerini Sedat Ergin'e de anlatmış. Benim o
zamanki uygulama taktiklerimi aktarmakla yetinmemiş, öğrendim ki
bazı tavsiyelerinden keyif de almış Altan Abi...
Kader, ne yapalım?
1979'da Cumhuriyet'in Ankara Temsilcisi olduğum zaman bir
diplomatik muhabir arıyordum. İyi İngilizce bilecek, Mülkiye mezunu
olacaktı. Parlamento muhabirimiz Engin Karadeniz, "Böyle biri var.
İngilizcesi çok iyi, Robert Kolej mezunu. Ama Mülkiye mezunu olmasa
da halen orada okuyor" dedi.
Meclis pastanesinde buluşmuştuk Sedat'la. Lafı uzata uzata,
diplomatik bir ağdayla konuşuyordu. Ukala bir havası vardı ama bu
Dışişleri'nde işe yarardı. Zayıftı, boynu armut sapı gibi. Clark
Gable bıyıklıydı. Hemen anlaştık. Ertesi gün birlikte başlamıştık
Cumhuriyet Ankara Bürosu'nda.
Mükemmel bir diplomatik muhabir oldu. Çok çalışkandı. Mesleğini
seven, ciddiye alan bir gazeteci olarak merdivenleri tırmanmaya
başladı.
Haber yazması bazen zaman alırdı. Çünkü fazla titizlenir, haberini
sürekli geliştirir, diplomaside ortak bildiri yazarcasına nüanslar
yerleştirirdi bazen haber metninin içine...
Sonra Genel Yayın Yönetmeni oldum Sedat'ın. Uzun yıllar hem dostluk
ettik, hem birlikte çalıştık. Atlatma haber ve analizleriyle
gazeteyi çok kurtardı.
Ve 1987...
Hürriyet, Ertuğrul Özkök eliyle Sedat Ergin'i bizden çaldı,
Washington'a gönderdi. Sedat'ın kararı mesleki açıdan doğruydu. Ama
ben çok üzülmüştüm. Biraz da kızgınlığımın bir sonucu olarak, en
yakın arkadaşı ama aralarında hep gizli bir rekabet olan sevgili
Ufuk Güldemir'i, Sedat oralarda rahat etmesin diye arkasından
Washington'a göndermiştim.
Hep dost kaldık. Mesleki açıdan hep dirsek teması içinde olduk. En
güzel sürprizlerden biri, 1988'de ben Washington'a gittiğimde,
havaalanında Ufuk'la birlikte Sedat'ı da karşımda bulmuş
olmamdı.
Sedat'ın en güzel yanlarından biri, gazetecilik mesleğine
düşkünlüğünün yanı sıra, bizim mesleğin bohemini ve cazı
sevmesiydi, gitar çalmasıydı.
Yıllar böyle geçti.
Şimdi o benim sicil amirim...
1981'de Cumhuriyet'e Genel Yayın Yönetmeni olduğum gün masamın
üstünde bir zarf bulmuştum. Kimin bıraktığını hâlâ bilmem. İçinden
bana başarılar dileyen notla birlikte İngiliz yazarı Aldous
Huxley'nin bir sözü çıkmıştı:
"Gazete yöneten adam, bana, cehennem ateşini bir kova suyla
söndürmeye çalışan meleği hatırlatır."
Kolay gelsin Sedat!
Bu görevi de başaracağına inanıyorum. Bu arada bir itiraf... Ya da
Sedat'a bir genel yayın yönetmenliği hediyesi de sayılabilir.
Yıllar önce bir yazıma başlık atmıştım, "Caz, müziğin
demokrasisidir!" Şimdi itiraf ediyorum. Bunun patenti bana değil,
Sedat Ergin'e aittir. Türk caz dünyası bunu böyle bilsin.
İyi pazarlar!
Yazı: Hasan Cemal
Kaynak: www.millliyet.com.tr