Prof. Dr. Nurhan Atasoy yeni kitabında harem hakkında yanlış bilinenleri düzeltiyor, bilinmeyenleri açığa çıkarıyor. Atasoy’a göre hadım etme hatta harem geleneği Bizans’tan kalmış olabilir. Başvuru kitabı olarak tasarlanan kitapta, gördüğümüz ancak fark etmediğimiz ayrıntılara dair görseller dikkat çekiyor. Kitaba dair ayrıntılar Sabah'ın internet sitesinde yer aldı. “Haremin en önemli özelliği saray terbiyesidir, arsızlık edip bağırmak, bağırarak konuşmak çok ayıp. Sarayda zaten yüksek sesle konuşulmaz.” Bu sözler 20’li yaşlardan beri harem üzerine çalışan, bugün 77 yaşında ülkemizin önde gelen sanat tarihçilerinden biri olan Prof. Dr. Nurhan Atasoy’a ait. Sözlerin muhatabını tahmin etmek zor değil, ancak sadece bağırmak çağırmak değil, birçok önemli ayrıntının gerçeği yansıtmadığını söyleyen Prof. Atasoy, tüm bunları Bilkent Kültür Girişimi tarafından yayımlanan yeni kitabı “Harem”de anlatıyor. Kitabın ve elbette haremin hikâyesini Prof. Atasoy’un binlerce kitapla yaşadığı evinde dinledik. Sanat tarihçisi olarak sadece mimariyi değil, daha çok o yapılarda insanların nasıl yaşadığını merak eden Prof. Atasoy “kültür tarihi” olarak tanımlıyor ilgi alanını. BİLİNTUR’un harem hakkında “ciddi, palavrasız, mesnet-siz bilgilerden uzak bir rehber kitap” talebiyle oluşan kitapta “harem sakız gibi çiğnenmiş, herkesin fantezisine göre hayaller kurup bir şeyler uydurduğu bir konu” olsa da, Atasoy sade bir dille gerçek haremi anlatmayı amaçlamış. Kitapta minyatürlerden fotoğraflara, batılı oryantalist ressamların eserlerinden gravürler bol görsel malzeme var: “Haremin mimarisi çok da heyecan vermez, bir kere bir bütün olarak kavramakta zorlanırsınız. Birçok kısım da sonradan eklendiği için büyük bir bölümü çok karanlık ve kasvetli kalmıştır. İnsanlar bu resimlere bakıp dikkatlerini detaylara yöneltsinler istedim. Mesela pencere içlerinde küçük çeşmeler var, görmeden geçebilirsiniz. Hâlbuki dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir hazinedir o çeşmeler.” “Padişahla öyle paldır küldür konuşulmaz” Sadece Topkapı değil, Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi saraylarının haremlerine dair bilgi ve görseller içeren kitapta en dikkat çeken konulardan biri haremde eğitime verilen önem. Dizide haremdeki kadınlar sadece dedikodu yapsa da, aslında hepsi müthiş bir eğitim alıyorlarmış: “Padişahla her şeyi konuşabilecek seviyeye getiriliyorlar eğitimle. Sadece Topkapı değil, Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi saraylarının haremlerine dair bilgi ve görseller içeren kitapta en dikkat çeken konulardan biri haremde eğitime verilen önem. Dizide haremdeki kadınlar sadece dedikodu yapsa da, aslında hepsi müthiş bir eğitim alıyorlarmış: “Padişahla her şeyi konuşabilecek seviyeye getiriliyorlar eğitimle. Müzik, okuma yazma, Kuran, edebiyat öğreniyorlar. Dini konular için Arapça, edebiyat için Farsça öğreniyorlar. Geç dönemde Fransızca ve İngilizce de öğrenmişler. Dolmabahçe’de hem Batı hem Doğu müziği öğrenmişler mesela. Derecesi kabiliyetlerine göre belirleniyor. Dans öğreniyorlar. Adab-ı muaşeret öğreniyorlar en önemlisi. Diziye bakamıyorum, öyle paldır küldür konuşulmaz padişahla. İnsanın içine işleyecek terbiye verilirdi, sarayda ne zaman gözünü kaldırıp bakabilirsin, ellerini nasıl tutacaksın, bunlar öğretiliyordu.” Eğitimi yetişmiş kalfalar veriyormuş, şehzadeler ve kız kardeşleri arasında bestekâr olanlar varmış, dışarıdan hocalardan da ders alıyorlarmış ama bu konuda çok bilgi olmadığını belirtiyor Atasoy: “Erkek hocalar da ders veriyor mesela haremdeki kadınlara ama ayrıntıları bilmiyoruz. Dolmabahçe’de kafesli bir şebeke var, belki kafes arkasından ders alıyorlardı. Belki kafes de yoktu.” Cinsel organları yeniden büyüyen üç harem ağası Haremde kadınlar kendi aralarında eğleniyorlar, valide sultanı eğlendirmek için veya doğum, nişan gibi özel durumlarda eğlenceler düzenliyorlardı. Şarkılar söyleniyor, oyunlar oynanıyordu, örneğin bugün nasıl oynandığını bilmediğimiz tavşan oyunu oynuyorlarmış. Haremin güvenliğini haremle ilgili büyük bir merak konusu olan harem ağaları sağlıyordu. Bu konuyu Prof. Atasoy şöyle aydınlatıyor: “Dizide güya ak ağalar var ama o dönemde kara ağalar olması lazım. Çocuklar Sudan’dan falan kaçırılıyor ve hadım edilmiş olarak geliyorlar hareme. Hadım geleneği Bizans sarayında da var. Erken dönemde Bizans’la çok etkileşim var, Bizanslı gelin de alıyorlar. Hadım da büyük ihtimalle Bizans’tan alınmış bir gelenek, hatta harem de. Orta Asya hükümdarlıklarında bu adet yok, han ve hatun var, kadın çok daha kuvvetli.” Harem ağalarının hadım edilmesinin sebebi haremdeki kadınlarla ilişkiye girmelerini önlemek. Kitapta yine de bazen ilişkiler olduğu bilgisi yer alıyor, “Olabilir” diyor Atasoy, “operasyon çok başarılı olmadıysa…” Daha da ilginci II. Mahmut zamanına ait bir efsane anlatıyor: “Üç harem ağasının cinsel organları yeniden büyümüş, bu mucizeyi görünce padişah onlara para verip azat etmiş.” Prof Atasoy farklı sarayların haremleri arasında çok fark olmadığını, mesela doğum iskemlesinin sadece Topkapı’da değil, Dolmabahçe’de de olduğunu belirtiyor. Hatta Dolmabahçe’de doğum odası da var, içeride bir oda, kadının sesi duyulmasın diye... Hürrem’in yatarak doğurması da aslında bu bilgilerden hareketle asılsız, çünkü o zamanlar kadınlar doğum iskemlesinde doğuruyorlardı. Prof. Atasoy, “Dizinin çok gerçeğe uyması gerekmiyor elbette” diyor ama ekliyor: “Kıyafetler felaket, kadınların da erkeklerin de... 18. yüzyıl kavuğunu almış Kanuni devrinde kullanıyor. Kanuni devrine özel kavuk stili vardır, minyatürlere baksınlar görürler. Takma kol 19. yüzyılda gelmiştir Osmanlı’ya. Ne diyeyim…” Osmanlı bugün günümüzde çok popüler olsa da Atasoy’un çalışmalarına başladığı dönemde Osmanlı mimarisi dersi bile yokmuş: “Osmanlı sanatını kendi kendime öğrendim. Avrupa, Selçuk, İran mimarisi dersi vardı, Osmanlı yoktu.” “Harem” kitabının tam da harem popülerken çıkmasını “tamamen tesadüf” diye yorumlayan Atasoy, hatalardan başka Osmanlı’nın popüler olmasında bir başka tehlikeye de dikkat çekiyor. Bunu yaparken ise aslında kitabın satır aralarına da sinmiş, tarihe meraklı herkesin dikkat etmesi gereken bir gerçeğe işaret ediyor: “Gençler Osmanlı sanatı sadece minyatür, hat, tezhibden ibaret sanıyor. Böyle olmamalı, geniş bakmalılar, bir dünya sanatı var, Çin’den, orta Asya’dan, İran’dan, Avrupa’dan gelen etkiler var. Resmin bütününü görmek lazım.” PROF. DR. NURHAN ATASOY KİMDİR? Ülkemizin önde gelen sanat tarihçilerinden Prof. Dr. Nurhan Atasoy 1934 yılında Tokat’ın Reşadiye ilçesinde doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Güzel Sanatlar ve Sanat Tarihi Bölümü’nde lisans, yüksek lisans ve doktorasını yaptı. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, KÜSAV ve Taç Vakfı’nın kurucu üyesi olan Atasoy 1997 yılından beri Maltepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dekanlığını, ayrıca Türk Kültür Vakfı’nın danışmanlığını yürütüyor. Atasoy birçok kitaba ve çalışmaya imza attı. Bugün 77 yaşında hâlâ büyük bir enerjiyle yeni projeler üzerinde çalışıyor. HAREM HAKKINDA BİLİNMEYENLER >> Topkapı Sarayı haremine ilk giren yabancı İngiliz Thomas Daloom. II. Beyazıd zamanında Kraliçe Elizabeth bir org hediye ediyor, onu kurmak için hareme giriyor. Org günümüze gelmemiş. >> Haremağalarından başka erkekler giriyor hareme, mesela zülüflü baltacılar… Odun taşımak gibi ağır işleri yapıyorlar, onlar girmeden “destur” deniyor ve kadınlar ortadan kayboluyor. >> Haremde mesela çok fare olması lazım, ama sansar olduğu için fare yoktur. Hâlâ vardır sansar, nöbetçiler gece yalnız gezemez korkudan. >> Topkapı hareminde, döşemeler düzeltilirken kuşluk kapısı tarafına çıkılan koridorun oraya gömülmüş iskeletler bulundu. Neden, nasıl, hiç bilmiyoruz. >> Topkapı Sarayı’nda sadece haremin içinde 30’dan fazla hamam var. Hamamlar çok önemli, sadece temizlik açısından değil, hamam hem sosyal bir olay, hem dini açıdan önemli, seferlerde bile hamam çadırı var. O kadar ince bir kültürümüz var. Bunu görmek için en iyisi Adalet Kulesi’ne çıkmak, tepeden bakınca yuvarlak camlar hamam olduğunu anlatıyor bize. >> Haremde gizli kapılar var. Mesela gardırop kapısı gibi görünüyor Dolmabahçe Sarayı haremindeki, ancak gizli bir kapı aslında. >> Haremde bağırarak konuşmak çok ayıp. Sarayda zaten yüksek sesle konuşulmaz. Hatta saraylılar kendi aralarında işaret dili geliştiriyorlar ve öyle iletişim kuruyorlar. Kubbealtı’nda yabancı elçilere ziyafet verilirken saray mutfağından yemekler getiriliyor ama çıt çıkmıyor, yemekler elden ele geçiyor, kargaşa, koşuşturma, telaş yok. >> Topkapı hareminde bir duvarın arkasında pencereler vardır, Ağalar Camisi’ne bakar. Şimdi kütüphane olarak kullanılıyor. Kadınlar haremin içinden pencere ile imama bağlanıp namaz kılarmış, bunun resmini koyamadım kitaba. >> Hareme yüzyıllar boyunca eklemeler yapılmış, ama müthiş bir su tesisatına sahip, neredeyse her odada soğuk ve sıcak su var. >>Dolmabahçe’de Zülbehçeyr denilen, iki cepheli salon vardır, bir tarafı arka bahçeye, diğeri denize bakar. Hareme yakın bir salondur ve teravih namazları kılınır. Kadınlar da teravih kılsın diye kafesler getirildiğini okudum bir yerde, o kafesleri aradık bulduk depoda. >> Dolmabahçe’nin hareminde okul odası var. Şehzadeler büyüdükten, 13-14 yaşından sonra şehzadeler dairesine geçiyor, okul odasında ders görüyorlar. 1520’lerden kalma bu aynanın arkasındaki İran şiirinde bakanın aynayla bütünleşeceği söyleniyor. III. Mustafa’nın kızı Fatma Sultan’a ait ipek ve gümüş ile dokunmuş 18. yüzyıldan bir elbise. Çok genç yaşta hadım edildikleri için kemik sağlıklarını kaybeden kara ağalar bastonlarla yürürdü. Osmanlı sarayında kadınlar inci süslemeli bu ebe sandalyesine oturarak doğururlardı. Topkapı hareminin kuşbakışı görünüşü