Hani her şeyi vatan için yapmıştınız?

28 şubat döneminin en azametli paşası kuşkusuz Çevik Bir'di. Devrin İçişleri Bakanı Meral Akşener talimatını dinlemedi diye kendisine, "Gelirsem seni yağlı kazığa oturturum ulan" diyecek kadar kudret sahibiydi.

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

28 şubat döneminin en azametli paşası kuşkusuz Çevik Bir'di. Devrin İçişleri Bakanı Meral Akşener talimatını dinlemedi diye kendisine, "Gelirsem seni yağlı kazığa oturturum ulan" diyecek kadar kudret sahibiydi.

Bir, o dönemlerde habercilere odasını gösterirken özellikle bir ayrıntıya dikkat çekiyordu. Masasının üzerinde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın fotoğrafını gösteriyor, "Bakın ne kadar çok seviyorum; ailemin, çoluğumun çocuğum fotoğrafının olması gereken yerde onun fotoğrafı var" diyerek paşasına sevgi mesajları gönderiyordu. Çünkü paşasının en büyük maşasıydı ve onun emirlerini uygulayarak hazzetmediği kim varsa inletmeyi bir eğlence aracı olarak görüyordu.

Çevik Bir, aylar önce tutuklandığında hepimiz şaşırmıştık. Bizi şaşırtan tetikçinin yakalanıp, azmettiricinin ortalıkta fink atmasıydı.

Bu duruma şaşıran sadece biz olmadık haliyle. Geçtiğimiz günlerde Çevik Bir, Cumhuriyet savcılığı'na bir dilekçe yazdı. Dilekçesinde, o çok sevdiğini söylediği dostu hakkında "O emretti, ben yaptım. Benim pek çok şeyden haberim bile yok. O niye dışarıda, ben niye içerideyim?" diye itirafta bulunca bugün Karadayı gözaltına alındı.

O da ilk sorgusunda, "Benim hiç bir şeyden haberim yok" demiş! "Bin yıl sürecek" diyen adam bir anda hafızasını kaybetti iyi mi!

O günlerde, "Ne yapıyorsak bu ülke için yapıyoruz" diye kahramanca böbürlenenler, şimdi "Vatan için birşeyler yaptığımız külliyen yalan" diyor.

En ucuz numara ise "Hatırlamıyorum..."

Batı Çalışma Grubu'nu kurdurup sokaklarda adeta inançlı avına çıktıklarını, Sincan'da tank yürüttüklerini, hatırlamıyorlar!

Oysa biz hiç birini unutmadık..

Ne karanlık, ne korkunç günlerdi.

Babamdan hatırlıyorum!

Hayatının 35 yılında bu ülkeye hizmet etmiş ve emekliye ayrılmış babamı sırf sakallarından ötürü yolda durdurup ep eşkere terörist muamelesi yapmışlardı. Oysa tek suçu, ağrıdan duramayan annemi hastaneye götürmekti. Gittikleri hastanede annem başörtülü diye, "Şu suratını bir aç da resimdekine benziyor musun bakalım?" dediler. Dediler çünkü öyle emir almışlardı.

Babamın o günün akşamında gözyaşlarına hakim olamayıp bana anlatması, hala gözümün önünde. Annem tedavi için hastaneye gitmeyi aylarca, yıllarca reddetti..

Sadece babam ve annem mi?

Kimler haksızlığa uğramadı ki...

Siz hiç "eşinizi" çevrenize "Kızkardeşim" diye tanıttınız mı? Bunu yaptırdılar. Eşi kapalı olan bir subayı öyle bir çembere aldılar ki, o subay eşini yıllarca "Kızkardeşim" diye tanıttı. Eşi hamile kalınca ailesinin yanına gönderdi. Tayini başka yere çıkınca aynı zulmü yine, yine ve yine gördü. Bu kez orada çocuğunun annesini, "Boşanmış kızkardeşim" diye tanıttı.

Siz kocasına "Eşim, kocam, yarim ya da aşkım" demesi gerekirken, "Abim" diyen bir kadının ızdırabını hissedebilir misiniz?

Bu ızdırabı yaşattılar.

Bu azabı tadan sadece onlar olmadı elbette..

Sırf gazete ve TV'lere poz olsun diye okul önlerinde başörtülü kızlar yerlerde sürüklendi.

Askeri lojmanlarda bulunan market kapılarındaki, "Köpekle girilmez" uyarısının altına, "Türbanlı girilemez"  tabelaları asıldı, inançlı subayların eşleri köpeklerle bir tutuldu.

Şehit annesi, oğlu adına "Onur plaketi" almak için davet edildiği orduevinin kapısından, sırf başörtülü olduğu için kovuldu. Anlayacağınız, şehidin vebalı annesi oldu kadın başındaki örtüden dolayı..

Dağda PKK ile giriştiği çatışmanın en sıcak anında subayın eline, "İrticai faliyetlerde bulunduğunuz tespit edildiğinden TSK ile ilişiğiniz kesilmiştir"  emri tutuşturuldu.

Birkaç ay önce TSK mensubu olanlar, pazarda gözleme satmak zorunda kaldı. Bunlardan birinin suçu, "Kalorifer dairesinde gizlice namaz kılmak"tı. Daha sonra onların bulunduğu mekanlara adam göndertip, "Komutan bana iki gözleme çabuk ol" dedirtecek kadar seviyesizleştiler.

Yetmedi, bardan aldıkları alkol müptelası ve eşinin deyimiyle "seks manyağı" Ali Kalkancı'yı tarikat şeyhi yaptılar. Fadime Şahin'i koynuna soktular. Önce onunla yakalattılar, sonra Müslüm Gündüz'ün koynuna soktular.

Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları sırasında, Refah Partili Gölcük Belediye Başkanı'nın ırzına, namusuna, "Karını niye getirmedin, görürdük!" diyerek dil uzatıp çirkin çirkin güldüler.

Güçten takatten düşen Erbakan'ı ayakta iki bacağının üzerinde titretmek için tüm hışımlarıyla yüklendiler. Madara etmek için ellerinden geleni yaptılar. Zor durumda bıraktıkları Hoca'nın boncuk boncuk terlemesinden bile keyif aldılar, dalga geçtiler.

"Pezevenk" dediler, "rejim düşmanı" dediler, "irticacı" dediler. Gözleri öyle dönmüştü ki, birkaç asker bulup Erbakan'ı televizyonların canlı yayında olduğu bir sırada dövmeyi bile düşündüler.

(Erbakan'a yapılan haksızlıkların bir kısmını, başlıklı yazımda dile getirmiştim.)


28 Şubat'ın üzerinden silindir gibi geçtiği, insanların inancına yaşam tarzına tüm dünyanın gözü önünde tecavüz edildiği dönemin hikayeleri anlatmakla bitmez.

Onların bu zulmünün ülkeye sadece maddi külfeti 75 milyar dolar oldu.

Yaşananları izleyince aklıma o yakıcı şiirdeki mısralar geldi:


"Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır.

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır.
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır.
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır.
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır" diyordu Sezai Karakoç.

Onların bir hasabı, sahipsizlerin sahibi Allah'ın da ayrı bir hesabı vardı. Keser döndü, sap döndü ve göklerden gelen o karar tecelli etti.

"Bu mücadele ateşi hiç sönmeyecek. Bin yıl yanacak" diye sürekli körükledikleri alevler 16'ıncı yılında kendi bedenlerine yönelince ezdikleri, böcek gibi gördükleri mazlumlar kadar onurlu davranamadılar..

Yaptıkları ilk iş, kuyruğu kısıp birbirlerini suçlamak oldu. Doğruluktan dürüstlükten dem vuran paşaların halinden daha ibret verici bir hal olabilir mi?

İşin daha acısı ne biliyor musunuz?

Gerçekten medeni olan ülkelerin tamamında aydın ve sanatçılar, darbelerin ve darbecilerin karşısında yer alır. Bizim ülkemizde ise aydın ve sanatçı diye geçinen bir kesim, halkın karşısında, darbecinin yanında yer almayı marifet sanıyor. Sıkışınca "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganları atıyor.

Hay sen Mustafa Kemal'in ayağına kurban ol!

Eğer ikide bir cesedinin arkasına saklandığın Mustafa Kemal yaşasa, senin savunduğun bu çürük askerleri dinlene dinlene ve eşek sudan gelinceye kadar döverdi..

Geçenlerde izledim.

En aydın olanlarından biri sahnede, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye bağırıyor, çevresindekileri galeyana getirmek için çırpınıyordu. Kendisinin bu zırvalarını dinlemek istemeyen Kılıçdaroğlu'nun ardından atıp tutuyor, "Madem o gitti. Ben de bir karı buldum düzmeye gidiyorum" diyordu..

Biz boşuna demiyoruz bunların devlet, millet ve Atatürk aşkı "Düzmece" diye..