Hangi yazar gözaltıları muhteşem buldu?
Abone olGeneraller gözaltına alındı kamuoyu şaşkın. Peki son operasyona köşe yazarları nasıl bir tepki gösterdi?
İNTERNETHABER- Generaller gözaltına alındı,
herkes şok ve şaşkınlık içinde.. Düzenle hesaplaşma mı yoksa
değişimin sancıları mı? Köşe yazarları Balyoz
operasyonunu değerlendirdi.
Yaşananları kırılma olarak gören Ahmet Altan, "Muhteşem bir dönüşüm bu. Yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir cumhuriyet şekilleniyor" derken karşı cephede yer alan Ruhat Mengi ise operasyonlara tepkisini "Aklınıza sahip çıkın, ülkeye çok gerekecek!" sözleriyle dile getiriyor.
Emre Aköz ise konuya başka bir açıdan baktı. Ergenekon davasıyla birlikte devletin zirvesindeki kısmi uzlaşmanın çöktüğüne işaret ederek, "Kavganın sonu nakavt" diye yazdı..
Oktay Ekşi ise karamsar bir tablo çizdi ve iktidar karşıtlarını
büyük bir tehlikenin beklediğini savundu. İşte kamuoyunu sarsan son
gözaltılara köşe yazarlarının bakışı:
Ruhat Mengi (Vatan): Aklınıza sahip çıkın, ülkeye çok
gerekecek!
Olayların çıldırdığı anda insan kendisi de çıldırmamak için “Aklıma
mukayyet ol Yarabbi” der ya, tam o durumdayız. Aman aklınıza siz de
sahip çıkın, şu sıralarda “kaçması” çok kolay zira...
Son zamanlarda tüm dikkatleri çekecek şekilde ya “üstü örtülüp
beklemeye alınacak” olaylar olduğunda, örneğin; açılım diye
başlanan girişim sonunda PKK’nın lideri Öcalan’ın devletin muhatabı
haline gelmesi, şehirlerin savaş alanına çevrilmesi, devlete PKK
tarafından olmayacak taleplerin dayatılması gerçekleşince ve halkın
tepkileri artınca ortaya Balyoz plânı, askerin cami bombalaması,
kendi uçağını düşürmesi gibi dehşet verici iddialar çıkıyor. Ya bir
suikast iddiası ortaya atılıyor...
Tam Deniz Kuvvetleri Komutanı “Bana suikast yapacağı iddia edilen
albaylar, bir tehlike anında göğsünü bana siper edecek
arkadaşlarımdır” derken, Genelkurmay Başkanı “Bu ne rezilliktir,
bizim de elimizde belgeler var açıklarız” derken gündem bir gün
içinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı’nın tutuklanması ile başka
bir noktaya taşınıyor, hukuk tartışmaları öne çıkarak, TSK’nın (ve
aynı tepkileri taşıyan halkın) isyanı geri plâna itiliyor.
Bu kez Başsavcının tutuklanmasının cemaatlere ait soruşturma
nedeniyle olduğu ve bu soruşturmanın içinde önemli bazı isimlerin
yer aldığı, tutuklamanın ise Savcı Osman Şanal’ın yetki aşımıyla
(yasa dışı olarak) yapıldığı, hükümetin de yargıyı baskıyla
yönlendirdiği ortaya çıkıyor ve hoop ertesi gün 17 emekli general,
4 muvazzaf amiral, 27 subay ve astsubayın bulunduğu 49 kişi
gözaltına alınıyor. Tesadüfün böylesine az rastlanır... Yani
“aslında bütün bu olayların kararı o günlere denk gelecekti ve
tesadüfen diğer olaylar da ortada bulunuyordu”ya inanacak saflıkta
kaç kişi vardır bilemem ama -haydi bazı işgüzar ve de küstahlar
yine “inanmayanlar işbirlikçidir” desin, ben de onlara “inananlar
geri zekâlıdır” diyeyim- bütün bunlar inanılır gibi değil. Mesela;
“2003 yılında orduda darbe heveslisi gruplar veya kişiler var
idiyse elbette soruşturulur ama eski Deniz Kuvvetleri Komutanı
Özden Örnek’in (bu plânlardan söz eden) günlükleri kaç yıldır
biliniyordu, gözaltı için neden bugün beklendi” diye sorulmayacak
mı?
HEPSİ KAÇACAKMIŞ GİBİ...
Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün “bu konuyu iyi
bildiği”, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman
tarafından söylendi. Hilmi Özkök bütün bu gelişmelere, gözaltılara,
TSK’nın toptan suçlanmasına aylarca sustu... Aytaç Yalman’ın
sözleri açıklanınca konuşması kaçınılmaz oldu, bu kez de “Sorumlu,
dolayısıyla konuşması gereken kişi Aytaç Yalman’dır” dedi. Org.
Yalman “Evet, Kara Kuvvetleri Komutanı olarak sorumluluk bende ama
Genelkurmay’ın kendi içinde yaptığı araştırmayı bekliyorum”
cevabını verdi. Aradan uzun zaman geçti, hâlâ hiçbir araştırmanın
sonucunu da duymadık, “Bu olayları 4 orgeneral bilir” açıklamasının
gereği de yapılmadı.
Gerçekleşmemiş bir “darbe hazırlığı” için sanki generaller,
amiraller sorgudan kaçacaklarmış gibi gözaltına alınırken (Başsavcı
Cihaner de sanki koskoca Cumhuriyet Başsavcısı kaçacak kadar
onursuzmuş gibi tutuklandı) açıkça 27 Nisan e-muhtırasını yazan
Org. Büyükanıt’a ise hâlâ bugün sözü edilen ve gelecekte de
edilecek olan bu muhtıranın soruşturması yapılmadı. Onun yerine
zırhlı araç verildi...
Bu arada tabii Deniz Feneri gibi Almanya’da “yüzyılın en büyük
yolsuzluğu” denilen ve “asıl fail”lerin listesi Alman yargısı
tarafından gönderilen, suçluları da tek tek belli olan kişilerin
hiçbirinin gözaltına alınmaması, nazik nazik Adliye’ye bir kez
ifadeye çağrılmaları ve delillerin bu uzun sürede tümüyle
karartılması başarıyla hasıraltı edildi. Hukuktaki çifte standardı
görme açısından önemli ve unutulmayacak bir örnektir.
ÇİÇEK BAŞSAVCIYI ARAYAMAZ
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı’nı soruşturduğu cemaatle ilgili
olarak arayan ve “Böyle bir ortamda bize çok zarar verir” diyerek
bir anlamda soruşturmadan vazgeçmesini öneren (o sırada) Adalet
Bakanı Cemil Çiçek’in bu davranışı açıkça yürütmenin (hükümetin)
yargıya baskısı demektir. Adalet Bakanı ayrıca “HSYK’nın başı”
olduğu için daha da dikkat çekicidir.
Şimdi Çiçek “Ben gözaltındaki çocuklar için aradım” diyor. Oysa o
soruşturmada söz edilen; yasa dışı eğitim kurumlarına götürüldüğü
söylenen çocuklar okul öncesi yaşta... Yani 0-5 yaş arasında ve bu
çocukların gözaltına alınamayacağı belli... Gözaltına alınanların
yaşları da (hepsi 40’ın üstünde) soruşturma raporunda belli.
Peki eski Adalet Bakanı millete ne anlatıyor o zaman? Cemil
Çiçek’in bu konuda millete bir açıklama daha borcu var.
Eğer ordunun toplu şekilde gözaltına alınması dikkatleri dağıtmazsa
gerçek anlaşılacaktır herhalde!
Emre Aköz'ün yorumu sonraki sayfada
Emre Aköz (Sabah): Uzlaşma eşiği aşıldı: Kavganın sonu
nakavt
Ergenekon soruşturmasındaki yeni dalganın anlamı nedir?
Bilgilerimiz kısıtlı olduğu için şimdilik ancak tahminde
bulunabiliriz.
Benim gördüğüm şudur:
Yüksek Yargı, Ergenekon soruşturmasının Erzurum ayağının önünü
kesmek için bir hamle yaptı.
Hem de öyle bir hamle ki adeta şöyle diyordu: "Yasa diye kendi
başına bir değer yoktur. Yasa, benim yorumumdur."
Yani Fransa Kralı'nın "Devlet benim" sözü gibi, Yüksek Yargı da
"Yasa benim" diyordu.
Ve daha önemlisi: Ergenekon Davası'nı sade suya tirit hale
getireceğinin sinyallerini veriyordu. (Nasılını sonra
anlatırım.)
İşte bunun üzerine, bir süreliğine dondurulan karşı hamle devreye
girdi.
Artık atılan yumrukları izleyemez hale geldik. Yani sayıyla
galibiyet yok. Taraflardan biri nakavt olmadan, bu kavga bitmez.
Uzlaşma eşiği aşıldı.
Ahmet Altan'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Ahmet Altan (Taraf): Kırılma
Bu cumhuriyet "tek adam ve tek parti" düzenine göre
biçimlendirilmiş bir cumhuriyet.
"Tek adam ve tek parti" düzeni demek, diktatörlük demek.
On beş milyonluk köylü bir nüfusu yönetmek üzere şekillenen bir
diktatörlüğün, yetmiş milyonluk bir sanayi toplumunu yönetmesi
mümkün değildi.
Bu toplumun içindeki Kürtlerin, Sünnilerin, Alevilerin, solcuların,
emekçilerin, liberallerin taleplerini, bir diktatörlük düzeninin
baskısıyla susturmaya çalışmak bu ülkeye çok pahalıya patladı.
Ama askerî ve hukuki baskılar artık sonuna geldi.
Bu halkın değişik istekleri var.
Bu insanları susturamazsınız.
Silah yetmez buna.
Hukuka aykırı "hukuki" uygulamalar yetmez.
Aklın ve mantığın gereği yerine getirilerek, "diktatörlük" olarak
dizayn edilmiş bir cumhuriyetten "demokratik" bir cumhuriyete belli
bir yumuşaklık ve esneklik içinde geçmeye "ordu, yargı"
işbirliğiyle direnmek, sonunda bu değişimin "kırılmalarla"
gerçekleşmesine yol açtı.
Şimdi sistem kırılarak değişiyor.
Ben bu yazıyı yazarken aralarında muvazzafların da bulunduğu çok
sayıda general "darbecilik" suçundan poliste ifade veriyor.
İşte "kırılma" budur.
Aklı inkâr etmenin, mantığı küçümsemenin, şartların değiştiğini bir
türlü algılamamanın sonucudur bu.
Üretimi, ihracatı, yeryüzüyle ilişkisi artmış, ekonomisi dünyanın
on altıncı ekonomisi olmuş bir ülkeyi generallerle yargıçlar
yönetemez, ne bilgileri yeter buna, ne zamanları yeter.
Toplumun içinden gelen tepki, toplumu baskı altında tutmaya çalışan
gücü kırar sonunda.
Devleti yeniden biçimlendirir.
Siz bir devlet düşünün ki Kürt olanı, Cuma namazına gideni,
cemevinde ayine katılanı, Marks'ı okuyanı kendi bünyesine kabul
etmesin, kendisini, halkın bütününü oluşturan bütün bu kesimlerin
dışında ve üstünde görsün.
Böyle bir devlet, kimin devleti olacak?
Kürdü, muhafazakârı, Aleviyi, solcuyu dışlayan bir devletle, bu
halk kendini nasıl özdeşleştirecek, bu devleti nasıl kendi devleti
olarak görecek?
Bu halkın neredeyse yarısının oyunu almış bir başbakanı, askerleri
gece vakti "adi başbakan" diye bağırtarak aşağılamaya çalışan bir
ordu, bu halkla uyum içinde olabilir mi?
Bu ordu, halkının ordusu olmayacaksa, o halkın saygısını ve
sevgisini nasıl kazanacak?
Halkın saygısını kazanmayan bir ordu ve yargı, görevini nasıl
sürdürecek?
Halkın sevgisini ve saygısını kaybedersen, o halka kendini kabul
ettirebilmenin tek yolu baskı ve silah olur sonunda.
Kalkar, camileri patlatmak, kendi uçaklarını düşürmek, müzelerde
çocukları öldürmek gibi canavarca planlar yapmak zorunda
kalırsın.
Kaostan ve karmaşadan medet umarsın.
Kendi ülkesini karıştırmaya, kendi ülkesini kanlı bir karmaşaya
sürüklemeye çalışan birilerini halk kendinden kabul eder mi?
Onları dost olarak görür mü?
Bütün bu anlamsız ve düşmanca planlar, bir "diktatörlüğü"
sürdürebilmek, yanlış kurulmuş bir cumhuriyetin çağdaşlaşmasına
izin vermemek için yapılmıştı.
Şimdi cumhuriyet değişiyor.
"Diktatörlük" dönemi bitiyor.
Darbeciler gözaltına alınıyor, adaletin önüne çıkarılıyor.
Bu, halk iradesinin güçlenmesi, bir dönemi sona erdirme arzusunun
hayata geçirilmesidir.
Türkiye'yi, bu ülkede yaşayan insanların seçtiği siyasetçiler
yönetecek, halkın talepleri siyasete yansıyacak.
Kürtlere eşit haklar verilecek, kızların türbanına karışılmayacak,
Alevilerin haklı istekleri kabul görecek, solculara düşmanlık
edilmeyecek.
Ordunun ve yargının belirlediği "tek tip insanı" yaratma çabaları
bitecek, insanlar ne olmak istiyorlarsa o olacaklar, ırklarına,
dinlerine, inançlarına, fikirlerine, taleplerine müdahale
edilmeyecek.
Demokratik bir cumhuriyet olacağız.
Yaşananlar, bu büyük kırılmanın ve değişimin sarsıntıları.
Hayatın değişimine çok sert bir şekilde direndikleri için,
değişimin gerektirdiği değişimin kırılmaları da sert oluyor.
Bir zaman sonra herkes değişime alışacak, ülke normalleşecek,
askerler asker, yargıçlar yargıç olacak, halkı bir "dikta" altında
yaşatmaya kalkışılmayacak.
Muhteşem bir dönüşüm bu.
Yeni bir ülke, yeni bir devlet, yeni bir cumhuriyet
şekilleniyor.
Halkının ezilmediği, horlanmadığı, öldürülmediği bir cumhuriyet
olacak burası.
Oral Çalışlar'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Oral Çalışlar (Radikal): Koca generalleri gözaltına almak kolay mı...
Sabah yeni sürprizlerle uyandık. Ergenekon soruşturması tepelere
tırmanmıştı. Eski kuvvet komutanları gözaltına alınmışlardı.
İki yıl öncesine gittim... İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın
babasının cenazesindeyken (22 Ocak 2008) Veli Küçük’ün gözaltına
alındığını öğrenmiştik. Hrant Dink öldürüleli tam bir yıl
olmuştu.
Hrant Dink, hakkında açılan davaların duruşmaları sırasında mahkeme
koridorlarında saldırıya uğramıştı. Onu en çok korkutan Veli
Küçük’ü mahkeme kapısında görünmesi olmuştu. Korktuğu başına geldi,
onu öldürdüler. Veli Küçük o yıllarda yanına yaklaşılmaya korkulan
bir emekli komutandı. Emekli olmadan önce ünü dört bir yana
yayılmıştı. Kocaeli’nde jandarma komutanıyken Susurluk sanıklarıyla
yüzlerce cep
telefonu görüşmesi yaptığı kayıtlara yansımıştı.
Susurluk sanıklarıyla olan ilişkisi, ondan hesap sorulmasını
sağlamaya yetmedi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Susurluk Araştırma
Komisyonu’na ifade vermeye de gitmedi. İki yıl önce gözaltına
alındığında, bu da bir sürpriz gibi göründü. ‘Ona kim dokunabilir
ki’ diye düşünülüyordu ama dokunuldu. İlk haberi duyduğumuzda
‘karamsar’ arkadaşlarım, ‘birazdan bırakırlar’ yorumunu yaptılar.
Ama kendisi tutuklandı ve iki yıldır cezaevinde.
Ergenekon soruşturması kapsamında Veli Küçük’ten daha üst rütbeli
emekli generaller de gözaltına alındılar, tutuklandılar. Bu
tutuklamalar da şaşırtıcı olarak algılandılar. Şimdi ise kuvvet
komutanı düzeyinde gözaltına alınmalar yaşanıyor.
Bunun tarihimizde ilk olduğunu söyleyebiliriz.
***
Hızlı ve köklü bir değişim dönemindeyiz...
Hayal sınırlarımızı zorlayan değişimler yaşıyoruz.
Son 50 yılımıza damgasını vuran en önemli güç hiç şüphesiz Türk
Silahlı Kuvvetleri. Üç askeri darbeye değişik askeri müdahalelere,
askeri bildirilere muhatap olduk. Her askeri müdahale ordunun
siyaset ve toplum üzerindeki hâkim rolünü daha da güçlendirdi.
Siyaset, tam anlamıyla askerin gölgesinde yapılır hale geldi. Bu
durum, askeri her alanda etkin ve yetkin bir güç durumuna getirdi.
Onlara kimse dokunamazdı ama onlar herkese dokunabilirdi.
50 yılda bu hegemonyaya hepimiz alıştığımız için askerlerin
yasadışı faaliyet iddiasıyla gözaltına alınması, tutuklanması bize
şaşırtıcı, gelmişti, geliyor...
Veli Küçük’ün bile tutuklanmasını zor olduğu günlerden, en üst
düzey kuvvet komutlarının tutuklanabildiği
günlere geçmiş durumdayız.
***
AK Parti hükümetini, Türk Silahlı Kuvvetleri de, yargı kurumları
da, İstanbul büyük burjuvazisi, medya içindeki bazı güçler de
içlerine sindiremediler.
Hatta AK Parti’nin hükümet kurmuş olduğuna inanmak bile
istemediler. Gerçekleri görmeyip kendi illüzyonlarında yaşamayı
tercih ettiler.
Bu psikolojinin sınıfsal nedenleri olduğu gibi sosyolojik nedenleri
de var. Bir kısmı imam hatip okullarından mezun olmuş, muhafazakâr,
yoksul ailelerinin çocukları olan, eşlerinin bir kısmının örtündüğü
bilinen bir kısım siyasetçinin AKP adını verdikleri partileriyle ve
seçim yoluyla tek başlarına iktidara gelmiş olmaları, ‘Türkiye’yi
yönetmeye kalkışmaları’, kabul edilemeyecek bir durum olarak
algılandı. Türkiye elitleri mutsuzlardı. Bu yeni partinin arkasına
yeni büyüyüp gelişen bir genç burjuvaziyi almış olması, elitlerdeki
rahatsızlığı pekiştirdi.
Bir şeyler yapmak gerektiği düşünülüyordu. Aslında Türkiye devlet
eliti bu alanda oldukça tecrübeliydi. Değişik oyunlarla hükümeti
köşeye sıkıştırabilirlerdi. Yaşadığımız yakın tarih bu açıdan
‘etkili’ örneklerle doluydu.
Çeşitli denemeler yapıldı, hala da yapılıyor. Yargı (her ihtiyaç
durumunda olduğu gibi) sürece dahil edildi ama ondan da sonuç
alınamadı. Uluslararası koşullar da iç koşullar da uygun değil. ABD
ve Batı, askeri müdahaleye umulan yeşil ışığı yakmadı, yakmıyor.
Hükümet aleyhine askeri bildiri yayımlanmasının ardından yapılan
seçimlerde halk darbecilere karşı AK Parti’yi destekledi.
Ama iç ve dış koşulların olumsuzluğu, darbecilerin cesaretini
kırmadı, kırmıyor... Darbecilerin ‘girişimci ruhları’ bir türlü
ölmüyor...
2009 yılında bile askeri darbe planlarının yapıldığı ortaya
çıkıyor. Yargının ‘cesaret’i de bir türlü kırılmıyor. Koşulların
elverişsizliğine rağmen hâlâ AK Parti hakkında kapatma davası
açılabileceğinden söz ediliyor. 2007’deki büyük seçim zaferinin
hemen ardından Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’yi kapatma
girişiminde bulunmuş olması da, yargının ataklığının boyutlarına
işaret eden çarpıcı bir örnek.
Gözaltına alınanlar, tutuklananlar darbeye ne kadar karıştılar,
neler yaptılar bu konuda tek tek bir değerlendirme yapabilecek
durumda değiliz. Ama genel tabloyu değerlendirmek o kadar zor
değil.
Komutanlar gözaltına alınmaya devam ediyor. Herhalde bu bir oyun
değil. Ortaya çıkan bilgi ve belgeler çok korkutucu. Umarız
Türkiye, giderek askeri vesayeti aşabilecek olgunluğu gösterir,
demokrasi gerçek temellerine oturacak yolda ilerler
Oktay Ekşi'nin yorumu sonraki sayfada
[PAGE]
Oktay Ekşi (Hürriyet): Görünen köy
KAÇ emekli orgeneral gözaltına alınmış, kaç amiral sorguya
çekilmiş, kaç albay tutuklanmış izleyemez olduk. O nedenle dün
gözaltına alındığı bilinen eski Hava Kuvvetleri Komutanı E. Org.
İbrahim Fırtına sabah kendisini “tutuklu” bulursa şaşırmayın.
Fırtına’ya kaç general, kaç amiral eklendiğini de birlikte
öğreniriz.
Soruşturma gizli olduğuna ve biz savcılara yol gösteren, hangi
tutuklama dalgasında kimin içeri alınacağını veya alınması
gerektiğini söyleyen Ergenekon Andıççılarından olmadığımıza göre,
sebebi elbet bilmiyoruz.
Dahası... Yasaları çiğneyip kalem eşkıyalığı yapmaya kalksak, bizi
kurtarmak üzere yasa tasarısı hazırlanmasını emredecek bir
Başbakanımız da yok.
Ama resme dışarıdan bakınca bu işin şirazesinden çıktığını görüyor
ve söylüyoruz.
Örneğin, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in Adalet Bakanı iken
Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’e -kendisi de itiraf
etti- telefon edip “İsmailağa cemaati” hakkındaki soruşturmanın
gidişatını sorduğu ortaya çıkıyor. Sadece o değil bir de Ceza
İşleri Genel Müdürvekili telefon ediyor.
Kısaca siyasi iktidar yargıyı alenen baskı altına alıyor.
O arada Erzincan’daki İsmailağa cemaati soruşturmasında sanki 12
yaşından küçük çocuklar gözaltına alınmış da, bakan ona engel olmak
için telefon etmiş gibi bir de yalan söyleniyor.
Oysa Erzincan’da böyle bir olay yaşanmış değil.
Bu gerçekler sırıtırken Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç önceki
gün, İstanbul’da herkesin gözünün içine baka baka:
“Biz yürütme olarak hiçbir zaman yargının görevine müdahale etmeyi
düşünmeyiz. Bu Anayasal bir suçtur” diyebiliyor.
Anımsarsanız, hemen hemen aynı şeyleri son zamanlarda Başbakan
Tayyip Erdoğan da sık sık söylüyor.
Lakin “yargıya saygı, yargının bağımsızlığı gibi tarafsızlığının da
önemli olduğu” gibi kulağa hoş gelen sözler onlar tarafından
söylenirken bakıyorsunuz iktidar partisinin gayriresmi sözcüsü
geçinen Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan ağzından baklayı
çıkarıyor ve kendi iktidarlarının bir “intikam süreci” içinde
olduğunu söylüyor.
O nedenle yaşadıklarımızı, bu gözaltına alma, tutuklama, yargılama
daha doğrusu Atatürkçü kesimdeki herkese gözdağı verme sürecini ne
“normalleşme” saymak, ne de “hukuk düzeninin işlemesinin”
göstergesi gibi görmek mümkün.
Erzurum’daki marifetli savcının -dışarıdan anlaşıldığına göre-
Adalet Bakanlığı ile paslaşarak Erzincan Başsavcısı hakkındaki
dosyayı “Ergenekon” davasıyla birleştirmeye kalkışması da, bilelim
ki aynı resmin öteki parçasıdır.
Tüm bunlara bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Danıştay’ı
“ideolojik kararlar vermekle” suçlayan, Anayasa Mahkemesi’ne ateş
püsküren, Yargıtay’dan söz ederken “Ciğerimiz yanıyor” diyen ve
ülkeyi kendi keyfine göre yönetmesine engel olan hukuku hiçe sayan
zihniyetini eklerseniz, bugünkü iktidarın uşağı olmayı kabul
etmeyen herkesi önümüzdeki günlerde ne büyük bir tehlikenin
beklediğini görürsünüz.
Can Ataklı'nın yorumu sonraki sayfada
Can Ataklı (Vatan): Bunlar nasıl general?
Lafı uzatmanın, orasından burasından dolanmanın hiç gereği yok.
Türk Silahlı Kuvvetleri asla darbe yapmaya kalkmamalı. Bunu düşünce
olarak bile içinde barındırmamalı. Siyasete asla bulaşmamalı ve
belirleyici olmaya çalışmamalı. Kendisini ülkenin gerçek ve tek
sahibi zannetmemeli. Bütün gücünü ülke savunmasına ve teknolojilere
yöneltmeli. Batı ülkelerinde olduğu gibi hiyerarşik olarak Savunma
Bakanı’na bağlı olmalı, Genelkurmay Başkanı’nın protokolün en
önünde olmasına son verilmeli. Ve hatta Milli Güvenlik Kurulu da
kaldırılmalı.
Bütün bunları yıllardır yazıyorum ve bu konudaki görüşlerimin
değişmesine olanak olmadığını da açıkça söylüyorum.
Ancak bu saydıklarım Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çirkin ve aşağılık
saldırılara uğramasına, ısrarla darbeci olduğunun söylenmesine,
ordu mensuplarının savcılıklarda, hapishane kapılarında itilip
kakılarak rezil edilmeye çalışılmasına da neden olamaz.
Bunu dile getirmek, karşı çıkmak ve Türkiye’nin dönüştürülme
çabalarında Ordu’nun meze gibi kullanılmaya çalışıldığını anlatmak
da darbecilik, demokrasiye karşı çıkmak, hukuk ilkelerini ayaklar
altına almak değildir.
Bunu öncelikle herkesin bilmesi gerek.
Diğer yandan; Türk Silahlı Kuvvetleri de artık kendisine bir
çekidüzen vermeli. Ordu’nun şerefini korumalı, makamların gereğini
yerine getirmelidir.
Örneğin, şüpheli olarak nitelenen bir ordu komutanı savcıya
gitmemek için çırpınmaz, GATA’ya koşup rapor almalara kalkmaz. Ne
yapar? Gider Genelkurmay’a “Eğer ordu komutanı olarak terörist
şüphelisiysem derhal görevden alın beni, bana bunu söyleyenlerle
adalet karşısında hesaplaşayım” der.
Haydi ordu komutanının aklına bu gelmedi. Ya Genelkurmay Başkanı?
Hiç mi aklına bu durumu Cumhurbaşkanı ile Başbakan ile konuşmak,
belgeleri inceleyip eğer gerçekten ciddi bir suçlama varsa
orgenerali açığa almak gelmez?
Yine bir koramiral savcının karşısında 7.5 saat oturmaz. İfade
vermek için 8 saat adliye koridorunda tahta sıra üzerinde beklemez.
Kendisine sorulan özel hayat sorularına cevap vermez.
Bir Genelkurmay Başkanı “Benim de bildiklerim var” demez. Demek
zorunda kalırsa bunları açıklar. Açıklamazsa da Türk Ordusu’nu
yerle bir etmek isteyenler tarafından dinlenir, kayda alınır ve
deşifre edilir.
Bir Genelkurmay Başkanı görevi aldıktan sonra irticadan,
laiklikten, Atatürk’ten söz etmediği için demokrasiye ve hukuka
bağlı ilan edilmez.
Bir dönem kuvvet komutanlığı yapan orgeneral hafızasını yitirmez,
bir başka orgeneral karaciğeri yüzünden tahliye istemez, bir
başkasının etini bakteriler yemez.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir subayı suç işlemiş olsa bile
ezilip bükülüp kendisini kurtarmaya çalışmaz. Amerika’daki “Yarbay
North” gibi çıkar “Bunları ülkemin esenliği için yaptım, suçsa
cezamı verin” der.
Hiçbir emekli Genelkurmay Başkanı dönem arkadaşlarının darbe
yapmaya kalktıkları yönünde şüphe yaratmaz, biliyorsa açıklar,
yoksa da onları şerefiyle savunur.
Kısacası Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onurunu bizzat kendi
komutanları korur. Korumazlarsa işte bugünkü gibi asimetrik
masimetrik her türlü saldırıyla karşı karşıya kalır.
Genelkurmay biliyordur
Aslında dünkü gözaltılar (tutuklamaya dönüşmesi muhtemeldir) çok da
garip değil. Ergenekon adı verilen örgüt dün gözaltına alınan
komutanların “darbe hazırlığı yapması” iddiaları üzerine ortaya
çıkmıştı. Birçok gazeteci, akademisyen, bilim adamı, aydın ve
emekli-muvazzaf subay bu nedenle tutuklandı.
Bu kadar kişi içeride tutulurken, dayanak yapılan isimlere hiç
dokunulmaması zaten dikkat çekiyordu. Şu anda yapılan operasyon
budur.
Bu da büyük ihtimalle Genelkurmay’ın bilgi ve onayı çerçevesinde
devam ediyor. Birkaç gün önce yapılan MGK toplantısında konunun
konuşulmaması ve karara bağlanmamış olması düşünülemez bile.
Genelkurmay ya “Bakalım daha neler olacak, bir görelim” sabrı ile
sesini çıkarmıyor ya da iddialar gerçekten çok ciddi, bu nedenle
ağzını bile açamıyor.
Ama bütün bu olanlardan sanki Genelkurmay’ın bilgisi ve onayı
yokmuş gibi davranılırsa yanlış olur. Tabii bir de madem bir dönem
komutanlarının üzerine gidiliyor, o günlerin Genelkurmay Başkanı
bunun dışında tutulabilir mi? Burada hukuk bilgim yetersiz
kalıyor.
*****
Başbakan için, tanesi 12 bin dolarlık kurşun geçirmez gömlek
sipariş edilmiş. Vergilerin nereye gittiğini gördükçe Ecevit
mavisine özlem artıyor! (Gani Yıldız)
*****
Ordu’nun yeni imajı
Lafa gelince hemen herkes “Ordumuz göz bebeğimizdir” der. Güya laf
söyletmek istemez. Şimdi yine bu değişmez gerçeği yaşıyoruz.
Silahlı Kuvvetler’e yönelik operasyonları neredeyse “zil takıp
oynayarak” karşılayanlar “Biz ordumuzu seviyoruz. Ama arada
çürükler var, onların temizlenmesi gerek” diyorlar.
Elbette orduda da çürük olanlar vardır da, manzaraya baktığınızda
çürüklerin ayıklanmadığını, tüm ordunun zan altında bırakıldığını
görüyoruz. “Cunta” diyorlar örneğin ama, ortaya atılan iddiaların
tamamı emir komuta içinde gerçekleşmiş. Bu durumda ordunun tamamı
“cunta” sayılıyor.
Özellikle 12 Eylül neslinin zihninde oluşturulmaya çalışılan “ordu”
tanımı bana göre şöyle:
1- Türk Ordusu kendisini ülkenin sahibi zanneder.
2- Ordu’nun en önemli işi darbe yaparak ülkeyi yönetmektir.
3- Türk Ordusu Ermenileri katletmiştir.
4- Türk Ordusu Kürtleri yok etmek için katliamlar yapmıştır.
5- Jandarma kendi halkını öldürmüş sonra üzerine asit döküp
gömmüştür.
6- Türk ordusunun ahlaki yapısı çökmüştür. Subaylar birbirlerinin
eşleriyle ilişkidedir.
7- En üst komutanlar bile bir demet maydanoza tamah eder.
8- Türk Ordusu demokrasiye karşıdır.
9- Türk Ordusu Avrupa Birliği’ne girmek istemiyor.
Maddeleri çoğaltmak mümkün tabii. Ama gördüğüm kadarıyla esas olan
ortalama Türk halkının zihnine bunların kazınmasıdır. Ordu’ya olan
güven ve inancın sıfırlanmasıdır.
Bunlar sağlandığında, artık açıkça dile getirdikleri gibi “Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin lağvedilmesi, yerine yeni ve iktidarın
zihniyetine uygun yeni bir ordu kurulması, bu ordunun da yeni
kurulacak rejimin koruyucusu olması” aşamasına
geçilecektir.
Melih Aşık'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]
Melih Aşık (Milliyet): Genç bakış...
Dünya ölçeğinde sömürgeciliğin sloganlarına bakınız:
Amerikan yerlileri ‘uygarlaştırmak, Hıristiyan yapmak’ adına
katledilmiş, toprakları yağmalanmıştır.
Afrika, ‘uygarlaştırmak, Hıristiyanlığı yaymak’ adına
yağmalanmıştır.
Asya, ‘özgürleştirmek, uygarlaştırmak’ adına yağmalanmıştır.
Şimdi Irak, ‘demokrasi getirmek, uygarlaştırmak’ adına
yağmalanmaktadır.
Irak’ta bir milyon kişi öldürülmüş, bütün tarihi hazineler
yağmalanmıştır.
Afganistan işgal edilmiştir.
Türkiye bu programın içindedir.
Hükümetle yargının çatışması,
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik asimetrik saldırı, basının her
yolla baskı altına alınması, üniversitelerin merkezi kontrol altına
alınması, ülkenin iç çatışması gibi görünse de asıl amaç dışardan
kontrol edilebilmesidir.
Dış amaçlar ile AKP tarafından yürütülen asıl program örtüştüğü
için şaşırtıcı bir güç kullanılarak program yürütülmektedir.
Türkiye küresel güçlerin denetimine sokulmaktadır.
Günümüzde yaşanan ve kaos gibi görünen karmaşanın aslı budur.
Yaşanan bir kaos değildir.
Yaşanan, Türkiye’nin küresel emperyal güçlerin kontrolüne, bir daha
çıkmamak üzere sokulması programının uygulanmasıdır.
Durumun asıl tehlikesi de budur.”
Hasan Cemal'in yorumu sonraki sayfada
Hasan Cemal (Milliyet): Sancılı ve sıkıntılı bir süreç ama
bir normalleşme süreci...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dün CNN Türk’te Tecrübe
Konuşuyor’un konuğuydu.
Cengiz Çandar’la birlikte Başbakan Erdoğan’ın Beşiktaş’daki çalışma
ofisinde kendisini beklerken, gözümüz ve kulağımız sürekli olarak
televizyon erkanlarında dakika başı değişen son dakika
haberlerindeydi.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in evi
aranıyor.
Örnek Paşa gözaltına alındı.
Eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahim Fırtına’nın
evi aranıyor.
Fırtına Paşa gözaltına alındı, sağlık kontrolünden geçirildi,
İstanbul’a getiriliyor.
Eski Birinci Ordu Komutanı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli
Orgeneral Ergin Saygun gözaltına alındı.
Eski Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan‘ın evi
aranıyor; Doğan Paşa’nın gözaltına alınması bekleniyor.
Fırtına,Örnek ve Saygun Paşalar İstanbul Emniyet
Müdürlüğü’nde...
17 emekli general, 4 muvazzaf amiral, 27 subay ve 1 astsubay olmak
üzere 49 kişi gözaltında...
Peki, kabarmakta olan bu müthiş dalganın dibinde ne yatıyordu?
Bu sorunun yanıtı da son dakika haberlerinde:
Balyoz soruşturması!
Son dakika haberleri gözümüzün önünden böyle akıp giderken Tecrübe
Konuşuyor başladı ve Başbakan Yardımcısı Arınç’a ilk sorumuz şu
oldu:
“Siyaset meydanı gördüğünüz gibi bir kez daha toz duman olmuş
durumda. Bu bir normalleşme süreci mi, demokrasi ve hukuk devleti
yolunda?..”
Bülent Arınç duraksamadı:
“Evet,bir normalleşme sürecidir!”
Cengiz Çandar ekledi:
“Türkiye, sancılı ve sıkıntılı da olsa, bir normalleşme süreci
yaşıyor, demokrasi ve hukuk yolunda...”
Yaşananları farklı değerlendirmek, farklı yerlere çekmek isteyenler
elbette var.
Onlar, Ergenekon sürecinin başından beri olan bitenin özünde, bir
demokrasi ve hukukun üstünlüğü kavgası olduğunu görmek
istemiyorlar.
Anlamak istemiyorlar.
Kimileri, bazı hukuki hatalara takılıp özü gözden kaçırmaya devam
etti.
Kimileri de bunu özellikle yaptı, meselenin özünü örtbas etmek ya
da Ergenekon’u sulandırmak için...
Bu da olabilir, hiç şaşırtıcı değil.
Ama yaşananlar öyle ki, öylesine dayanaklarla sahne alıyorlar ki,
minareyi kılıfına uydurmak her geçen gün olanaksızlaşıyor.
Kaç kez yazdım.
Son defa 28 Şubat’la başladı bu süreç. Postmodern darbe ile Erbakan
hükümeti devrildi, partisi kapatıldı, Tayyip Erdoğan hapse
atıldı.
Ama istedikleri yine olmadı. Çünkü birkaç yıl sonra, 2002 yılı
Kasım ayı başında Erdoğan’ın partisi tek başına sandıktan çıktı,
hükümet oldu.
İnanamadılar, allak bullak oldular.
Çok büyük tepki duydular.
28 Şubat’ın en önemli oyuncularından, EMASYA’nın da mimarı olan
Orgeneral Çetin Doğan bu kez İstanbul’da, Birinci Ordu’da düğmeye
bastı.
12 Eylül darbesinin Bayrak Harekatı’nı örnek alan Balyoz Harekat
Planı hazırlandı 2002’nin Aralık ayında.
Bu çalışmanın içinde, o tarihte Harp Akademileri Komutanı Orgeneral
İbrahim Fırtına’yla Donanma Komutanı Oramiral Özden Örnek de rol
aldılar.
2003’ün Mart ayı başında, Selimiye Kışlası’nda Balyoz Harekat
Planı’nın ilk tatbikatı yapıldı. Bununla ilgili olarak, zamanın MİT
Müsteşarı Şenkal Atasagun, Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisi
Mustafa Balbay’a şöyle diyordu:
“Birinci Ordu’ya bakın, orada ihtilal hazır!”
Bu tehlikeli gelişmeler, anlaşılan, zamanın Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hilmi Özkök tarafından etkisiz kılındı.
Fakat, askerin içinde Erdoğan hükümetine yönelik tepki dalgası
durulmadı. 2003’ün Ağustos ayında İbrahim Fırtına ve Özden Örnek
Paşalar Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanı oldular, Ankara’ya
gittiler.
Böylece, 2002 yılında Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun,
Hilmi Özkök Paşa’nın altını oymak için Kara Kuvvetleri’yla Jandarma
Genel Komutanlığı’na getirdiği Orgeneral Aytaç Yalman’la Orgeneral
Şener Eruygur ikilisinin yanına Fırtına ve Örnek Paşalar gelmiş
oldu.
Bu dörtlü güçlendi!
2003 ve 2004 yıllarında Sarıkız ve Ayışığı isimlerini taşıyan ve
baş rolü Şener Eruygur Paşa’nın,(Eski Ege ve Birinci Ordu Komutanı
Hurşit Tolon Paşa’yla birlikte Ergenekon sanığı) oynadığı darbe
tertiplerinin içinde yer aldılar. Bunların bütün ayrıntıları,
birbiriyle örtüşen iki günlükte gün ışığına çıktı:
Özden Örnek günlükleri...
Mustafa Balbay günlükleri...
Bu günlüklerin ilki, Nokta dergisinde 2007’nin Mart ayında
yayınlandı. İkincisi, Ergenekon davası sürecinde iddianameyle
birlikte açıklandı.
Geçen yılın Aralık ayında ise darbe tertipleri zincirinin ilk
halkalarından biri olan, dehşet verici ayrıntılarıyla birlikte beş
bin sayfayı bulan Balyoz Harekat Planı, yine böyle birçok dosya
gibi Taraf gazetesenin manşetlerinde patladı.
Şimdi bir yerde başa dönüldü:
Balyoz soruşturması...
Evet, fena halde sancılı ve sıkıntılı bir süreç, ama Bülent
Arınç’ın dediği gibi, bir normalleşme süreci, demokrasi ve hukukun
üstünlüğü yolunda normalleşme...
İnşallah daha fazla sancı çekilmez!
Ali Bayramoğlu'nun yorumu sonraki sayfada
Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak): Askere yargı önünde kol
hizası...
Çıta her geçen gün yükseliyor. Emekli iki kuvvet komutanı, emekli
Genelkurmay İkinci Başkanı ve emekli Özel Kuvvetler Komutanı'nın
darbe girişimleriyle ilgili olarak gözaltına alınması, her ülke
için, olağandışı ve sert gelişmelerdendir. Ancak söz konusu ülkenin
ruhuna askeri vesayet rejimi sinmişse, o ülke bu tür gelişmelere,
değil siyasi hayatında, tahayyüllünde bile yer vermez.
Deniz Kuvvetleri eski komutanı emekli Ora. Özden Örnek, Hava
Kuvvetleri eski komutanı emekli Org. İbrahim Fırtına, Genelkurmay
eski İkinci Başkanı emekli Org. Ersin Saygun'un gözaltına alınması,
sabah saatlerinden itibaren merkez medyada, Ankara gazetecilerinde
tedirginlik yarattı, bu hukuki adımların silahlı kuvvetlere yönelik
yıpratma girişimi olduğu vurgulandı.
Bu tedirginlik ve askercil refleksler de şaşırtıcı değildir.
Zira sadece bir askeri vesayet rejimi değil, bir askeri vesayet
toplumudur Türkiye...
Yaşanan gelişmeler Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı 2003 tarihli
Balyoz Planı'na ilişkin soruşturmanın etrafında dönüyor. Tüm 1.
Ordu, Donanma ve ilgili Hava Kuvvetleri birimlerinin yekvücut
olarak geliştirdiği bu planın sorgulanması, sorgulanıyor olabilmesi
Türk siyaseti, Türk demokrasisi için son derece değerlidir ve
önemlidir.
Şöyle söyleyelim:
Gözaltılar Ergenekon sürecinin bir parçası olarak karşımızda...
Süreç sözü boşuna değil...
Birden çok iddianame, birçok dava, birden çok soruşturma paralel
olarak aynı anda sürüyor. Paralel olarak sürmenin de ötesinde hepsi
aynı çerçeveye gönderme yapıyor.
Bu çerçevede devlet içinde ve siyasi iktidarı devirmeye yönelik
gizli yapılanma, askerin siyasete müdahale, darbe girişimleri takip
ediliyor ve hukuki sorguya çekiliyor.
Bunun adını koyduğunuz zaman, olup biteni kavramamanız mümkün
değildir.
Adı açıktır:
"Sivilleşme, ya da daha doğru bir ifadeyle, demilitarizyon
süreci..."
Tüm diğer demilitarizyon süreçlerinden daha keskin, daha sert değil
bizim yaşadıklarımız.
İspanya, Yunanistan, Portekiz ve Latin Amerika ülkelerinde ne
olduysa bizde de onlar oluyor.
Tam olarak sivilleşememiş medyatik ve siyasi aktörlerin olanı
anlamaması, sindirememesi, askerden gelebilecek karşı hamleleri
bekliyor olması, bu gerçeği değiştirmiyor.
Hukuki sorgu konusuna geri dönelim şimdi...
İlk bakışta parça parça davalar, sorgular var ortada...
Oysa bunlar sanıldığının tersine bir bütünü kuruyor, bağlarını
yerine oturtuyorlar...
28 Şubat'ı Balyoz Planı'yla 2003'e bağlıyorlar, 2003'ü Ayışığı ve
Sarıkız Darbe Planları'yla 2004 ve 2005'e bağlıyorlar, 2005'i
Cumhuriyet mitingleriyle 2007'ye ve en nihayet 2008-2009'a Kafes
Planı'na bağlıyorlar.
Ortada bir süreklilik var...
Askeri vesayet düzenine, eylemler bazında yakalayarak suçüstü
yapıyor.
Bunları görmek istememenin yarattığı güncel körlüğün pek anlamı
yok...
Bunlar yarın tarih kitaplarında iki paragrafla geçilecektir...
28 Şubat'tan 13 yıl sonra sert bir geri dönüş ve temizlik,
sivilleşme ve demokratikleşme süreci olarak anılacaktır...
Demokratik bir ülke olmak istiyor muyuz, istemiyor muyuz?
Soru budur...
İşin güç ilişkileri kısmı var...
Asker içinden tepki gelebilir mi?
Hükümete yönelik kıstırma politikası başka türlü nasıl yol
alabilir?
Kapatma davası ve benzerlerine el atabilir mi direnç cephesi?
Hükümetin politik takvimi nasıl şekilleniyor?
Sivilleşme süreci daha ne kadar taşıyıcı olmayı sürdürecek?
Bu sorular önemli, yanıt bekliyor...
Gün be gün bunları izlemeye devam etmek gerek... Devam
edeceğiz...
Murat Yetkin'in yorumu sonraki sayfada
[PAGE]
Murat Yetkin (Radikal): Generaller
operasyonu
Dün sabah aralarında eski kuvvet komutanlarının bulunduğu emekli
general ve amiraller polis tarafından evlerinden birer birer
gözaltına alınmaya başladığı sırada, Ergenekon davasını yürüten
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan önemli bir bilgi verildi.
Osman Şanal’ın özel yetkileri Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu
(HSYK) tarafından elinden alınmadan az önce, tutuklattığı Erzincan
Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in İstanbul’a gönderdiği
dosyası hakkında ‘yetkisizlik’ kararı verildi.
İstanbul savcıları, Cihaner’in birinci sınıf hâkim olması
dolayısıyla dosyasına Adalet Bakanlığı müfettişlerinin ve HSYK’nın
bakmasının doğru olduğunu düşünmüşlerdi. Böylelikle bir kriz daha
atlatıldı; aksi halde HSYK’dan Ergenekon davasına bakan savcılar
aleyhine bir karar çıkma ihtimali doğacaktı.
Generaller operasyonuna gelince...
Haber merkezlerine gelen ilk isimlerin Ergin Saygun, Engin Alan
gibi isimler olması, ilk anda onları en bilinen görevleriyle
anılmasına ve yanlış algılara yol açtı. Saygun, kamuoyunca yaygın
olarak Genelkurmay İkinci Başkanlığı, Engin Alan da Şemdin Sakık ve
Abdullah Öcalan’ın yakalandığı dönemdeki Özel Kuvvetler Komutanı
olarak biliniyordu.
Ardından 2003-2005 döneminde Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan
İbrahim Fırtına ve aynı dönem Deniz Kuvvetleri Komutanı olup,
‘günlükleri’ olduğu iddia edilen metinler sayesinde Ergenekon
operasyonun başladığı Özden Örnek de gözaltına alınınca, herkesin
aklına bunun Ergenekon soruşturmasının son halkası olduğu
geldi.
Ortak noktaları Birinci OrduCumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi
Mustafa Balbay’ın Silivri duruşmalarında hâkime söylediği ‘Neden
asıl suçlanmak istenenler dışarıdayken, ben içerideyim’ mealindeki
yakınması hatırlandı; acaba o aşamaya mı gelinmişti?
Ancak gözaltına alınan isimler çoğaldıkça ve öğrenildikçe iş başka
türlü anlaşılmaya başlandı.
Gözaltına alınan general ve amirallerin tamamı, Taraf gazetesince
‘Balyoz’ planı adı altında duyurulan 2003 Mart ayında İstanbul’daki
Selimiye Kışlası’nda yapılan Plan Semineri esnasında Birinci Ordu
sorumluluk alanında, Marmara bölgesinde yetki sahibi olmuş
komutanlardı.
Bu, Balyoz Planı operasyonuydu. İstanbul Özel Yetkili Savcılığı
tarafından bildirilen şüphe, hükümet darbesi amacıyla tertip içinde
olmak şüphesiydi.
Bu soruşturma, iddia edilen Ergenekon örgütü davasıyla birleşir mi?
Genel algılama öyle olsa da, tıpkı amirallere suikast iddiası
soruşturması, ya da Poyrazköy silahları soruşturması gibi, bu
soruşturmanın da henüz Ergenekon ile birleştirileceği yolunda somut
bilgi yok.
Şimdiye dek Türkiye’de bu kadar üst düzey askerin bir anda
gözaltına alınması gibi bir durumla karşılaşılmamıştı.
Bir açıdan baktığınızda, kanunun elinin herkese ulaşması açısından
bir örnek teşkil ettiği söylenebilir.
Genelkurmay’da derin sessizlik
Başka açıdan baktığınızda, ifadeye çağırılınca muhtemelen bundan
kaçmayacak kişilerin doğrudan polis marifetiyle gözaltına
alınmasında kamuoyu oluşturmaya yönelik bir amaç olup olmadığı da
sorgulanabilir.
Ne de olsa, daha birkaç hafta öncesine dek ‘Türkiye 2010’da erken
seçime gidebilir’ diyenleri neredeyse vatana ihanetle suçlayan
hükümetin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, önceki gün ‘ben olsam
hemen giderim’ demeye başladı.
Geçen hafta bir AK Parti yetkilisinin Radikal’e ismini açıklamadan
söylediği ‘Kapatma davası açılırsa hemen seçime gideriz’ sözünü dün
Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ismiyle söyledi.
Demek ki mevcut ortamın ve atılan adımların yalnızca hukuki değil
siyasi sonuçları da olacak.
İspanya’da olan Başbakan Tayyip Erdoğan’a gözaltılar sorulunca,
beklenen cevabı verdi; yargının işiydi.
Ama operasyonun idari sonuçları olmaya başladı bile.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ sıkıntıda. Dün sabaha
zaten Taraf gazetesinin
Erdek deniz üssünde Başbakan’a hakaret içeren bir parola
belirlediği haberiyle uyanmış, kısa sürede
Deniz Kuvvetleri’nin soruşturma başlattığı açıklamasını
yaptırmıştı.
Gözaltı haberleri gelince, ilk iş olarak Mısır’a yapacağı planlı
geziyi erteledi. Sonra da kurmaylarıyla birlikte kapandı. Bu
kapanmadan ne çıkacağını muhtemelen bugün göreceğiz.