Hanefi Bostan’dan fetih mesajı
Abone olTürkiye Kamu-Sen İstanbul İl Başkanı Hanefi Bostan, “Biz Türklerin halk olmaktan millet olmaya terfi etmelerindeki bu nirengi noktalarından ...
Türkiye Kamu-Sen İstanbul İl Başkanı Hanefi Bostan, “Biz
Türklerin halk olmaktan millet olmaya terfi etmelerindeki bu
nirengi noktalarından birisi, sadece Türklüğün Doğu’dan Batı’ya
olan uzun yürüyüşünün en önemli konaklarından değil, bütün dünya
tarihinin asla unutulamaz kırılma noktalarından olan İstanbul’un
fethidir” dedi.
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç.
Dr. M. Hanefi Bostan, İstanbul’un fethinin 560. yıldönümü
münasebetiyle yaptığı açıklamada, “Bir toplumu halk olmaktan millet
olmaya doğru yükselten, onun uzun tarihi süreçteki büyük
başarılarıdır. Bu başarıların ise büyük dönüm noktaları vardır. Bir
anlamda bütün tarihin muhassalası, nirengi noktası ve sembolü gibi
duran bu dönüm noktaları, sayıca pek fazla değildir. Biz Türklerin
halk olmaktan millet olmaya terfi etmelerindeki bu nirengi
noktalarından birisi, sadece Türklüğün Doğu’dan Batı’ya olan uzun
yürüyüşünün en önemli konaklarından değil, bütün dünya tarihinin
asla unutulamaz kırılma noktalarından olan İstanbul’un fethidir.
İstanbul’un fethi, herhangi bir kalenin veya şehrin fethi, herhangi
bir askeri muzafferiyet değildir. Bir tarihi olgu olarak bütün Türk
ve İslam tarihinin en büyük ve en mühim başarılarından birisi
olmakla kalmayıp, dünya tarihinde meydana getirmiş olduğu
olağanüstü etkisi sebebiyle karanlıkların sembolü Ortaçağ’ı kapatıp
aydınlıkların başlangıcı Yeniçağ’ın kapısını açtığı, çağ
değiştirdiği, yepyeni bir çağın miladı olduğu konusunda sağduyu
sahibi herkesin istisnasız bir biçimde ittifak ettiği Feth-i Mübîn,
Kostantinopolis’in ‘gülzar’ kılınması, İstanbul yapılmasıdır”
dedi.
İstanbul’un fethinin Türklerin semasındaki en parlak yıldız
oyduğunu ifade eden Bostan, “İstanbul surları önünde çarpışmalar,
dünyayı kaba bir şekilde eline geçirmeye çalışan herhangi iki gücün
kapışması değil, her birisi kendi doğrularına inanmış, onlara
sadakatle bağlı iki farklı inancın, iki farklı dünya anlayışının,
iki farklı zihniyetin kapışması idi. Bunlardan ‘haklı’ olan aynı
zamanda güçlü idi ve kazandı; aksi olsaydı bu dünya ve insanlık
için bir felâket olurdu. İstanbul’un fethi biz Türklerin
semasındaki en parlak yıldızdır hiç kuşkusuz ve yine hiç kuşkusuz
ki asıl başarı sahibi Türk milletinin kendisidir. Ancak, bir
milletin başarı ve büyüklük kıstaslarından birisi de yetiştirdiği
evlatları ile orantılıdır. Bu noktada, onun en büyük evlatlarından,
eşi zor bulunur büyük insan, bütün Türk-İslâm ve dünya tarihinin en
büyük ve en yüce şahsiyetlerinden birisi, birçok bakımdan da
birincisi olan, devlerle dolu Türk tarihinde gölgesi diğer devleri
örten bir mega-dev, bir ‘titan’ olan Fatih Sultan Mehmet Han’ın
şahsi dehası da kutlu fetihteki en büyük hisse sahibidir”
ifadelerini kullandı.
İstanbul’un fethinin Türk devlet doktrinlerinin en önemlilerinden
olan üniversalist devlet ya da nizâm-ı âlem doktrininin en mükemmel
uygulamalarından birisi olduğunu kaydeden M. Hanefi Bostan,
sözlerini şöyle sürdürürdü:
“Kaba bir zapt değil, bir kolonyalist ele geçirme hiç değil;
belirli bir ‘hikmet’e dayalı evrensel bir adalet kurma
mücadelesinin galibiyetidir. Bu ise, âlem’i hak ve hikmet üzere
siyaseten nizama sokma, çekip-çevirme vazifesi olup; fitne (anarşi)
ve fesat (kaos) yaratanlara ve aydınlıklara karşı hakkaniyetli
düzeni kurma, karanlıkları savunarak insanlığın yolunun üzerine
dikilenlere karşı da insanlığın yolunu açma, dünya üzerine barış ve
adaleti yerleştirme mücadelesidir. Yani fetih, bir meşruiyete
dayalı bir zapttır; aksi olmuş olsaydı, İstanbul’un fatihlerinin bu
şehri adaletli bir belde-i tayyibe değil, İspanyolların Endülüs’te
yaptığı gibi kan ve gözyaşına dayalı bir temizliğin, zalimce bir
soykırımın sahnesi yapmalarını beklemek gerekirdi. İstanbul’un
fethinin bir diğer anlamı da, Persler ve İskender zamanından beri
devam eden Doğu ile Batı arasındaki egemenlik mücadelesinde önemli
bir adım olmasıdır. Eğer bu başarı elde edilememiş olsaydı,
Batı’nın Doğu’yu kolonize etmesi çok daha büyük boyutlara ulaşacağı
gibi, Endülüs’te ve Kuzey ve Güney Amerika’da yapılanların da
benzerlerinin yapılacağına da muhakkak nazarıyla bakılmalıdır.
İstanbul’un fethinin özellikle günümüz için çok büyük önem taşıyan
bir diğer yanına gelince; Türklerin, bütün fetihlerinin sonucu elde
ettikleri topraklarda zaman bakımından anayurt olan Orta-Asya’dan
sonra gelmekle beraber, ondan daha da kuvvetli bir biçimde tam
anlamıyla bir Türk vatanına dönüştürdükleri en önemli yer
Anadolu’dur. Anadolu’nun Türkleşmesinin garantisi ise İstanbul
olmuştur. İstanbul olmadan Osmanlı bir dünya devleti olamayacağı
gibi, Anadolu da bir Türk yurdu olamazdı. Anadolu’nun kapıları
Malazgirt’le açıldı. İstanbul’un fethi bu kutlu toprakların ‘vatan’
olmasında en önemli aşama oldu; son nokta ise Dumlupınar’la kondu.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ifadesiyle söyleyecek olursak;
‘Malazgirt ovalarında, Selçukî Alparslan’la Diyojen arasında
başlayan muharebe, imparatorun esareti, iki yüz bin kişilik Bizans
ordusunun mağlubiyetiyle neticelenmişti. O zamandan beri Türklük ve
Yunanlılık Anadolu’da bazen açıktan açığa, bazen gizli şekilde
mücadelesine devam ediyordu. Gazi’nin son hücumu Anadolu’da
Rumluğun tam bir tasfiyesiyle nihayete erdi.’ Malazgirt Muharebesi
Dumlupınar’la kat’î bir neticeye varmıştı.’ Büyük fethin ve
ebediyete akıp giden zaman içerisinde ebediyen Türk-İstanbul olarak
kalacak olan bu kutlu şehrin karanlıklardan aydınlıklara çıkışının
600’inci yıl dönümü kutlu olsun.”
(İHA)