!Halkın güveni bize yetiyor!
Abone olMüezzinoğlu, AK Parti iktidarına karşı yükselen "güvensizlik" seslerine karşı, "Bizi ilgilendirmiyorsunuz" diyor.
3 bölüm halinde yayınlayacağımızı
duyurduğumuz AK Parti İl Başkanı Mehmet Müezzinoğlu ile
İnternethaber yazarları arasında geçen röportaj sohbetin ikinci
bölümünde, Partisine karşı son günlerde oluşan muhalefeti
değerlendirdi.
Müezzinoğlu, "İmam-hatip lisesi mezunu bir parti liderini ile çalışmanın zorlukları var mı?" şeklindeki soruyu bakın nasıl değerlendirdi...
-Bahri Kayaoğlu- Siyasette gerçekten iyi yemek pişiren aşçılara ihtiyaç vardır. Siz de bu konuda iyi bir aşçısınız. Bırakırsanız sizden daha iyi yemek yapacak biri var mı düşündüğünüz?
-Bırakıp gitme sözkonusu değil. Kongre döneminde gündeme getirdim. Artık olmayınca sorumluluk kalktı. Ancak şimdi en az iki en çok 3 yıl İl Başkanıyım. Benim yerimi dolduracak birileri çıkar. Hiç kimse ben çok mükemmelim. Benim yerimi dolduracak kimse yok diyemez. "Vazgeçilmezler le dolu mezarlıklar" derler. Bu nedenle kimse vaz geçilmez değildir. Ben bu anlamda kendimi vazgeçilmez hissetmiyorum. Ama sıradan, hani bıraktım ne olursa olsun deme lüksüne de sahip değilim.
-Fikri Akyüz- Efendim hekim olduğunuzu söylediniz ve yanılmıyorsam dahiliye uzmanısınız. Türkiye'nin harici meselelerinin sadece hariciyeciler tarafından değil dahiliyeciler tarafından da tartışılması doğal. Ancak hariçte sulh, dahilde savaş kuralları tatbik edilmiş günümüzde özellikle hariciyede gerçekleşen bir takım atılımların, söylemlerin boyutu hakkında özellikle Tayyip Erdoğan'ın Batı Trakya'da Türkler'e yönelik "güçlü olun, Yunanistan çatısı altında güçlü olun" mealinde bir söz söyledi. Bu kadar cesur ve komplekssiz söz basının gözünden kaçtı. Bu cümle o kadar önemli bir cümle ki Türkiye özellikle yurtta barış cihanda barış söyleminin şaha kalktığı bir dönemde bu konuda Türkiye'nin dış politikası konusundaki fikirlerinizi alabilir miyiz?
-Ben 34 yıldır Türkiye'deyim. Türkiye'nin dış politikasındaki ciddi düzeyde durağanlığı yaşadık. Durağan tavrı olmayan tavır belirlemeyen, sonuca etki edecek girişimlerde bulunmayan bir yönetim anlayışını büyük oranda gözledim. AKP İktidarı döneminde bu anlamda ciddi bir değişim gerek Türkiye kamuoyuna gerekse Dünya kamuoyuna yansıtıldığı kanaatindeyim. Bu benim görüşüm. Bu anlamda tabi zaman zaman 1 yıl iki yıl 5 yıl sonra nelerle karşılaşabileceğinin hesaplarının iyi yapılıp yapılmadığı düşüncesinde acaba denilecek bir süreci yaşıyoruz. Ama statik bir dış politikadan dinamik bir dış politikaya, özellikle Başbakan'ın tarzı ile geçildiğini düşünüyorum. Bunun uzun vadedeki faydalarını inşallah millet olarak göreceğiz. Ama eksileri de yok değil.
-Bahri Kayaoğlu- Sayın Başbakan'ın yerel seçimlerden önceki özellikle il ve ilçe başkanlarından istifa edip belediye başkanlıklarına adaylıklarını koymamalarını istedi. Bu istek bu omurganın bozulmaması için miydi, yoksa Belediyelerin daha çok yıpranmaya müsait kurumlar olduğu için bu insanları koruma amaçlı mıydı?
-Bunun esas çıkış temelinde partimizin 3 Kasım öncesinde teşkilatların yaşadığı bir sıkıntıdan kaynaklandı işin açıkçası. Yanılmıyorsan 71-72 İl başkanımız milletvekili adayı olmak için başvuruda bulundular. İstifa ettiler. Halbuki o dönemde İl Başkanlıklarının ortalama süresi 7 aydı ortalama. Yani biz İstanbul İl Başkanlığı olarak Ocak ayında kurulmuştuk. Ağustos ayında istifa ediliyor. Ortalamayı aldığınız zaman teşkilatta sen 7 ay İl Başkanlığı yapmışsın, parti yeni kurulmuş seçime gidilecek. Dolayısı ile o dönemde büyük bir sıkıntı yaşandı. Yerel Seçimlerde de böyle bir sıkıntı yaşanmaması için Genel Merkez böyle bir ilke kararı aldı. Belediye Başkanı olmak isteyen İl Başkanları'mız veya İlçe Başkanlarımız kongrelerde aday olmasın kongrelerde aday oluyorsa Belediye Başkanlığı'na da talip olmasın. Bunu Genel Merkezde kongrelerden önce söyledi. Dolayısı ile teşkilat dinamizminin seçim atmosferinde bozulmaması. İkincisi teşkilatların, ben İl Başkanıyım aday olmayacağım. Kongrede de aday olmuşum. Belediye Başkanı olmayacağımı da peşinen kabul etmişim. O zaman şu noktaya kendimi çekmem lazım. İstanbul için en uygun aday kim. Ben bunu sağlıklı düşünürsem o zaman teşkilat için görevimi yapmış olurum. Bu anlamda bence doğru bir karardı.
-Bahri Kayaoğlu- Önümüzdeki seçimlerde aynı karar geçerli olacak mı?
-Bu bir defaya mahsus olarak alınan karardı. Önümüzdeki seçimlerde de devam edecek mi bilemiyorum. İstanbul olarak önerimiz şu olacak; Gerek Belediye Başkanlığı için, gerek Milletvekilliği için aday olmayı düşünen İl Başkanı veya İlçe Başkanı en az bir dönem il veya ilçe başkanlığını tamamlamış olması şartının getirilmesi gerek.Bir dönem kongre ile gelmiş bunu tamamlamış ikinci dönem yine kongre ile gelmiş ama Milletvekilliği seçimleri var. Aday olabilmeli. Ama kongre yapılmış. Kazanmış 6 ay sonra seçim var bu arkadaş aday olmamalı.
-Hadi Özışık- Türkiye'de medyada özellikle son dönemde, Tayyip Bey'le ilgili çok ciddi muhalefet vardı. O dönemde değişti değişmedi tartışmaları vardı. Ama sonrasında biz gördük ki, 3 Kasım seçimlerinden hemen sonra Tayyip Bey'in değiştiği yerde değiştiğini gördük ama, sonra bu medya değişti, aleyhten lehe döndü. Yönetime layık görülmeyen Erdoğan'ın, seçimlerden sonra çok iyi bir karizmaya sahip olduğu vurgulandı. Bugün bakıyoruz aynı medya irticayı kaşıdı, Atatürk istismar edilmeye başlandı. Mesela çarşaflı kadın Öğretmenevi'nden çıkışı manşetlere taşındı. Bugün Hürriyet'te okuduğumuz kadarı ile oranın bir yol olduğu ve herkesin geçebildiği bir yermiş, Bütün bunların nedeni nedir sizce? Siz iktidar partisinin İstanbul İl Başkanı olarak gizli emeller peşinde koşuyor musunuz hakikaten, söylendiği gibi. Devletin üst düzey yöneticilerinin imam olması için bir çıpınışınız var mı?
-Bir defa Türkiye'de ne yazıkki bu tür senaryolar yaşanıyor. Kafa yapısı olarak çağdaş ve modern bir bakış açısına sahip değiliz. Bu kültürümüzden, çevremizden devlet yapımızdan geliyor. İşin biraz da acı tarafı, karşı tarafı eleştiren kurumlar ne yazıkki kendisini analiz etmiyor. Kendini kurumsallaştırman ve ilkeli prensipli olmanız lazım. Bu basınımızda da böyle siyasi partilerimizde de böyle. Çağdaşlaşma ve modernleşme adına katetmesi gereken bir mesafe var. bu sosyolojik bir meseledir. İktidar değişmesi veya gazete patronunun değişmesi ile olacak bir mesele değil. Bu toplumun kültürel altyapısı ile ilgili bir meseledir. Bunlarla zaman zaman uğraşacağız.
Artık dünya küçüldü, okumak da kolaylaştı. Batının ve çağdaş dünyanın geldiği noktaları okumak için zorlanmanıza gerek yok. Herhangi bir köydeki 14 yaşındaki çocuk bile bunu görebilir. Dolayısı ile bizim yönetim anlayışımızı nereye taşımak istediğimiz önemli. “Acaba kafasının ardında şu mu var?” gibi çok komik sorular gibi geliyor bana. Devlet yönetimine geleceklerin kafasının ardında “şu mu var”ın bu ülkede konuşuluyor olması bence üzüntü verici.
-Hadi Özışık- Siz ne mezunusunuz?
-Ben hem İmam Hatip Lisesi hem de düz lise mezunuyum. Erzurum Atatürk Lisesi mezunuyum, aynı zamanda Afyon İmam Hatip Lisesi mezunuyum.
-Süleyman Özışık- Bir İmam Hatip Lisesi Mezunu.. Hani olur ya devletin üst kademelerinde böyle tehlikeli bir kişi olması durumu bazılarına göre tehlikeli. Kafanızda neler var? Yani bilinçaltınızda söylendiği gibi bir şeriat devleti ya da başka bir şey var mı?
-Hayır hayır hiç bir şeyim yok bu güne kadar.
-Hadi Özışık- İHL'li bir Başbakan'ın başında bulunduğu bir partide İl Başkanı olmak nasıl bir duygu?
-Çağdaş ve modern bir ülkede bu tür şeyler konuşulmaz. Bu ülkede ne yaptığı ve nereye götürmek istediği önemlidir. Yani 17 aydır bu ülke çağdaş ve modern bir anlamda mı yönetilmiştir, yoksa 3 yıl öncesine göre şartlar daha kötüye mi gitmiştir? Ülkeye getirilen yeni ufuklar geriye götürecek ufuklar mıdır? bunu analiz etmek lazım. Uzun süre Başbakanlığımızı yapmış ve bu halkın büyük oranda desteğini kazanmış Sayın Ecevit lise mezunuydu. Ama bu ülkede gerçekten bir noktadan alıp bir başka noktaya taşıyabilecek, görev yapıpı yapmadığıdır analiz edilmesi gereken. Hele hele demokratik yollardan gelmiş birini eleştirmeye kimsenin hakkı yoktur diye düşünüyorum. Ben vatandaş olarak eleştirir ve oyunu ona göre veririm, ama bir kurumun başındaki insanın bunu söylemesi yanlıştır.
-Hadi Özışık- Peki bu YÖK tartışmaları... Yani söylenen onca şeyin mesela Baki Karakol Bey'in yazdıklarının hiç bir haklılık payı yok mu?
Hayır hiç bir hatamız yok demedik
-Hadi Özışık- Hizbullah davasından yargılanan ve 5 ay hapis yatan bir insanın, Siirt Belediye Başkanı Mervan Gül’ün yardımcılığı göreve getirilmesi sizce bir hata değil mi?
Şimdi bakın ben partimin kuruluşundan beri zaman zaman da söylediği temel ilkeler var. Bu ülkede neleri savunmalıyız işin özü itibarıyla. Bir İnsan haklarının üstünlüğü, iki katılımcı demokrasi, üçüncüsü ise ekonomik kalkınmışlık. Temel ayakta AK Parti iktidarının ve parti organlarının duyarlılığından asla vazgeçmemeliyiz. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü anlamında, Türkiye, 17 ay öncesinden daha kötü ise bunun analizini yapalım. Bu anlamda hiç hatasız olmak mümkün değil. Mervan Bey'in de hatası olacaktır. Mehmet Müezzinoğlu'nun da hatası olacaktır. Önemli olan bu hatalardan hukuka uymayan yapı ve şartlar çıktığında bunun gereğini hukuka teslim etme anlamında bakışımızın olup olmadığıdır. Bu ülkede hukuk niye var? Bağımsız yargı niye var?
Ama biz bağımsız yargıyı bir yana atarak burda ahkam kesiyoruz. Diyoruz ki "Başkanın yardımcısı neden böyle?" E bu memlekette savcılar var. Savcıya dilekçe verilir, savcı da burda Başkanın cezası varsa Başkan ceza görür. Siyaseten de bu millete verdiğimiz sözler adına AK Parti misyonuna uymayan arkadaşlar varsa ben siyasi cezasını veririm. Ama hukuki bir olay varsa hukuki cezasını da hukuk verir. Ama şimdi herkes herkesi yargılamaya kalkarsa olmaz, kurumsallaşmayı savunmamız lazım. Bu anlamda da yargı kurumsallaşmalı. Toplum da bu kurumlara saygı duymalı. Biz yargıyı siyasi partileri kurumsallaştırmadan her konuda çok şey bilen ve hüküm veren noktasına taşırsak olmaz. Çarşaflı kadının Öğretmenevi'ne girip çıkması veya göbeği açık kadının girip çıkması, burdaki hükmü kim verecek? Varsa yasalara uymayan bir durum şikayet edersin gereği yapılır, ama hükmü vermeye çalışırsanız olmaz.
-Hadi Özışık- Sevgili Başkan tabii ki hükmü yargı verecek de bunlar tartışma nedeni ve daha sonrasında insanların eline bir koz. Dikkat ederseniz son dönemlerdeki köşe yazılarında önünüze 3 şey konuluyor. Diyor ki göbeği açık kızı okula sokmadılar, 2 kara çarşaflı kadın çıktı, 3 Mervan Gül bilmem ne yaptı? Ve bunların sonunda da şu yazılıyor; "İşte bak kafalarının ardındakini öne çıkardılar, bu böyle gidecek, böyle devam edecek...”
-Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Mervan Gül yanlış yaptıysa ordaki hukuk gereğini yapmalı, veya öğretmenevi'ndeki müdür kimse ben onu tanımam bilmem yanlış yaptıysa cezasını çekmeli. Herkes hukuğa uymak zorunda. Her vatandaş bu ülkede Anayasal hakları çerçevesinde eşitse, ha burda yanlış uygulama yapan varsa, bunu da yapan kimse cezasını hukuk vermeli, siyasi cezasını da biz vermeliyiz
-Baki Karakol- Türkiye'de yargı gerçekten bağımsız mı?
-Bunun için biz gayret ediyoruz. Ama bakın şimdi Cumhuriyetin 80 yıllık sürecinde yargının bugün içinde olduğu konumu, neden böyle olduyu AK Parti'ye sorarsanız haksızlık edersiniz.
-Baki Karakol- Sizin döneminizde yargı feryat ediyor. Siz bir Anayasa mahkemesi üyelerinin Meclis’ten yani ağırlıklı olarak iktidarın seçmesi gibi konularda ısrar ediyorsunuz...
-Bir diğer anayasa mahkemesi başkanı da karşı çıkmıyor. Bunun hiç bir mahsuru yok diyor. Bu bakış açısı tartışılabilir. Bir Cumhurbaşkanı'nın YÖK’e bağlı 5 üyeyi atamasını kabul ediyorsunuz. Milletin seçtiği vekillerin çoğunluğunun karar verdiği isme karşı çıkıyorsunuz. Bu tartışılabilir ama bunu uygulayan ülkeler var. Buralarda yargının bağımsızlığı tartışılmıyor. Bakın 5 siyasi parti temsilcisi bir araya geldi, sayın Ahmet Necdet Sezer'i Cumhurbaşkanı yaptı. Onu oraya kim getirdi. Sisayi partiler getirdi. Yani bundan sonraki Cumhurbaşkanı'nı kim getirecek, yine siyasi partiler. Bir Cumhurbaşkanı 5 ismi YÖK’e rektör olarak seçiyor, bu atamanın altında bir siyasi görüş aramıyorsunuz. Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olduğunu düşünebiliyorsunuz. Neden milletin seçtiği vekillerin aldığı karara karşı çıkıyorsunuz, Yani ordaki siyasi değil de burdaki mi siyasi. Ordaki tarafsız oluyor da burdaki niye tarafsız olamıyor?
-Baki Karakol- Bir güvensizlik olayı var.
-Bakın sizin güvensizliğiniz önemli değil. Bu ülke iktidarının yüzde 42'si demiş ki..
-Baki Karakol- Yüzde 42’si yerel seçimlerde idi efendim. Neden 3 Kasım’ı saymıyorsunuz? Yüzde 34 deyin.
-Yüzde 34.7. Bari bunu eksik söylemeyin. Peki sizin dediğinizi kabul edelim ve yüzde 34.7 diyelim. Yüzde 34.7’lik bir kesim ben AK Parti'ye güveniyor. Millet diyor ki “Ben sana güvenmeye devam” ediyorum. Burada samimiyetimizi çok net ortaya koymamız lazım. Biz yanlış yaparsak bir 3 Kasım'da biz yaşarız. Bunu ben peşinen kabul ediyorum. Demokrat olmak sözle olmuyor..
Baki Karakol- Siz Yalçın Bayer'le yaptığınız bir röportajda “Belediye meclis üyeleri ya siyaset ya da işlerini yapsınlar” dediniz. “Hiç bir meclis üyesi oradan buradan belediyelerden rant sağlayamayacak” demişsiniz. Siyaset yapacak ya da kendi işini yapacak. Ama sayın Başbakan hem siyaset, hem de kendi işini yapıyor. Bu bir çelişki olmuyor mu?
-Hayır ben de siyaset yapıyorum hem de kendi işimi yapıyorum. Bakın hem belediye meclis üyesi hem de belediyenin BİT'lerinde yönetim kurulu üyesi... Ben bunu kasdettim. Yani ihaleleri, işleri kendi şirketine verecekse onun için ya iş ya siyaset dedim. Bunun dışında kendi mesleğini bırakan adam o zaman hırsız olacak. Belediye meclis üyesine toplantı başına 30 milyon veriliyor bir dönemde en fazla 50 toplantı olur..Bu adama işini bıraktıramazsınız. Herkes işini yapmalı. Kendi mesleğinden kopmamalı. Öbür türlü siyasetçi olurum. Niye ben işimi ve mesleğimi yapabilmeliyim. Siyaseti de bu millete bir sorumluluk olarak yapmalıyım. İşim, riske girdiği zaman “Arkadaş ben burayı bırakıyorum, işimin başına dönüyorum” diyebilmeliyiz. İşimi kapatırsam ben işimi kaybederim. Başbakan yarın Başbakanlıktan indi. Demokrasi ise bir gün inebilir de. Gelir işinin başına geçer ve yapar.
Ha işine Başbakanlığın getirdiği ayrıcalıklar ortaya çıkarsa işte orda hukuk devreye girer. Batı bunu yapıyor. Bunu oturtmak için gayret sarfetmezsek bu nasıl olacak. Mesela Başbakan'a hisselerini oğluna devret diyorlar bu mu ahlaki. Yada benim hastanede hisselerim var, kardeşime devredeyim bu mu ahlaki. Hayır.. Benim hastanem var ve ben İl Başkanlığı yapıyorum. Meclis üyesi arkadaşım avukat ise avukatlığını yapsın, doktorsa doktorluğunu yapsın. Bir arkadaş bana "Ben KİPTAŞ'ın yönetim kurulu üyesi olacağım" dedi. Ben de ona “Senin burada yöneticilik yapacak kapasiten varsa ben de sana destek olayım. Önce siyaseti bırak. AK Parti’den destek alma. Ama oradaki genel müdür seni yetersiz gördüğü zaman ordaki kapıya koyabilmeli.” dedim. Ben bu anlamda söylemiştim..
YARIN : - AK Parti'nin ve bu memleketin gerçek bir Sosyal Demokrat muhalefete ihtiyacı var...
- Bizi Atatürk'e şikayet edeni biz de Atatürk'e şikayet ederiz...
- AK Parti Özal gibi 4 eğilimi bir araya getirmedi, Türkiye'yi birleştirdi...
Müezzinoğlu, "İmam-hatip lisesi mezunu bir parti liderini ile çalışmanın zorlukları var mı?" şeklindeki soruyu bakın nasıl değerlendirdi...
-Bahri Kayaoğlu- Siyasette gerçekten iyi yemek pişiren aşçılara ihtiyaç vardır. Siz de bu konuda iyi bir aşçısınız. Bırakırsanız sizden daha iyi yemek yapacak biri var mı düşündüğünüz?
-Bırakıp gitme sözkonusu değil. Kongre döneminde gündeme getirdim. Artık olmayınca sorumluluk kalktı. Ancak şimdi en az iki en çok 3 yıl İl Başkanıyım. Benim yerimi dolduracak birileri çıkar. Hiç kimse ben çok mükemmelim. Benim yerimi dolduracak kimse yok diyemez. "Vazgeçilmezler le dolu mezarlıklar" derler. Bu nedenle kimse vaz geçilmez değildir. Ben bu anlamda kendimi vazgeçilmez hissetmiyorum. Ama sıradan, hani bıraktım ne olursa olsun deme lüksüne de sahip değilim.
-Fikri Akyüz- Efendim hekim olduğunuzu söylediniz ve yanılmıyorsam dahiliye uzmanısınız. Türkiye'nin harici meselelerinin sadece hariciyeciler tarafından değil dahiliyeciler tarafından da tartışılması doğal. Ancak hariçte sulh, dahilde savaş kuralları tatbik edilmiş günümüzde özellikle hariciyede gerçekleşen bir takım atılımların, söylemlerin boyutu hakkında özellikle Tayyip Erdoğan'ın Batı Trakya'da Türkler'e yönelik "güçlü olun, Yunanistan çatısı altında güçlü olun" mealinde bir söz söyledi. Bu kadar cesur ve komplekssiz söz basının gözünden kaçtı. Bu cümle o kadar önemli bir cümle ki Türkiye özellikle yurtta barış cihanda barış söyleminin şaha kalktığı bir dönemde bu konuda Türkiye'nin dış politikası konusundaki fikirlerinizi alabilir miyiz?
-Ben 34 yıldır Türkiye'deyim. Türkiye'nin dış politikasındaki ciddi düzeyde durağanlığı yaşadık. Durağan tavrı olmayan tavır belirlemeyen, sonuca etki edecek girişimlerde bulunmayan bir yönetim anlayışını büyük oranda gözledim. AKP İktidarı döneminde bu anlamda ciddi bir değişim gerek Türkiye kamuoyuna gerekse Dünya kamuoyuna yansıtıldığı kanaatindeyim. Bu benim görüşüm. Bu anlamda tabi zaman zaman 1 yıl iki yıl 5 yıl sonra nelerle karşılaşabileceğinin hesaplarının iyi yapılıp yapılmadığı düşüncesinde acaba denilecek bir süreci yaşıyoruz. Ama statik bir dış politikadan dinamik bir dış politikaya, özellikle Başbakan'ın tarzı ile geçildiğini düşünüyorum. Bunun uzun vadedeki faydalarını inşallah millet olarak göreceğiz. Ama eksileri de yok değil.
-Bahri Kayaoğlu- Sayın Başbakan'ın yerel seçimlerden önceki özellikle il ve ilçe başkanlarından istifa edip belediye başkanlıklarına adaylıklarını koymamalarını istedi. Bu istek bu omurganın bozulmaması için miydi, yoksa Belediyelerin daha çok yıpranmaya müsait kurumlar olduğu için bu insanları koruma amaçlı mıydı?
-Bunun esas çıkış temelinde partimizin 3 Kasım öncesinde teşkilatların yaşadığı bir sıkıntıdan kaynaklandı işin açıkçası. Yanılmıyorsan 71-72 İl başkanımız milletvekili adayı olmak için başvuruda bulundular. İstifa ettiler. Halbuki o dönemde İl Başkanlıklarının ortalama süresi 7 aydı ortalama. Yani biz İstanbul İl Başkanlığı olarak Ocak ayında kurulmuştuk. Ağustos ayında istifa ediliyor. Ortalamayı aldığınız zaman teşkilatta sen 7 ay İl Başkanlığı yapmışsın, parti yeni kurulmuş seçime gidilecek. Dolayısı ile o dönemde büyük bir sıkıntı yaşandı. Yerel Seçimlerde de böyle bir sıkıntı yaşanmaması için Genel Merkez böyle bir ilke kararı aldı. Belediye Başkanı olmak isteyen İl Başkanları'mız veya İlçe Başkanlarımız kongrelerde aday olmasın kongrelerde aday oluyorsa Belediye Başkanlığı'na da talip olmasın. Bunu Genel Merkezde kongrelerden önce söyledi. Dolayısı ile teşkilat dinamizminin seçim atmosferinde bozulmaması. İkincisi teşkilatların, ben İl Başkanıyım aday olmayacağım. Kongrede de aday olmuşum. Belediye Başkanı olmayacağımı da peşinen kabul etmişim. O zaman şu noktaya kendimi çekmem lazım. İstanbul için en uygun aday kim. Ben bunu sağlıklı düşünürsem o zaman teşkilat için görevimi yapmış olurum. Bu anlamda bence doğru bir karardı.
-Bahri Kayaoğlu- Önümüzdeki seçimlerde aynı karar geçerli olacak mı?
-Bu bir defaya mahsus olarak alınan karardı. Önümüzdeki seçimlerde de devam edecek mi bilemiyorum. İstanbul olarak önerimiz şu olacak; Gerek Belediye Başkanlığı için, gerek Milletvekilliği için aday olmayı düşünen İl Başkanı veya İlçe Başkanı en az bir dönem il veya ilçe başkanlığını tamamlamış olması şartının getirilmesi gerek.Bir dönem kongre ile gelmiş bunu tamamlamış ikinci dönem yine kongre ile gelmiş ama Milletvekilliği seçimleri var. Aday olabilmeli. Ama kongre yapılmış. Kazanmış 6 ay sonra seçim var bu arkadaş aday olmamalı.
-Hadi Özışık- Türkiye'de medyada özellikle son dönemde, Tayyip Bey'le ilgili çok ciddi muhalefet vardı. O dönemde değişti değişmedi tartışmaları vardı. Ama sonrasında biz gördük ki, 3 Kasım seçimlerinden hemen sonra Tayyip Bey'in değiştiği yerde değiştiğini gördük ama, sonra bu medya değişti, aleyhten lehe döndü. Yönetime layık görülmeyen Erdoğan'ın, seçimlerden sonra çok iyi bir karizmaya sahip olduğu vurgulandı. Bugün bakıyoruz aynı medya irticayı kaşıdı, Atatürk istismar edilmeye başlandı. Mesela çarşaflı kadın Öğretmenevi'nden çıkışı manşetlere taşındı. Bugün Hürriyet'te okuduğumuz kadarı ile oranın bir yol olduğu ve herkesin geçebildiği bir yermiş, Bütün bunların nedeni nedir sizce? Siz iktidar partisinin İstanbul İl Başkanı olarak gizli emeller peşinde koşuyor musunuz hakikaten, söylendiği gibi. Devletin üst düzey yöneticilerinin imam olması için bir çıpınışınız var mı?
-Bir defa Türkiye'de ne yazıkki bu tür senaryolar yaşanıyor. Kafa yapısı olarak çağdaş ve modern bir bakış açısına sahip değiliz. Bu kültürümüzden, çevremizden devlet yapımızdan geliyor. İşin biraz da acı tarafı, karşı tarafı eleştiren kurumlar ne yazıkki kendisini analiz etmiyor. Kendini kurumsallaştırman ve ilkeli prensipli olmanız lazım. Bu basınımızda da böyle siyasi partilerimizde de böyle. Çağdaşlaşma ve modernleşme adına katetmesi gereken bir mesafe var. bu sosyolojik bir meseledir. İktidar değişmesi veya gazete patronunun değişmesi ile olacak bir mesele değil. Bu toplumun kültürel altyapısı ile ilgili bir meseledir. Bunlarla zaman zaman uğraşacağız.
Artık dünya küçüldü, okumak da kolaylaştı. Batının ve çağdaş dünyanın geldiği noktaları okumak için zorlanmanıza gerek yok. Herhangi bir köydeki 14 yaşındaki çocuk bile bunu görebilir. Dolayısı ile bizim yönetim anlayışımızı nereye taşımak istediğimiz önemli. “Acaba kafasının ardında şu mu var?” gibi çok komik sorular gibi geliyor bana. Devlet yönetimine geleceklerin kafasının ardında “şu mu var”ın bu ülkede konuşuluyor olması bence üzüntü verici.
-Hadi Özışık- Siz ne mezunusunuz?
-Ben hem İmam Hatip Lisesi hem de düz lise mezunuyum. Erzurum Atatürk Lisesi mezunuyum, aynı zamanda Afyon İmam Hatip Lisesi mezunuyum.
-Süleyman Özışık- Bir İmam Hatip Lisesi Mezunu.. Hani olur ya devletin üst kademelerinde böyle tehlikeli bir kişi olması durumu bazılarına göre tehlikeli. Kafanızda neler var? Yani bilinçaltınızda söylendiği gibi bir şeriat devleti ya da başka bir şey var mı?
-Hayır hayır hiç bir şeyim yok bu güne kadar.
-Hadi Özışık- İHL'li bir Başbakan'ın başında bulunduğu bir partide İl Başkanı olmak nasıl bir duygu?
-Çağdaş ve modern bir ülkede bu tür şeyler konuşulmaz. Bu ülkede ne yaptığı ve nereye götürmek istediği önemlidir. Yani 17 aydır bu ülke çağdaş ve modern bir anlamda mı yönetilmiştir, yoksa 3 yıl öncesine göre şartlar daha kötüye mi gitmiştir? Ülkeye getirilen yeni ufuklar geriye götürecek ufuklar mıdır? bunu analiz etmek lazım. Uzun süre Başbakanlığımızı yapmış ve bu halkın büyük oranda desteğini kazanmış Sayın Ecevit lise mezunuydu. Ama bu ülkede gerçekten bir noktadan alıp bir başka noktaya taşıyabilecek, görev yapıpı yapmadığıdır analiz edilmesi gereken. Hele hele demokratik yollardan gelmiş birini eleştirmeye kimsenin hakkı yoktur diye düşünüyorum. Ben vatandaş olarak eleştirir ve oyunu ona göre veririm, ama bir kurumun başındaki insanın bunu söylemesi yanlıştır.
-Hadi Özışık- Peki bu YÖK tartışmaları... Yani söylenen onca şeyin mesela Baki Karakol Bey'in yazdıklarının hiç bir haklılık payı yok mu?
Hayır hiç bir hatamız yok demedik
-Hadi Özışık- Hizbullah davasından yargılanan ve 5 ay hapis yatan bir insanın, Siirt Belediye Başkanı Mervan Gül’ün yardımcılığı göreve getirilmesi sizce bir hata değil mi?
Şimdi bakın ben partimin kuruluşundan beri zaman zaman da söylediği temel ilkeler var. Bu ülkede neleri savunmalıyız işin özü itibarıyla. Bir İnsan haklarının üstünlüğü, iki katılımcı demokrasi, üçüncüsü ise ekonomik kalkınmışlık. Temel ayakta AK Parti iktidarının ve parti organlarının duyarlılığından asla vazgeçmemeliyiz. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü anlamında, Türkiye, 17 ay öncesinden daha kötü ise bunun analizini yapalım. Bu anlamda hiç hatasız olmak mümkün değil. Mervan Bey'in de hatası olacaktır. Mehmet Müezzinoğlu'nun da hatası olacaktır. Önemli olan bu hatalardan hukuka uymayan yapı ve şartlar çıktığında bunun gereğini hukuka teslim etme anlamında bakışımızın olup olmadığıdır. Bu ülkede hukuk niye var? Bağımsız yargı niye var?
Ama biz bağımsız yargıyı bir yana atarak burda ahkam kesiyoruz. Diyoruz ki "Başkanın yardımcısı neden böyle?" E bu memlekette savcılar var. Savcıya dilekçe verilir, savcı da burda Başkanın cezası varsa Başkan ceza görür. Siyaseten de bu millete verdiğimiz sözler adına AK Parti misyonuna uymayan arkadaşlar varsa ben siyasi cezasını veririm. Ama hukuki bir olay varsa hukuki cezasını da hukuk verir. Ama şimdi herkes herkesi yargılamaya kalkarsa olmaz, kurumsallaşmayı savunmamız lazım. Bu anlamda da yargı kurumsallaşmalı. Toplum da bu kurumlara saygı duymalı. Biz yargıyı siyasi partileri kurumsallaştırmadan her konuda çok şey bilen ve hüküm veren noktasına taşırsak olmaz. Çarşaflı kadının Öğretmenevi'ne girip çıkması veya göbeği açık kadının girip çıkması, burdaki hükmü kim verecek? Varsa yasalara uymayan bir durum şikayet edersin gereği yapılır, ama hükmü vermeye çalışırsanız olmaz.
-Hadi Özışık- Sevgili Başkan tabii ki hükmü yargı verecek de bunlar tartışma nedeni ve daha sonrasında insanların eline bir koz. Dikkat ederseniz son dönemlerdeki köşe yazılarında önünüze 3 şey konuluyor. Diyor ki göbeği açık kızı okula sokmadılar, 2 kara çarşaflı kadın çıktı, 3 Mervan Gül bilmem ne yaptı? Ve bunların sonunda da şu yazılıyor; "İşte bak kafalarının ardındakini öne çıkardılar, bu böyle gidecek, böyle devam edecek...”
-Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Mervan Gül yanlış yaptıysa ordaki hukuk gereğini yapmalı, veya öğretmenevi'ndeki müdür kimse ben onu tanımam bilmem yanlış yaptıysa cezasını çekmeli. Herkes hukuğa uymak zorunda. Her vatandaş bu ülkede Anayasal hakları çerçevesinde eşitse, ha burda yanlış uygulama yapan varsa, bunu da yapan kimse cezasını hukuk vermeli, siyasi cezasını da biz vermeliyiz
-Baki Karakol- Türkiye'de yargı gerçekten bağımsız mı?
-Bunun için biz gayret ediyoruz. Ama bakın şimdi Cumhuriyetin 80 yıllık sürecinde yargının bugün içinde olduğu konumu, neden böyle olduyu AK Parti'ye sorarsanız haksızlık edersiniz.
-Baki Karakol- Sizin döneminizde yargı feryat ediyor. Siz bir Anayasa mahkemesi üyelerinin Meclis’ten yani ağırlıklı olarak iktidarın seçmesi gibi konularda ısrar ediyorsunuz...
-Bir diğer anayasa mahkemesi başkanı da karşı çıkmıyor. Bunun hiç bir mahsuru yok diyor. Bu bakış açısı tartışılabilir. Bir Cumhurbaşkanı'nın YÖK’e bağlı 5 üyeyi atamasını kabul ediyorsunuz. Milletin seçtiği vekillerin çoğunluğunun karar verdiği isme karşı çıkıyorsunuz. Bu tartışılabilir ama bunu uygulayan ülkeler var. Buralarda yargının bağımsızlığı tartışılmıyor. Bakın 5 siyasi parti temsilcisi bir araya geldi, sayın Ahmet Necdet Sezer'i Cumhurbaşkanı yaptı. Onu oraya kim getirdi. Sisayi partiler getirdi. Yani bundan sonraki Cumhurbaşkanı'nı kim getirecek, yine siyasi partiler. Bir Cumhurbaşkanı 5 ismi YÖK’e rektör olarak seçiyor, bu atamanın altında bir siyasi görüş aramıyorsunuz. Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olduğunu düşünebiliyorsunuz. Neden milletin seçtiği vekillerin aldığı karara karşı çıkıyorsunuz, Yani ordaki siyasi değil de burdaki mi siyasi. Ordaki tarafsız oluyor da burdaki niye tarafsız olamıyor?
-Baki Karakol- Bir güvensizlik olayı var.
-Bakın sizin güvensizliğiniz önemli değil. Bu ülke iktidarının yüzde 42'si demiş ki..
-Baki Karakol- Yüzde 42’si yerel seçimlerde idi efendim. Neden 3 Kasım’ı saymıyorsunuz? Yüzde 34 deyin.
-Yüzde 34.7. Bari bunu eksik söylemeyin. Peki sizin dediğinizi kabul edelim ve yüzde 34.7 diyelim. Yüzde 34.7’lik bir kesim ben AK Parti'ye güveniyor. Millet diyor ki “Ben sana güvenmeye devam” ediyorum. Burada samimiyetimizi çok net ortaya koymamız lazım. Biz yanlış yaparsak bir 3 Kasım'da biz yaşarız. Bunu ben peşinen kabul ediyorum. Demokrat olmak sözle olmuyor..
Baki Karakol- Siz Yalçın Bayer'le yaptığınız bir röportajda “Belediye meclis üyeleri ya siyaset ya da işlerini yapsınlar” dediniz. “Hiç bir meclis üyesi oradan buradan belediyelerden rant sağlayamayacak” demişsiniz. Siyaset yapacak ya da kendi işini yapacak. Ama sayın Başbakan hem siyaset, hem de kendi işini yapıyor. Bu bir çelişki olmuyor mu?
-Hayır ben de siyaset yapıyorum hem de kendi işimi yapıyorum. Bakın hem belediye meclis üyesi hem de belediyenin BİT'lerinde yönetim kurulu üyesi... Ben bunu kasdettim. Yani ihaleleri, işleri kendi şirketine verecekse onun için ya iş ya siyaset dedim. Bunun dışında kendi mesleğini bırakan adam o zaman hırsız olacak. Belediye meclis üyesine toplantı başına 30 milyon veriliyor bir dönemde en fazla 50 toplantı olur..Bu adama işini bıraktıramazsınız. Herkes işini yapmalı. Kendi mesleğinden kopmamalı. Öbür türlü siyasetçi olurum. Niye ben işimi ve mesleğimi yapabilmeliyim. Siyaseti de bu millete bir sorumluluk olarak yapmalıyım. İşim, riske girdiği zaman “Arkadaş ben burayı bırakıyorum, işimin başına dönüyorum” diyebilmeliyiz. İşimi kapatırsam ben işimi kaybederim. Başbakan yarın Başbakanlıktan indi. Demokrasi ise bir gün inebilir de. Gelir işinin başına geçer ve yapar.
Ha işine Başbakanlığın getirdiği ayrıcalıklar ortaya çıkarsa işte orda hukuk devreye girer. Batı bunu yapıyor. Bunu oturtmak için gayret sarfetmezsek bu nasıl olacak. Mesela Başbakan'a hisselerini oğluna devret diyorlar bu mu ahlaki. Yada benim hastanede hisselerim var, kardeşime devredeyim bu mu ahlaki. Hayır.. Benim hastanem var ve ben İl Başkanlığı yapıyorum. Meclis üyesi arkadaşım avukat ise avukatlığını yapsın, doktorsa doktorluğunu yapsın. Bir arkadaş bana "Ben KİPTAŞ'ın yönetim kurulu üyesi olacağım" dedi. Ben de ona “Senin burada yöneticilik yapacak kapasiten varsa ben de sana destek olayım. Önce siyaseti bırak. AK Parti’den destek alma. Ama oradaki genel müdür seni yetersiz gördüğü zaman ordaki kapıya koyabilmeli.” dedim. Ben bu anlamda söylemiştim..
YARIN : - AK Parti'nin ve bu memleketin gerçek bir Sosyal Demokrat muhalefete ihtiyacı var...
- Bizi Atatürk'e şikayet edeni biz de Atatürk'e şikayet ederiz...
- AK Parti Özal gibi 4 eğilimi bir araya getirmedi, Türkiye'yi birleştirdi...