Halkalı'dan Tarlabaşı'na: Varoşlar ne istiyor?
Abone olHalkalı'da 'hizmet getirdi' diye MHP'den AKP'ye geçen seçmenler, Tarlabaşı'nda BDP'siz barış olmaz diyenler.. Hüseyin Alkan'ın izlenimleri.
Halkalı Merkez mahallesinde Kardeşler Berberi'nin önündeyim. Dükkanın küçük ortağı Ufuk Soydan'la konuşuyorum.
Ufuk, geçen seçimde AKP'ye oy vermiş, bundan sonra da verecekmiş. İlkokul mezunu. 29 yaşında. İki çocuk babası. Eski ülkücü. İyi berber.
"Bugüne kadar bütün partileri gördü bu ülke, CHP'sini, MHP'sini.
Mafyacılıkla, ağalıkla, abilikle, paşalıkla yönetildi. Bir kere
beni temsil edecek yönetici, vizyonunu, duruşunu belli edecek. Bana
göre Kılıçdaroğlu Atatürk'ün vizyonunun çok dışında. Ben 16
yaşından 20 yaşına kadar ocaklardaydım."
Ufuk devam ediyor: "Biz ocaklarda hadis Kuran, sevgi-saygı, namaz-aptes öğrendik. Şimdi gittiğiniz zaman çek-senet öğreniyorsun. Ülkeyi yönetebilmeleri için önce kendilerini düzeltebilmeleri gerekiyor. AK partiye gelince; yardımı görüyorsun. Osmanlı döneminde de vardı yardım. Osmanlı da pirinç bulgur dağıtıyordu. Osmanlı döneminde de sadaka-i cariyeler vardı"
Ufuk, daha önce tankerlerle su taşınan mahallerinde Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminden beri, hiç su sorunu yaşanmadığını söylüyor:
"Çöpler düzenli olarak toplanıyor. Önceden hastanelere gittiğimiz zaman sabah sıra kuyruğuna ben, fiş kuyruğuna annem, ilaç kuyruğuna da abim girerdi. Şimdi bir günde muayene olup ilaçlarınızı alıp gelebiliyorsunuz. Ben oyumu AKP'ye vermeyeyim de MHP'ye mi vereyim? "
Bilgisayar teknikeri olan ve karşıdaki konfeksiyon atölyesinin muhasebesini tutan 22 yaşındaki Şeyma söze hiç girmiyor. "Oyunu AKP'ye vereceğini ama siyasetten Ufuk kadar anlamadığını" söylüyor.
Kiralar neden düştü?
Yolumun üzerinde camiinin cay bahçesinde oturan, orta ila üst yaş ve alt gelir grubuna ait bir insan topluluğu görüyorum. "Tabii ki AKP'ye oy vereceğiz" diyorlar.
En yaşlısı, paçalarını dizine kadar toplayarak "2-3 yıl öncesine kadar ayaklarımız buraya kadar çamur olurdu. Şimdi belediye gece gündüz çalışıyor." diye söze başlıyor ve şu soruyu bilmemi istiyor.
"2 sene önce burada kiralar 500 milyonken neden şimdi 300 milyona düştü?"
Bilemiyorum.
"Çünkü herkes TOKİ'den ev sahibi oldu, kiracı bulmak zor" diyor.
Beni "İnşallah Halk Partisi geliyor" diye karşılayan adam da gittikten sonra, tek partili bir dönem başlıyor. Dışarıdan muhalefet ediyorum.
"Ama burada bir tane park yok. Çocuklar yolun içinde top oynuyor. Arabalarının altında kalmıyorlar mı?" diyorum.
Daha önceki belediye başkanlarının yanlışları yüzünden çocuk parkı yapacak yer kalmadığını söylüyorlar. Belediye Başkanı iki dönemdir AKP'li.
Çay ocağının Kastamonulu sahibi, "Memlekette işsizlik falan yok. Ben çay ocağına kaç zamandır adam arıyorum. Bulamıyorum. Çalışana her zaman iş var" diyor.
Geçmişle kıyaslıyorlar. "Eskiden hiçbir şey yoktu." deyip şükrediyorlar. Yoksa birkaç ağaç, yabani ot ve dikenlerden başka birşeyin olmadığı bir yeri "güllük gülistanlık" diye nitelemenim başka açıklaması olamayacağını anlıyorum.
Tarlabaşı'nda hayat
Ertesi gün Tarlabaşı'na gidiyorum. Birinci değil, ikinci sokaktan sağa dönünce şimdiye kadar bildiklerimi unutuyorum.
Yoksulluğun böyle bir tanımı olabileceğini unuttuğum için kendime kızıyorum.
Shakespeare'in karşılıklı evlerin yakınlığını bir mızrak mesafesi diye tanımladığı sokaklar kadar dar değil bu sokaklar belki ama her şey, herkes daha içiçe. Metruk binalar arasına gerilen iplerde huzurla savrulan çamaşırlar bu yoksul insanlar arasındaki dayanışmayı da simgeliyor.
Kentsel Yenileme Projesi kapsamında yıkımına başlanan binalardan birinin altında, Konyalı Mehmet Tezgel, her gün yaptıkları gibi Bitlisli midye dolmacının yardımıyla, ateşten yeni indirdikleri, cüsselerine göre devasa boyutlardaki haşlanmış mısır kazanını arabaya yükleyecek.
Çocuklar, gladyatör dövüşü izlemeye hazırlanır gibi mısır arabasının çevresindeki yerlerini alıyor. Bir demir çubuğu kazanın kulplarından geçirip kaldırıyorlar. O kadar zorlanıyorlar ki, kazanla birlikte devrilecekler sanıyorsunuz. Ama çocuklar öyle sanmıyorlar. Yerlerinden kıpırdamadan babalarını gururla izliyorlar.
Mehmet Tezgel'in ikisi lise çağında dört çocuğu var. "İşim yok devletten hiçbir yardım almıyorum. İstemiyorum da. Geleceğim yok. Sosyal güvencem yok" diyor ve lafı kendinde fazla tutmadan komşularını işaret ederek "Buradaki insanların yüzde 90'ı Kürt. Bu insanlara, aş verseler, iş verseler ne güzel olur." diyor.
Tezgel, oyunu kime vereceğini söylemiyor ama arasıra taksicilik
yapan beş çocuk babası Salih Kaya, "Oyumu kendi partime, bağımsız
adaya vereceğim. Düzen partilerine vermeyeceğim." diyor.
Diyarbakırdan gelen kaynı ise "Bu ülkede artık ikinci sınıf üçüncü
sınıf vatandaşlar olmasın. Askeri de polisi de bizim, Türk'ü de
Kürd'ü de bizim. BDP'nin yok sayıldığı bir ortamda barış, bir
halkın yok sayıldığı bir ülkede özgürlük sağlanamaz" diyor.
Yoksulluğu arkama alarak yokuşu tırmanıyor ve yeniden şehrin
misafir odasına çıkıyorum.