Hakan Şükür zaferi yazdı
Abone olGalatasaray'ın kaptanı Hakan Şükür'ün seyir defterinden, tarihe yazılacak zaferin öyküsü.
Her şampiyonluğun bir öyküsü vardır ve mutlaka yazılmalıdır. Ama
o şampiyonluğu kazanmak için terini son damlasına kadar akıtan,
mücadele eden ve savaşan kahramanların neler yaşadıkları çoğu zaman
bilinmez, perde arkasında kalır. İşte, 2005 - 06 sezonunu büyük
zorluklarla geçiren ve ezeli rakibi Fenerbahçe ile sürdürdüğü
nefesleri kesen mücadeleyi son saniyede elde ettiği şampiyonlukla
noktalayan Galatasaray'ın kaptanı Hakan Şükür'ün seyir defterinden,
uzun yıllar unutulmayacak ve tarihe altın harflerle yazılacak
zaferin öyküsü...
Öncelikle ben, başkanımızın da dediği gibi 100. yılın henüz
geçmediğini ve hâlâ 100. yılın içerisinde olduğumuzu düşünüyorum.
Dolayısıyla bu şampiyonluk, 100. senemizde kazanılmış bir
şampiyonluktur.
Sezona başlarken, tabii ki şampiyonluk için yola çıktık. Önümüzde
Fenerbahçe gibi her yönüyle çok güçlü bir rakip vardı. Futbol
kadrosuyla, idari yapısıyla, hissettirilişiyle... Medya tarafından,
direkt olarak şampiyon gibi görülüyorlardı.
'Acaba ne olacak' sorusu sezona başlarken hepimizde hakimdi. Ben,
kendi bünyemizdeki potansiyeli ortaya çıkarırsak, hiçbir rakip
bizimle boy ölçüşemez duygusunu her zaman taşırım. Bunu özellikle
genç arkadaşlarıma anlatmaya çalıştım. Futbol mücadele oyunudur.
Eğer buradaysanız, mutlaka yetenekleriniz olduğu için
buradasınızdır...
Gençleri kazandık
Alt yapıdan gelen arkadaşlarla sezona başladık. Sezon başında belki
de hocanın bile beklemediği bir çalışma temposu yakalamıştık. Çok
yönlü bir kadro oluştu. Herkesin gıpta ile bakacağı çok iyi bir
forvet hattımız vardı. Geçen sene gönderilen Saidou'nun dönüp bir
şeyler ispat etme çabası, keza Ümit Karan... Çok farklı duyguların
bir arada olduğu bir takım oluşturuldu. Herkes bir şeyleri
ispatlama çabası içindeydi. Gençlere de, 'Sizler genç değil, bu
takımın birer parçasısınız' mesajı, gerek hoca gerek bizler
tarafından sürekli verildi. Kimse burada silik durmayacak herkes
mücadele edecek düşüncesiyle iyi bir hazırlık dönemi geçirdik ve
sezona böyle başladık.
Song olayı başkaydı
Konya, Ankaragücü ve Malatya maçlarıyla üç maçta üç galibiyet
kazandık. Başlangıçlar önemlidir. O havayı yakalamak bize iyi
gelmişti. Ama ikinci maçtan itibaren benim hastalığım, Necati'nin
sakatlığı, bizi zorladı. Gaziantep'te ilk puanlarımızı kaybederken,
talihsiz goller yedik.
Sezon başında o sıcak havada zor şartlar altında maça devam etmek
zorunda kaldık. Hasan Kabze'nin son saniyelerde gelen golüyle
beraberliği kurtardık ki, şampiyonluk mücadelesi veren bir takımın
yenilmemesi çok önemlidir. Çünkü geçmişte yaşadığımız
ikinciliklerde ve şampiyon olamadığımız senelerde bu tip puanları
çok aramıştık...
Sivasspor maçı sabahı yaşananlar çok yazıldı, çizildi, ama Song ile
Gerets arasında yaşanan olay tam olarak yazıldığı gibi değildi.
Song, uykuyu çok seven bir arkadaşımız. Herkes uykuyu sever, ama o
biraz daha fazla sever! Kamp gecesi akşamında bir kaç arkadaşımız
Song'a espri yapıp, sabah kahvaltısı sabah 8'de diye söylemiş.
O da inanıp, 9.30'daki kahvaltıya 8'de gitmiş. Bakmış kimse yok,
tekrar odasına dönüp uyuya kalmış. Uyanıp geldiğinde kahvaltıya
5-10 dakika gecikti. Hepimiz o sırada kahvaltıdaydık. Bizde bir
kural vardır, biri gecikirse o gelmeden kahvaltıya başlanmaz. Hoca
biraz sinirli. Gelince aralarında Fransızca bir tartışma oldu, biz
kapatmaya çalıştık. Tartışma şiddetlenince, farklı şeylerin
olmaması için bizler yanlarından ayrılmadık.
Gerets bana söylemişti
Bu medyaya yansıyınca rahatsızlıklar duyuldu. Song ile arasında
geçen olayın basına yansımasına hoca çok içerlemişti. O gün Metin
Oktay'ın anma töreninde olduğum için ben yoktum, ama hocamız
antrenmanda bir toplantı yaparak bir kaç kişiye söylemiş. Bunu
söyleyen kişiyi bulup, bir daha bu formayı giymemesi için yönetime
rapor vereceğini açıklamış. Daha sonra bunu söyleyen insanları
bulan hocamız, takımın gidişatını bozmamak için bu kararını ilerki
bir tarihe ertelemek zorunda kaldı.
Sivas'tan sonra Tromsö maçına gittik. Kadronun ne olacağı
bilinmeyen bir ortamda hocamız beni maç günü yanına çağırıp,
'Hakan, ben bugün seni oynatmak istemiyorum. Benim düşüncemde
Necati ve Ümit var' dedi. Ben de ona 'Açıklamak zorunda değilsiniz.
Siz hocasınız ve istediğinizi oynatırsınız' yanıtını verdim. O da
açıklamak zorunda olduğunu, benim bu takıma yıllarını vermiş Hakan
Şükür olduğumu söyledi. Sonuçta konuştuk ve o maçta oynamadım.
Yenildiğimizde üzüldük, ancak 1-0'lık mağlubiyete rağmen Tromsö'yü
Ali Sami Yen'de rahatlıkla eleyeceğimizden emindik...
Oradan direkt İzmir'e Vestel Manisa maçına geçildi. Üç forvet
birlikte oynadık ve güzel bir futbolla kazandık. Samsun maçında ise
sakatlığım nedeniyle kadroda yoktum.
Tromsö şoku çok acıydı
Tromsö ile oynanan rövanş maçında İstanbul'da yine 1-0 yenik duruma
düştüğümüzde, oyuna alındım. Beraberlik golünü attım, ama
kazanamadık ve elendik. Soyunma odasında herkesin yüzü asıktı.
Herkes çok kötüydü. Böylesine bir takıma elenmemiz çok acıydı. Çok
büyük bir ayıp olduğunu düşünüyorduk. O günden sonra elimizde olan
bütün imkanla lig yarışını sürdürmeye ve şoku bir an önce
atlatmaya, önümüze bakmaya karar verdik. Trabzon maçında aradığımız
morali bulduk.
Ardından Erciyes deplasmanında son saniyede attığım golle galip
geldik. Aslında bizim gibi bir takımın işi son saniyelere
bırakmaması lazım, ama bazen olur. Ali Sami Yen'deki Denizlispor
maçında ise hesapta olmayan bir şekilde 2 puan bıraktık. Ardından
da Gençlerbirliği deplasmanında kötü oynayarak ağır bir mağlubiyet
aldık.
Takım olarak kenetlendik
Sonrasında Florya'da çok konuşmalar yaptık. İyi hatırlıyorum ben,
Hasan Şaş ve Ergün takım arkadaşlarımızla konuşurken hep şunları
söylemeye çalıştık.
Bir insanı iten, motivasyonu sağlayan şeylerin başında inanmak
geliyor. İnanırken, hakem hatalarının aleyhimize geliştiği bir
dönemde rakibimizin lehine gelişen hakem hataları varsa,
pisikolojik açıdan ne durumda olursunuz? Her ne yaparsanız yapın bu
işin olmayacağı duygusu hakim olur ki, genç arkadaşların çok olduğu
bir takımız...
Biz dedik ki, sahada vereceğimiz mücadeleyi kat kat artırarak bir
yere varmak zorundayız. Bunun kararını aldık. Herkes daha fazla
üzerine koyarak çalışmak zorunda ki, tüm bunları da aşabilecek bir
güce sahip olabilelim. Neticesinde son ana kadar sürdürdüğümüz,
'alnımızın akıyla' yazısını hak edecek, bir dönem yaşadığımızı
düşünüyorum.
Bir şeye karşı kenetlendik. Hem o konuşulan parasızlığa, hem de bu
tip davranışlara karşı. Belki de bunlar bizim en büyük
avantajlarımızdı...
Ribery'ye üzüldük
Sezon başında Ribery'nin gidişi bizi üzmüştü. İlk çıktığı
antrenmandan beri Ribery'nin ne kadar kaliteli bir oyuncu olduğunu
hep söyledim. Buradaki performansı ile taraftarın sevgilisi haline
gelmişti. Kendi duygu ve düşüncesi ile gittiğini düşünüyorum, ama
kalsaydı çok iyi olacaktı. O gitmeyi tercih etti. Biz bu eksikliği
tamamen kapatacak şekilde çalıştık. Ribery'nin yerine İliç alındı.
Sezona Konya maçıyla başladık. Zorlansak da İliç'in attığı gollerle
kazandık. Bu onun kendini kabul ettirmesi bakımından çok
önemliydi.
Dereli'ye hiç inanmadım
Ali Sami Yen'de oynadığımız ve puan kaybettiğimiz Denizlispor
maçına gelince... Hakem Selçuk Dereli'nin Hasan Şaş hakkında
yazdığı rapora başından beri hiç inanmadım. Bu konuda çok farklı
şeyler olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendi soyunma odamızın önünde,
sinirsel bir tavırla, ortaya, kimseyi hedef almadan yapılan bir
tavrı, sanki kendisine yapılmışcasına uyarlamaları doğru değildi.
Bu olay bizi çok üzdü. Ondan sonra da çifte standartları hepimiz
gördük.
Denizli'yi farklı yenmemiz gerekirdi, fakat Selçuk Dereli'nin
yönetimi de bizi etkiledi. Hakem çok akıllı ve sistemli bir maç
yönetti! Ama bu tip puan kayıpları olacaktı. Bunu soyunma odasında
her kötü biten maçtan sonra söyledim. Herkes puan kaybedecek ve biz
yolumuza devam edecektik...
Başkent'te güreştik!
Gençlerbirliği deplasmanında gerçekten kötü oynadık. Eski
kaptanımız Bülent Korkmaz'ın yedek kulübesinde takımının attığı
golden sonra sevinmesi gayet normal, ama insanlar o olaya duygusal
baktılar. İyi oynamadık, ağır bir mağlubiyet oldu. O maçın hakemi
Oktay Demiray'dı, çok iyi hatırlıyorum. Tıpkı bir pankreas, güreş
müsabakası gibi bir maç yaşadık. Necati'ye ve bana yapılan iki tane
çok ağır hareketler var ki, bir hakemin bunları cezalandırmaması
bence çok büyük yanlıştı. Kaybettiğimiz, ama neticesinde birçok
şeyi kazandığımız bir karşılaşmaydı bizim için.
YAZAN: HAKAN ŞÜKÜR
DERLEYEN: ERHAN TELLİ
Kaynak: www.milliyet.com.tr