Gürüz'ün YÖK'ü açık cezaevi gibi..
Abone olMilli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, TEMPO'ya özel açıklamalar yaptı, YÖK başkanı Gürüz'ü eleştirdi.
TEMPO Dergisi'nden Okan Konuralp'ın özel röportajı: Son
zamanlarda tartışmaların odağında olan YÖK, Kemal Gürüz ile
sembolize edilen bir mücadele yürütmeye çalışırken, hükümet
kanadında yine bir akademisyen olan Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr.
Hüseyin Çelik var. Hüseyin Çelik kendi döneminde hazırlanan YÖK
Yasa Taslağı ile başlayan tartışmalarda gelinen noktayı, Türk Milli
Eğitimi ile ilgili projelerini TEMPO'ya açıkladı. Uzmanlık alanı
olan önemli Osmanlı aydınlarından Ali Suavi'den hareketle, Türkiye
modernizmi ve AKP arasında kurulan ilişkiyi değerlendirdi.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 3 Kasım
2002 seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkmasının ardından,
gözlerin çevrildiği en önemli adreslerden biri oldu. AKP iktidarı,
kararlı ve ısrarlı bir biçimde YÖK yasasını değiştirerek
üniversitelerde yeni bir dönemi başlatmaya çalışıyor. Kemal Gürüz
başkanlığındaki YÖK ise, yasa değişikliğini AKP'nin üniversiteleri
ele geçirme projesi olarak nitelendiriyor, her yönüyle değişikliğe
karşı direnmeye çalışıyor. - Milli Eğitim, AKP iktidarının en
tartışma yaratan bakanlıklarından biri, özellikle de AKP'nin, YÖK
konusunda atmaya çalıştığı adımların merkezi olması bakımından. İki
sene öncesine kadar, Kemal Gürüz başkanlığındaki YÖK'ü 'Açık
Cezaevi' ne benzeten biri olarak da bakanlık koltuğunda bugün siz
varsınız. 'Açık Cezaevi' ağır bir benzetme değil mi? Ben, o gün
Meclis'te yaptığım bütün konuşmaların arkasındayım. Üniversite
kelimesi, üniversalizmden gelir. Üniversalizm evrensel değerlerin
hâkim olduğu, araştırma ve geliştirmeye dayalı üniversite demektir.
Üniversitelerde özgürlüğün ve özerkliğin olması demektir. Ancak,
Sayın Gürüz'ün yönetimindeki YÖK'te ne özgürlük vardır ne de
özerklik. Bunların hiçbiri olmadığı için de 'Açık Cezaevi'
benzetmesinde bulunmuşumdur. Üniversitelerin bu durumunun değişmesi
gerekiyor. - Bir başka değişle, 'Açık Cezaevi'nden 1999 yılında
siyasete girerek mi tahliye oldunuz? Ben üniversitede başarılı bir
öğretim üyesiydim. Şahsımla ilgili de üniversitede çok ciddi bir
problem olduğunu söyleyemem. Ama odanın içindeki oksijen azalırsa,
hepimiz bundan etkileniriz. Bireysel olarak birilerine oksijen
maskesi takabilirsiniz ama odanın içindeki oksijeni artırmak
zorundasınız. Üniversitelerin oksijenini artırmak için bu değişimi
yapmak zorundayız. Ve ben o dönemde o oksijensizliği çok
hissediyordum, ki yalnızca ben değil, herkes hissediyordu. - YÖK ve
Kemal Gürüz ile aranızdaki problem, tasvirini yaptığınız
oksijensizlikten mi kaynaklanıyor? Benim Kemal Gürüz'le, şu ya da
bu rektörle şahsi hiçbir problemim yok. Dünyada üniversite ne ise
bizde de o olmalı. Medeni ülkeler bu işi nasıl yapıyorsa, biz de
öyle yapmalıyız. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Başarı
esasına dayalı, özgürlüklerin tam olarak kullanıldığı, demokrasinin
tam olarak hâkim olduğu üniversiteler oluşturmaya çalışıyoruz. Bunu
yaparken biz yine takıyyecilikle suçlanıyoruz. Bizim hazırladığımız
taslak, gökten inmiş ilahi bir metin değil. Biz diyoruz ki,
kanunlar, yasalar toplumun ihtiyaçlarına göre çıkartılır. Yasa
hazırlarken komisyonlara gidiyoruz, orada taslak görüşülüyor. Genel
kurula gidilip orada değiştiriliyor. Sizin gözden kaçırdığınız,
eksiklik, aksaklık gibi şeyler yasalaşma sürecinde gidiyor.
Yasalaştıktan sonra eğer problem varsa, yine gündeme geliyor. Daha
doğrusu, bizim hazırladığımız taslağın yüzde yüz mükemmel, tek
kelimelik bir kusuru bile olmayan taslak olduğunu hiçbir zaman
söylemedim. Ama bizi eleştirenlerin de bizi eleştirdikleri gibi
olmadığını kesinlikle biliyorum. Başbakanın başkanlığında bir
toplantı yapıldı. 8 Eylül'de kendileri ile bir araya geleceğiz.
Üniversiteler arasından seçilmiş alt komisyonla, Milli Eğitim
Bakanlığı'nda bu tasarıyı hazırlayan bölüm başkanıyla, olması ve
olmaması gerekenleri oturup konuşacağız, ama herkes biliyor ki
yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Katılımcı
demokrasinin gereği tarafların görüşlerini almaktır. - Katılımcı
demokrasinin gereği olarak tarafların görüşlerini almaktan
bahsediyorsunuz ama tartışmanın ana eksenini tarafların görüşlerine
başvurmamanız oluşturmuyor mu? Eğer Sayın Mumcu bu çalışmaları
başlattığı zaman, Sayın Kemal Gürüz üniversiteler üzerinde,
üniversitelerarası kurul üzerinde bir baskı oluşturmasaydı, gölge
etmeseydi, bu iş bugün bitmişti. Yani, biz onlara uzak durmadık,
onlar bizden uzaklaştırıldı. Buna neden Kemal Gürüz'ün gölgesidir.
'Kemal Gürüz doğruyu söylemiyor' - Kemal Gürüz'ü gölge etmekle
itham ediyorsunuz ancak Gürüz'ün 'İmam hatipler ve türban konusunda
kendisinden ricacı olduğunuz' açıklaması var. Tabanınızdan bu iki
konuda baskı olduğu ve YÖK'ten sizleri rahatlatmak amacıyla adım
atmasını istediğiniz yönünde... Kemal Bey -ki YÖK'ün başında olan
bir insandır- "Yalan söylüyor" demek istemiyorum ama kesinlikle
doğru söylemiyor. Biz iktidarız, bu konuda atılması gereken bir
adım varsa, biz atarız. Kemal Gürüz'den böyle bir yardım talebinde
bulunmak gibi bir zaafa hiçbir zaman düşmedim, hiçbir zaman da
düşmem. Kemal Gürüz hangi yetkiyle yapacak ki bunları? Bunu birkaç
kere, birkaç yerde söyledi. Açıkçası ben ve kamuoyu bu
tartışmalardan bıktığımız için Kemal Gürüz'le tartışmayı artık
doğru bulmuyorum. - Peki, imam hatipler ve türban konusunda bir
sorun görüyor musunuz? Bu okullar benim dönemimde açılmış falan
değil. Ben, Milli Eğitim Bakanı olduğum zaman bütün bu okullar
vardı. Bu okullar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yasalarına göre
kurulmuş, yasalarına göre denetlenmiş, yasalarına göre
faaliyetlerini sürdüren okullar. Bu ülkenin kaynaklarından buralara
bütçe gönderiliyor, öğretmen gönderiliyor. İmam hatip okullarını
ben bir sorun olarak görmüyorum. 'İmam hatip okullarının sayısı
şimdiki imam ihtiyacını karşılamak üzere midir? ' , 'Hayır!'
Ticaret liselerindeki öğrenciler de zaten Türkiye'nin muhasebeci;
torna tefsiye bölümündeki sanat okulu öğrencisi de tefsiye
ihtiyacına göre mezun olmuyor. Türkiye'de bugün 35 bin ziraat
mühendisi fakültelerden mezun olmuş, 60 bin insan idari bilimler
fakültesinden mezun olmuştur. Türkiye'de fen edebiyat
fakültelerinin sayısı 100'ü geçti. Mezunlar iş bulamıyor. 'Bu
okullar çok mudur, az mıdır?' tartışmasını gereksiz buluyorum. İmam
hatip liselerine çocuklarını gönderenler de imam olsun diye
göndermiyorlar. Genellikle okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi
dersinde verilen bilgiler, aslında adı üzerinde İslam dini tüm
detayları ile öğretilmiyor. Orada bir din kültürü veriliyor.
Hıristiyanlık da anlatılıyor. Yahudilik de anlatılıyor. Budizm de
anlatılıyor. Genel olarak din kültürü veriliyor. Çocukların fizik,
kimya, biyoloji gibi müspet bilimlerle ilgilenmelerini, bir yandan
da kendi dinlerini öğrenmelerini isteyen aileler geçmişte imam
hatip liselerini tercih etmiştir. İmam hatip okullarından mezun
olanlarının yüzde 90'ı falan da imam olmamış. Buradan hareketle
imam hatip okullarının bir tabu haline getirilmesi, sendrom haline
getirilmesi çok yanlış. Çözülecek bir şey de yok. Şu anda imam
hatip okulları devam ediyor. Meslek liselerinin orta kısımları
kapatıldı. İmam hatip okullarının meslek liseleri içerisindeki
oranı yüzde 8 civarında. 65 bin imam hatip öğrencisi var, hepsi bu.
Bu, öyle abartılacak bir sayı değil. - Ne imam hatipler ne de
türban sizin için bir sorun değil mi gerçekten? İnsanları kılık
kıyafetlerine göre, saçına sakalına göre kategorize etmek
yanlıştır. Bugün pek çok medeni ülkede, insanların kılık
kıyafetleriyle ilgilenilmiyor. Türkiye'de bana göre bu yaklaşım iki
türlüdür. Birincisi başına türban takanlar var, bir de türbanı
kafaya takanlar var. Bu ikisi arasında demokratik zeminde bir
iletişim olması gerekiyor. Kafasına türban takan insanlarla türbana
karşı olan insanlar mutlaka bir uzlaşma zemini bulmalılar. Bu
aslında demokratik zihniyetle halledilebilecek bir durum. Bu
toplumda farklılıkları eğer kabullenmezseniz, demokrasinin çoğulcu
vasfını hayata geçiremeyiz. Biz değerci olamayız, çünkü totaliter
rejimler değercidir. Onun için biz, AKP hükümeti olarak, dikkat
ederseniz türbanı tartışmıyoruz. Yeni bir türban tartışması yaratıp
da ortamı germenin anlamı yok. Ben Türkiye'de eninde sonunda
insanların birbirlerini anlayacaklarını düşünüyorum. Türbanı
istismar edenler var mıdır? Olabilir, ama özgürlükler ve haklar
bana göre verilmez ve alınmaz. Şimdi telefon kullanıyoruz, telefon
sapıkları var diye telefon kullanımını yasaklayamazsınız. Olaya
böyle bakmak gerekiyor. Biz UNICEF ile 'Haydi kızlar okula'
kampanyası başlattık. Okul devam ediyor. Kız çocukları mutlaka
okumalı. Bu tür tartışmalar genç kızlarımızı okulun dışına itiyor.
Dolayısıyla baş örtüsü sorununu nasıl çözersiniz? Bu, matematik
denklemi değil ki çözelim; bu, toplumsal bir süreçtir. Bana göre
bunun yasayla falan da ilgisi yok. Demokrasinin erdemi, aslında
bütün bu farklılıkların içinde bu ülkede huzur ve barış içinde
yaşamamızı sağlamasıdır. Yeter ki o demokratik erdemin ne olduğunu
yakalayalım. 'Yüzü gülen öğretmenler benim hayalim' - Olağanüstü
bir durum olmadığı taktirde, AKP hükümeti ülkeyi, siz de milli
eğitimi yönetmeye uzun süre devam edeceksiniz. Nasıl bir milli
eğitim düşlüyorsunuz? Ben milli eğitimde çağdaş eğitimi 4 sütun
üzerine oturttum. En önemli unsur öğretmendir. Çok iyi yetişmiş,
iyi fiziki ve maddi olanaklara sahip olan, yüzü gülen öğretmenler.
Sınıfa girdiği zaman, anne babanın çocuklara sarıldığı gibi sarılan
öğretmenlerin olması benim hayalimdir. Alanında kendini çok iyi
yetiştirmiş, kendi alanındaki yayınları takip eden, rekabetçi bir
ruha sahip olan bir öğretmen kitlesinin var olması benim
hayalimdir. İkinci unsur fiziki mekân, okul içidir. Okullarımızın
temiz, depreme dayanıklı ve çağdaş eğitim verilebilir yerler olması
bizim idealimizdir. Üçüncüsü ise içerik. Öğretim yöntemi ve
müfredat meselesidir. Burada da biz Amerika'yı yeniden
keşfetmiyoruz. Eğitimde kendisini kanıtlamış olan ülkelerde
uygulanan metotlar, yöntemler var. Bunları kendi ülkemizin özeline
uydurmaya çalışıyoruz. Dördüncüsü de öğrencilerimiz. Sahip olduğu
zekâ türü iyi tespit edilen ve bu zekâ türüne göre yönlendirilen,
önü açılan 19 milyon öğrenci kitlemiz var. - Milli Eğitim Bakanlığı
2003-2004 eğitim ve öğretim yılına nasıl giriyor? Türk milli
eğitimini ülkenin dışında düşünemezsiniz. Türkiye'nin hayat
standartları bellidir. Türkiye'de gelir düzeyinin ne olduğu
bellidir. Gelir kaynaklarının ne olduğu bellidir. Milli eğitimde
problem var da sağlık sektöründe her şey yolunda mıdır? Diğer
yandan, sanayi çok çok iyidir de ticaret çok mu kötüdür? Bunlar
birbiriyle at başı giden şeylerdir. Bu açıdan ben 2003-2004 yılını
bir kayıp yılı olarak görmüyorum. Önemli olan imkânsızlıklar içinde
mümkün olabilenin en iyisini yapmak ve bunun için gayret içinde
olmak. Bütün bu imkânsızlıklara, eksikliklere, aksaklıklara,
olumsuzluklara rağmen Türk milli eğitiminde kimsenin aklından
geçmeyen, devrim niteliğinde atılımlar gerçekleştirilmiştir. Bir
taraftan okullarımızın yapımı sürüyor. Bunu şu anda Meclis'ten
çıkarılan 4842 sayılı yasayla birlikte Türkiye'de bir inşa
seferberliği başladı. Sadece bu yıl 450 trilyon IMKB'den destek
aldık. Şu anda valiliklere ve bize müracaat eden yüzlerce vatandaş
okul yaptırıyor. 11 Eylül'de 'Eğitime Yüzde Yüz Destek' adı altında
cumhurbaşkanı ve başbakanın katılacağı bir seferberlik
başlatıyoruz. Bir taraftan okul çevresi dediğimiz fiziki mekânlarla
ilgili birçok hamle yapıyoruz. Bir yandan öğretmenliği
kademelendiriyoruz. Stajyer öğretmen başlayacak, sonra öğretmen
olacak, her aşamada objektif uzmanlar olacak. Öğretmenliğin
kalitesini arttırıyoruz. Diğer taraftan da 'e-devlet' sürüyor. 37
bin 615 öğretmen adayı Milli Eğitim Bakanlığı' na internet
aracılığı ile başvurmuş. Geçmişte yaşanan rezaletin yerini internet
aldı. 37 bin 615 öğretmen adayı sıfır hata ile başvurdu. 8 Eylül'de
atamaları başlamıştır. Bir taraftan da öğrencilerimizi
keşfedebilmek için Türkiye'de bir rehberlik servisi devrimi
yapıldı. Yönlendirmeli dediğimiz eğitim modeli gelecek. Herkesi
kabiliyetine göre yönlendireceğiz. Bir yandan öğrencilerimizi
papağan olmaktan kurtaran, nicel konumda tutan ve bilgi depolamaya
yönelik eğitim tarzını ortadan kaldırdık. Düşünen, analiz
kabiliyeti olan, öğrenmeyi öğrenen bireyler yetiştiriyoruz. Bunun
için talim terbiye kurulu harıl harıl çalışıyor. - Çocuklarınızı,
Gülen Cemaati'nin okullarından biri olduğu yönünde sık sık medyada
yer bulan, Samanyolu Okulları'nda okuttuğunuz doğru mu? Evet. Oğlum
da Başkent Üniversitesi'ni kazandı bu yıl, uluslararası ticaret
bölümünü. Oğlum Başkent Üniversitesi'ne gittiği zaman Mehmet
Haberal'ın siyasi tercihi, kişiliği benim için önemli olmamıştır.
Ben bu okulun ne yaptığına bakarım. Kozmopolit şehir hayatında ben,
alışveriş yaptığım marketin sahibinin kızının ahlakı ile
ilgilenmem. Bu, son derece ilkel bir yaklaşımdır. Bir okulun sahibi
dindar da olabilir, dinsiz de... O okulda kaliteli bir eğitim
yapılıyor mu; Türk milli eğitiminin temel amaçları doğrultusunda
eğitim yapılıyor mu, ya da aykırı eğitim yapılıyor mu? Doğru soru
budur? 28 Şubat sürecinden sonra, Hikmet Uluğbay'ın bakanlığı
sırasında bu okulla ilgili teftişler yapılmış. Bu teftişler
sonucunda gelen bütün raporlarda 'Çok iyi' denmiş. Neye göre
değerlendireceğim bu okulları? Burada da özel bir tercih yok.
Mesela, Van'da çocuklarımı yine o okullara gönderiyordum. Onlar
birbirine bağlı zincir olarak çalışır. Yine oraya gönderdim.
Çocuğumu Ak Dershane'ye gönderdim. Herhangi bir vatandaşındı.
Üniversiteye hazırlanması için oraya gönderdim. Burada, o anlamda
bir tercih söz konusu değil ki. Bu tartışmalar Türk milli eğitimine
de katkı sağlamıyor. - Sizinle ilgili olarak, özellikle Van ve
çevresinde etken olan Nur kökenli Med Zehra Vakfı ile yakın
ilişkilerde bulunduğunuz iddiaları var... Hayatım boyunca hiçbir
gruba, anlayışa birebir mensup olmak gibi bir amacım olmadı. Dar
bir ideolojinin kalıbına sığan bir yanım yok benim.