Bismillahirrahmanirrahim
Geçmiş gün lisans tezi
hazırlıyorum.
Rahmetli Hocam Prof. Dr. Salican
Cigitov’la kasvetli bir günde kısa bir yürüyüş yapmıştık.
Hocanın benden çok umudu yoktu. Ama
ayağına dolanmıştık bir kere.
Sen “Aykaşka”yı çevir, Aşım
Cakıpbekov’u çalış dedi.
Emir demiri keser…
"Emredersiniz Hocam!" dedim ilk iş bir
kütüphaneye gidip Aşım Cakıpbekov’un hikâyelerini buldum. Oturdum
çeviriyorum.
Aykaşka bir at
hikâyesi.
Vaka odur ki Aytmatov’un en iyi
romanlarından birisi olan “Elvada Gülsarı”daki at ile Cakıpbekov’un
“Aygaşka” hikâyesindeki at aynı at.
Bunu edebiyat kulislerinde söyler
dururlar. Ama ortada iki yazarın da aynı köyden (Şeker) olmaları
haricinden elle tutulur bir kanıt yok.
Aykaşka, aslında ay benli diye
çevrilse olur. Kırgızcada atın alın kısmına kaşka deniyor. Alnında
beyaz renkte büyükçe bir beni olan at. Kırgızca beyaz rengi
dünyanın uydusu olan ayla eşleştirmiş ve ortaya güzel bir at ismi
çıkmış.
Eh! Ahir ömrümüzde bunu da öğrenmiş
bulunduk.
***
Fekat çeviri çok yavaş gidiyor.
Kırgızca at ile ilgili terimlerde çok
zengin.
Atın üç aylık yavrusu ayrı, altı aylık
yavrusu ayrı, bir yaşındaki yavrusu ayrı, iki yaşındaki at, beş
yaşındaki at ayrı isimlendiriliyor.
Biz Türkçede yavrusuna tay kendine at
deyip geçiyoruz.
Bu hayvancağızın bin bir türlü rengi
var. Mübarek kahverenginin tonları bile ayrı ayrı
isimlendirilmiş.
Bunaldım. Çeviriyi de bıraktım avare
avare dolanıyorum.
Bir de hayatında hiç ata binmemiş,
ufakken at arabasının arkasından maydanoz almaktan başka ata
yakınlaşmamış bir adamın oturup atla ilgili bir hikâye çevirmesi
baştan abes.
Yakın arkadaşım Hüseyin’le
bindik troleybüse soluğu hipodromda aldık.
Amacım sütçü beygirine benzer bir at
bulup ufak ufak oralarda dolanmak.
Ama bunun için hipodroma gitmek
nereden aklımıza geldi geçmiş gün unuttum.
Hipodromda kendimiz gibi boş boş
dolanan bir adam bulup derdimizi anlattık.
Bizi şöyle baştan aşağıya küçümser
bakışlarla süzüp sağına doğru tükürdü ve hayatımda gördüğüm en
tezekli çizmeler ayağında olduğu hâlde “gelin benimle!” dedi.
Ahırların olduğu kısma vardığımızda
adamın bizi elindeki kırbaçla eşek sudan gelinceye kadar
döveceğinden emindim.
Meğer emekliye ayrılmış Rüzgâr’ı
arıyormuş.
Kadim dostum Rüzgâr ahırdan
çıkarıldı.
Daha geçen ay emekli olmuş.
Hayvan o kadar büyüktü ki ağzımız açık
kalakaldık.
Hüseyin “Buna nasıl bineceksin?” diye
sordu.
Aynı soruyu at çobanına sorduk.
150 cm uzunluğundaki çoban
“Aha da böyle!” deyip kıvrak bir hareketle tek hamlede atın üzerine
bindi.
Hiçbir şey anlamadık. “Şunu bir daha
göstersene…” diyeceğiz ama adamdan korkuyoruz.
Ata binme sırası geldi.
Bir iki hamle yaptım, ikincisinde sırt
üstü yere düştüm ama ata binmeye bile yaklaşamadım.
“Hüseyin yardım edeyim mi?” dedi. Ama
pis pis sırıtıyor.
“Yok kardeş lazım değil.” dedim fekat
elle tutulur bir planım yok!
Biz Hüseyin’den kaçarken çoban
kaldırıp beni atın üzerine fırlatıp attı!
Bildiğiniz attı!
“Lan aman Allah aşkına!” deyip atın
boynuna sarıldım. Ama ne sarılış!
Büyük yarış
başlıyor
“Çoban bana anlatıyor, şöyle yap böyle
yap. Şuradan tut buradan çek…” diye ama sırf geri zekâlı muamelesi
görmemek için anlamış gibi kafamı sallıyorum. Anlatılanları
Rüzgâr’ın benden daha iyi anladığına eminim.
Nihayet büyük gayret ve tezahüratlar
eşliğinde belimizi doğrultabildik.
O sırada işgüzar çoban elime bir
kırbaç tutuşturdu!
Bu da neymiş diye kırbacı kaldırınca
dostum Rüzgâr “Senin yapacağın işe!” der gibi dört nala başladı
koşmaya!
Son iki yüz metre
O hengamede iki şey fark ettim!
Hüseyin’in kahkahaları ve çobanın
canhıraş bağrışları.
Ben atın boynuna öyle bir sarılmışım
ki her şey bitip de beni attan indirmek lazım geldiğinde bir yarım
saat daha ellerimi çözmek için uğraştılar.
Hüseyin daha sonraki anlatımlarında
arkandan bakarken “Kıçı ayrı başı ayrı oynuyor!” deyiminin
canlandırılmış hâlini gördüm bu sebeple güldüm diyecekti.
Bu hikâyeyi neden anlattın
Hoca?
Nüfus politikaları yüksek kurulu
toplanacak, boşanmalara, azalan nüfusa, azalan evlilik sayısına
çare arayacakmış!
Bazen en iyi öğretici “Gerçek
yaşam.” oluyor.
Son Söz
“Muhakkak sizin için sağmal
hayvanlarda bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki
fışkı ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından
kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.” (en-Nahl 16/66)