Yakın zamana kadar gündemi bizzat başbakan belirliyordu.
Bunu üslup olarak Kasımpaşalı tavrı ile konuştuğu için değil,
neredeyse her konuşmasının ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı olması ve
özelliklede toplumun herhangi bir kesimini rencide etmesiyle
başlattığı tartışmalarla başarıyordu.
Böylece her konuşması gündem oluyor, dikkatleri üzerinde
toplayabiliyordu!
Her ne kadar AKP kurmayları ile yandaş basın başbakanın bu
tavrını “onun kişilik özelliği” diyerek
yumuşatmaya çalışsalar da başbakan bunu planlayarak ve önceden
hesaplayarak yapıyordu.
Hedefte kimi zaman ulusalcılar, kimi zaman Alevi toplumu, kimi
zaman başbakana itiraz eden sıradan bir vatandaş veya cumhuriyet
ile neredeyse yaşıt olan devletin herhangi bir kurumu oluyordu.
Başbakan bu yöntemle muhalefeti kendi belirlediği
tartışma alanlarına hapsederek kontrol altında
tutuyordu!
Anımsayınız;
AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 yılına kadar PKK’nın
eylemleri Terör Sorunu olarak anılırken, zamanla
ve peyderpey Kürt Sorunu olarak anılmaya başladı.
Oysa bu, ne konjonktür gereği ne de aranan çözüme katkı
sağlayabilecek politika olması itibariyle gerekliydi. Bilakis,
PKK’ya mesafeli duran Kürt etnik grubuna mensup kitlelerin terör
örgütüne sempati duymasını sağlayacak ayrışım ve ötekileştirmeye
dönük politikalardı.
Nitekim PKK konusunda izlenen bu yanlış politikalar geniş
çevrelerce tepkiyle karşılanacak ve yıllarca gündemin ilk sırasını
işgal edecekti.
İşte size muhalifleri kontrol altına almaya ve kamuoyunun
dikkatini başka yöne çekmeye yarayacak muhteşem bir konu değil
mi?
Şayet o yıllarda ötekileştirme adımları ve yeniden güç kazanan
terör örgütünün eylemleriyle birlikte gelen şehit haberleri
tartışılıyor olmasaydı, kamuoyu en hızlı dönemini yaşayan
ÖZELLEŞTİRMELERİ konuşacak, irdeleyecek ve
denetleyebilecekti!
Kamu kurumlarını işaret ederek “babalar gibi
satarız” denildiği günlerde de muhalefete benzer hatalar
yaptırıldı.
Uzun lafın kısası; Başbakanın absürt çıkışlarına itiraz üzerine
kurulu muhalefet anlayışı maalesef ülkenin talan edilmesine bırakın
engel olmayı kolaylaştırmıştır.
Yani cambazın “kuşa bak” oyunu tutmuştur!
Oysa muhalefet, kamu ihaleleri ve büyük kentlerdeki rant hedefli
imar planlamalarına yoğunlaşmalı, ışık hızıyla dolar milyarderi
olan bazı iş adamlarını mercek altına almalı, gündeme taşıma
çabasında olmalıydı.
***
Başarı deyince birçoğumuz olumlu yönde sonuca ulaşılabilme,
muvaffakiyet olarak algılıyoruz.
Hatta birçok tanımda da bu şekilde ifade edilir.
Oysa olumsuz yönde belirlenen hedefe planlandığı üzere
ulaşabilmek de başarıdır.
Bu açıdan bakıldığında mevcut iktidarı başarılı olarak görmek
mümkündür!
Mesela AKP iktidarı süresince iç ve dış borcumuz dolar üzerinden
yüz milyarlarla ifade edilen oranda artmasına rağmen IMF’ye ödenen
23,5 milyar dolar halka tarihi ekonomik başarı olarak
algılatılabilmiştir.
Üçü beşten verilen ihalelerle yapılan duble yollar, Marmaray,
havaalanları gibi talan projeleri halka hizmet olarak
algılatılabilmiştir.
Adı defalarca değişmiş olsa da nihayetinde Kürt
Açılımı olarak hafızalarda kalan bölünme projesi
Barış Süreci olarak halka algılatılabilmiştir.
Atılan her antidemokratik adım halka demokratik adım olarak
algılatılabilmiştir.
Bu tür yönlendirmelere itirazla başlayan ve tüm yurda yayılan
Gezi Protestoları halka hizmeti engelleme veya Vandallık olarak
algılatılabilmiştir.
Bütün bunları yapabilmiş olmak başarı değil midir?
Az şey mi bunlar?
Görünen o ki aynı taktik hala devam etmekte.
İktidar yetkililerinin internete düşen ses kayıtlarını yetkili
kurumlar aracılığıyla inceletip raporlayarak kendilerini aklamak
yerine sürekli yalanlamaları zamana yayarak etkisini kırma girişimi
değilse ne olabilir?
Kanun çıkarıp yönetmelik değiştirme, hâkimlerin, savcıların,
polislerin, polis müdürlerinin adeta mobilize edilip, seyyar hale
getirilerek yerlerinin değiştirilmesi sadece paralel
yapı söylemi ile izah edilebilir mi?
Her şeye rağmen geldiğimiz nokta şudur;
17 Aralıkta başlayan yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte gündemi
artık başbakan değil, internetten servis edilen tapeler
belirliyor!