Gül'ün uykularını kaçıran rüya
Abone olGünde yaklaşık 20 saatini çalışmaya ayıran Başbakan Abdullah Gül, uyku için geriye kalan zamanda da uyuyamadığını söyledi.
Başbakan rüyasında bombalanan çocukları gördüğünden beri
uykusuz: Geceleri uyuyamıyorum Günde yaklaşık 20 saat çalışan
Başbakan, uyku için kalan 3 - 4 saatte de gözüne uyku girmediğini
söyledi. "Barış için herkesten çok çabaladım. Çalmadık kapı
bırakmadım" diyen Gül, çabalarının sonuç vermemesinin üzüntüsünü
yaşıyor. Başbakan Abdullah Gül için yoğun ve zor günler...
Çalışmaya sabah 7 - 8 gibi başlıyor. Gece bazen 2 - 3’e kadar
mesaiye devam ediyor. Meclis lojmanlarındaki evine gittiğinde, eşi
ve çocukları çoktan uykuya çekilmiş oluyor. Bazen çok geç olduğunda
Dışişleri konutunda yatıyor. Tayyip Erdoğan başbakanlığı devralırsa
belki de bu konut, daimi evleri olacak. Bu ara, bir yandan lojmanı
boşaltmaya hazırlanıyorlar, bir yandan da geçici bir ev arıyorlar.
Bunca telaş içinde Başbakan’a uyku için 3 - 4 saat kalıyor. Ancak
geçenlerde yakın çevresiyle dertleşirken "Geceleri uyuyamadığından"
yakındı. "Neden" diye sordular, 3 çocuk babası Gül, şöyle açıkladı:
"Bir gece rüyamda bombalanan çocuklar gördüm. Ondan beri bütün
yorgunluğuma rağmen gözüme uyku girmiyor." İçine sinmeyen karar
Başbakan’ın savaşa girme kararından içinin hiç rahat olmadığı,
hatta acı çektiği yüzünden okunuyor. Grubunu "Evet" demeye zor ikna
ettiği kulislere sızıyor. Kriz patladığından beri bölge ülkelerini
dolaşan ve bakanları İstanbul’da toplayan Gül, "Barış için
herkesten çok çabaladım. Çalmadık kapı bırakmadım" dese de sonuç
alamamış olmanın üzüntüsünü yaşıyor. Amerika, ekonomik, siyasi,
askeri baskısını artırdıkça Türkiye köşeye sıkışıyor. Avrupa
parçalanıp giderek Amerikan saflarına yanaşıyor. Rusya yeni bir
Birleşmiş Milletler kararına ihtiyaç olmadığı açıklamasıyla savaş
korosuna katılıyor. Ankara’ya gelip gizlice Başbakan Gül’le buluşan
Irak’ın 2 numarası Taha Yasin Ramazan, "Başınıza bombalar yağacak,
halkınızı düşünün" uyarısını sert bir üslupla reddediyor. Ankara
umudunu Saddam’ın son anda silah denetçileriyle daha aktif
işbirliğini kabul etmesine bağlıyor. Lakin zaman daralıyor, barış
umutları tamamen sönüyor. Ancak Kuzey Irak’ta istenmeyen bir oluşum
doğması, Türkmenlerin bir felakete maruz kalması ve milyonluk göç
endişesi ağır basıyor. Daha da önemlisi, IMF’nin örtülü tehditleri
etkili oluyor. Başbakan Gül, içine sinmeyen bir kararı "tabanına,
halkına, inançlarına rağmen" imzalamak zorunda kalıyor. Uykuları
kaçıyor. İsyan edilecek nokta Başbakan’ın uykusunu hepten kaçıran
belki de Meclis kürsüsünden söylenen şu sözlerdir: "Dün, akan
Müslüman kanıydı, bugün de akan, yarın da akacak olan ne yazık ki
fakir fukara, zavallı, kimsesiz bir halkın kanıdır. İsyan edilecek
nokta budur." "Türkiye’nin sıcak savaşa girmesi, Türkiye’yi Asya’ya
yabancılaştıracaktır. Önemli olan rejimlerle değil, bu coğrafyanın
halkıyla işbirliğidir." "Türkiye ne yazık ki savaşa ekonomik açıdan
çok kötü şartlarda, ekonomik bağımsızlığını adeta kaybetmiş bir
ülke olarak yakalanmıştır. Türkiye’nin bazı şeylere ‘Hayır, öyle
değil, şöyle olsun’ diyememesinin altında bu da yatıyor olabilir."
Yukarıdaki sözler kendisinin Önceki günkü Meclis gizli oturumunda
CHP’liler buna benzer şeyler söyledilerse herhalde Başbakan Gül,
acı acı gülmüştür. Çünkü yukarıdakileri söyleyen, bizzat
kendisidir. Tarih; 10 Ekim 2001. TBMM’de Afganistan’a asker
gönderme yetkisi isteyen hükümet tezkeresi görüşülüyor. Kürsüde AKP
grubu adına milletvekili Abdullah Gül konuşuyor. Gül, adeta
geleceği okuyan bir konuşma yapıyor: "Savaşın nereye varacağı belli
değil. Yarın bu savaş Irak’ı, Sudan’ı, Yemen’i, hatta İran’ı da
içine alır diye endişeleniyoruz." "Tabii ki halkı yönlendireceğiz,
ama başka bir görevimiz de halkın düşüncelerini yansıtmaktır. Bu
konuda kamuoyu anketlerine baktığımız zaman halkın yüzde 86’sı
böyle bir olayı yanlış buluyor. Dolayısıyla biz, yurtdışına asker
gönderilmesini uygun bulmuyoruz." Az ıstırap değil Bu sözleri
söyleyen adam, çok değil, 15 ay sonra, "ekonomik açıdan çok kötü
şartlarda" yakalandığı Irak krizinde, bazı şeylere "Hayır, öyle
değil, şöyle olsun" diyemeden, Türkiye’yi Asya’ya
yabancılaştıracak, Müslüman kanı dökülmesine yol açacak bir savaşa
imza atmak zorunda kalıyor. Az ıstırap değildir bu... Başbakan’ın
samimiyetle acı çektiğine ve savaşa engel olabilmek için içtenlikle
gayret gösterdiğine inanıyoruz. Ancak şimdi ondan beklenen, hükümet
olan her siyasetçiyi kuşatan ve onları "kendilerine rağmen" teslim
alan o ölümcül kıskacı halkıyla paylaşmasıdır. Türkiye, komşusu
olan halka yönelik, bu kadar karşı olduğu bir savaşa, daha
Birleşmiş Milletler kararı olmadan ve herkesten önce katılıyorsa,
bunun inandırıcı gerekçelerini ve muhtemel sonuçlarını bilmek
herhalde öncelikle orada savaşacak gençlerin, sonra da suçsuz yere
bombalanacak çocukların hakkıdır. Böyle dönemlerde, uykusuzluğu
bile paylaşmalıyız. Can Dündar / Milliyet