Gülseren Kayalı'dan resim sergisi
Abone ol07-28 Mart 2005 tarihleri arasında, Gülseren Kayalı, Nişantaşı Koçbank’ta bir grup resimlerini izleyiciyle buluşturacak. Özkan Eroğlu ressamı değerlendirdi.
G.Kayalı, onu tanıdığımdan beri hep bir yerlerde dolanıyor. O dolandığı yerlerde ilişiyor, çelişiyor, çekiyor, itiyor, kimi zaman can çekişiyor; tuhaftır, bazı zıtlaşmalar meydana getirerek, kendince kaoslar da yaratıyor. O kaoslarını ise, kesinlikle akıllıca kurguladığı paradoksları oluşturuyor. Dünyanın, sanırım bir simülasyon olduğunun farkında. Dünyayı simülasyonlar bütünü, hatta cenderesi olarak görmek de en yerinde olanı gibi, bugün sanatta. Bir zamanın bilinçli yitirilmesi, ya da öyle, sakin; bir süre bir yerde, neredeyse sessiz sedasız durmak. Bu, nasıl bir şey acaba? G.Kayalı, atmosferi seyredip, bazı kayıtlar almanın yerinde bir davranış olduğu inancında. Çünkü yarattıkları-ortaya koydukları için, yerli yersiz, anlamlı anlamsız fotoğraflar çekerek belirli antrenmanların peşinden gitmeyi-gerekli olduğunu, kendisine felsefe olarak tanımlamış biri. Bu görüntü, aynı zamanda onun birey olarak, izleyici-eleştirmen üzerinde bıraktığı yegane etkilerden biri. Bununla dikkat çekiyor! Aslında, fotoğraf olayına bakışındaki şey, resimleri için de geçerli. Resimle de bir tür oyun oynamayı, adeta resme kur yapmayı olmazsa olmaz görüyor. Çok kitap alan, bunları en azından kayda geçen, hiç durmadan defterler karalayan, hep ‘kayıt da kayıt’ diyen bir insan-birey yapısı var karşımızda; G.Kayalı ile gelen. Onu tanıdığım zaman, geçmişinde, içine girip, çıktığı resimsel üslup tanımlarını bilmiyordum, fakat görüngülerin izafiyeti açısından genel bir dil altında fantastik bir resme ilişik olduğu çok açıktı. Aslında tipolojik olarak, kendisi de fantastik biri bence. Ne zaman, ne yapacağı hiç belli olmayan, ansızın bir anda yörünge değiştiriveren bir kimlik tanımında ve cesaretinde. Fantastik olmak, onun birikimli birey psikolojisi ve sosyolojisi ile de çok ilgili. Yaşamla ilgili gerçeklere dönük, o denli bağımlı gerekçeler sunmasını bildiğinden, ister istemez gerçek ve gerçek dışı arasında, kendine en uygun olan yapının ‘fantastik boyut’ olduğu da rahatlıkla ifade edilebilir. İstediği şekiller dünyasını, fantastiklik genellemesi altında, olsa olsa, ancak malzeme çeşitliliği veya zenginliğiyle ortaya koyabileceğinin de bilincinde. Resim-kritik diyaloğunun ona çok yaradığını, hatta zenginleştirdiğini fark ettikten sonra, son bir, iki yıldır, yaptığı resimlerde de mizacı zengin ve sürekli bir yer değiştirmekten yana. Bu değişiklik, öncelikle ‘malzeme’yle gelmekte, yanı sıra bazı izleri bırakıp kaçabilmeye izin veren G. Kayalı, bu özelliğini, adeta son zamanlarda tam bir mizaç haline getirmiş görünmektedir. Onunki kesinlikle bir daldan dala atlama değil, tam tersine, belki biraz geçmişinde gizli kalmış olan, cesaretli ve rizikolar içeren eylemler olarak algılanmalıdır. Malzeme, G.Kayalı’nın kanımca en büyük serveti. Bu serveti varyasyonlaştırma güdülerini cesaretle gündeme taşıyabildiği sürece ‘ilginç’, ‘deli saçması’ olarak nitelenen şeyler ortaya koyacaktır, buna asla şüphe duyulamaz. Aslında bir sanat ürününün, kendini özgürce ifade ettikçe yapıta dönüştüğünü bilenler, G.Kayalı’nın ne olursa olsun, eninde sonunda çoğulculuktan yana olan üretim yapısının nereye gidebileceğini tahmin etmekte zorlanmayacaklardır. Özellikle son bir yıldır yaptıklarına resim demek ne kadar doğru acaba? Üç boyutu kendi içinde kurcalayan, üç boyut meselesine oldukça kafa yoran G.Kayalı, her türlü deneyselliğe, belki salt resim bağlamında kendini sürüklemektedir. Kombinasyonlar tanımlamakta, tuvali tuvalin üzerine dengeli, dengesiz monte etmektedir. Bu montajlar, anlam doğrultusunda kurgu çoğullukları, dolayısıyla anlam katmanlaşmaları oluşturarak, içerikle ilgili zenginleşmelere neden olmaktadır. Aslında, bu tip eylemleri tekdüze izleyiciyi de, bence adeta katletmekten yana durduğundan, derinlikli düşünceleri, daha da derinlikli hale getirmekte ortaya bir iddia koymaktadır G.Kayalı. Tüpten çıktığı haliyle renkleri kullanmaktan kaçınmayan G.Kayalı, belki de bu davranışıyla saf ve ilksel hallerin oluşturduğu felsefi dokümanlara ne denli yakın durduğunu ve yakın durulması gerektiğini de gözler önüne getirmiş oluyor. Haller ve gene haller üzerinde, iz sürmekten yana olan bir benlik ve aslında dünyaya bir çeşit, bu yolla baş kaldırmak... Reaksiyon almak ve vermek onun işi. Alıyor, veriyor alıyor, veriyor... Bunu sürekli yapıyor, bundan besleniyor G. Kayalı. Bütün bunlar, bir çift sevgilinin birbirine yaptığı kurlardan farklı değil. Onun resimlerine bakanlar her an, her şeyi, yaşama dair bir gerçekliği görür, kanımca. Bugün gerçeğe ilişmek, bu demek. ‘Gizemli’, ‘algılanmayı’ herkesten asla beklemeyen, algılayanlarınsa yeterli olduğu, bir ‘durum psikolojisi’. Şaşırtmayı sever, adeta bir deli ya da çocuk gibi G.Kayalı. Doğaldır ki şaşırtabilmek, şaşırmayı bilenlerce yapılabilir. Hemen belirtmekte yarar olacaktır ki, daha henüz Türkiye toplumu ve dolayısıyla Türkiye’deki sanat ortamı bu şaşırtmalara yönelebilecek bir kafa yapısına sahip değildir. Hazır olmayan bir ortama, anlaşılmaz ve deli saçması olarak nitelenebilecek şeyler sunmaksa risklerin en büyüğüdür, adeta ölümle edilen dans misaline ulaşır. Bunlara rağmen, G.Kayalı, ısrarla, bildiği yoldan ödün vermeksizin yürüyor. Bence en azından yürüdüğü yol, ön açmaya yarayıcı yolların oluşması için bir nedendir. Simülasyonların kol gezdiği bir dünyada sanat adına bundan daha doğru ne yapılabilir ki? Ben, öz olarak G.Kayalı’nın yeni söylemler peşinde olduğunu ifade etmek isterim bir kez daha. Umberto Eco, bu tip söylemlerin, ‘ironi’ ve ‘eğlence’ olmak üzere, çift anlamlılık taşıdığını savunur. Bu bir anlamda modernizm üzerinde yargılarda bulunmak, hem de sonrasına bazı işaretlerde de bulunmak demektir. Doğru bir söyleyişle post-modernist bir dil yaratmaya çalışmaktır belki de. Post-modernizmin en önemli iki özelliği ‘çoğulcu’ ve ‘çeşitlikçi’ olmasıdır. Yeni modernist süreçler baş gösterdikçe, yeni post-modernist süreçler de kendiliğinden ortaya çıkacaktır, buna şüphe yok. Bir ülkenin sanatında krizler varsa, modern olan da krizde demektir,-bu ülke benzetmesi birey için de geçerlidir- o zaman post-modernizmin devreye girmesi kaçınılmazdır. İşte G.Kayalı böyle zamana denk gelen bir ivme koyar, söz konusu son resimleriyle. Vahşi bir kapitalizm karşısında, sanattan modernizmi beklemek de, zaten ahmakça bir şey olurdu her halde. Burada G.Kayalı’nın resimlerinin her birinin, post-modernist bağlamda, birer ‘önerme denekleri’ olarak bir dil kazanmaya gayret ettiğini söyleyebilirim. Çünkü bir sıkışmaya duyulan tepki yatmaktadır, söz konusu resimlerin altında. Bir sıkışmadan sıkılmak, yeni açılımlar sunmayı da beraberinde getirir ve o zaman kişi, kendisini yeni bir imajla yeniden yaratabilme olanağını elde etmiş olur. İşte bu son cümleler, post-modernliğin tarifi dahilindedir. Dikkatle irdeleyince G.Kayalı, kendi içinde sadece daha da özgür olabilmek için çabalamaktadır. Post-modernliğin de hem ‘özgürleştirici’, hem de ‘yeni şeyler’ söylemek isteyen yanları da vardır. Aslında G.Kayalı, resimleriyle bir yandan simülasyon olan bugünün kozmosuna başkaldırırken, post-modernizm gibi, simülasyona zaten kendisi de bir simülasyon olarak cevap veren bir olgu ile de hareket ederek, paradokssallık anlayışında ne kadar ısrarcı olduğunun da kuvvetle altını çiziyor.