Gülen'den teröre çözüm önerileri!
Abone olÇukurca saldırısının ardından yeniden gündem maddesi olan teröre, bu kez de Fethullah Gülen'den çözüm önerileri geldi...
Fethullah Gülen, Kürt meselesi ve Çukurca saldırısıyla
yeniden bir numaralı gündem maddesi hâline gelen terörün çözümü
hakkında çarpıcı açıklamalar yaptı.
Terör sorununun çözümü için 3 teklifte bulunan Gülen, önerileri
şöyle sıraladı; "Izdırap, şefkat, tedbir..."
Gülen'in herkul.org sitesinde yayımlanan konuşmasının özeti
şöyle;
İnsanların yitirdiği değerlerden biri de ızdırap duyulması gereken meseleler karşısında ızdırapsız olmalarıdır. Yürek dağlayan hadiseler karşısında yüreği yanmayan kimselerin problemlere çareler bulmaları mümkün olmadığı gibi, birilerini teselliye matuf "âh u vâh"ları da yalandır.
Herkesin kendini yeterli gördüğü, her şeyin hakkından geleceğine inandığı ve hayatını ona göre planladığı bir dünyada siz en doğruları bile kimseye duyuramaz ve o zihniyetteki vazifelilere, sorumlulara hiçbir şey kabul ettiremezsiniz. Çok ciddi stratejiler ve çareler üretsek de maalesef bugün kimse dinlemez. Hattâ -artık mümkün değil, o peygamberlere nasip olmuştur ama- vahiy ve ilhama müstenid bir kısım mesajlar getirseniz, onu bile dinletemezsiniz.
Çoklarının dediği gibi, askerî kuvvete sahip sayılı devletlerden
biriyiz. O gücün neler yapabileceğini görmek istiyorsanız, 27 Mayıs
ihtilaline bakabilirsiniz. O güç, gelip kendi milletinin başına
binmiş ve 25-30 milyon insanı teslim almıştır. Her on senede bir,
binlerce insanı ezmiş, zindanlara atmış, sürgünlere yollamıştır.
Şimdi, sen orada kuvvetini sonuna kadar kullanmışsın, sokağa
hükmetmişsin; fakat, ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir
avuç şakînin hakkından gelemiyorsun. Bir avuç eşkıyanın hakkından
gelin, lokalize edin, kuşatın onları toplum üzerindeki tesirlerini
kırın, topluma emniyet ve güven vaad edin, baskı altında dağa
gitmelere meydan vermeyin.
ÜMİTSİZLİĞE KAPILMAMALI
Keşke, o bölgeye gönderilen muallimler, dünyanın dört bir tarafına ciddi fedakârlıklarla hicret eden gönüllüler gibi, dönmemek üzere gitselerdi. Keşke o halkın karakterini çok iyi bilen, ciddi bir empati mülahazasıyla onları doğru okuyan vaizler gönderebilseydik. Keşke her köye olmasa bile birkaç tanesine bir sağlık memuru, pratisyen hekim gönderebilseydik de okullardaki sağlık derslerini onlar verseler; hem mesleklerini icra etme yoluyla hem de okuttukları çocuklar vesilesiyle ailelerin içine girseler ve kendilerini ifade etselerdi. Keşke halkı öyle kucaklayabilecek adliyeden insanlar ve mülkiye memurları gönderebilseydik. Keşke evleri teker teker gezip toplumun dertlerini dinleyen ve güvenin teminatı olan emniyet memurları gönderebilseydik. Böylece başkalarının halkı idlal etmesine fırsat vermeyecek şekilde bütün sızma kanallarını kapatsaydık. Otuz sene değil, on sene evvel bile ülkeyi idare edenlerin aklı bu işe erseydi ve bunlar bugüne kadar gerektiği ölçüde yapılabilseydi, bugün o problemler kökünden kurutulamasa da en aza indirilmiş olacaktı.
İnsan öldürerek bir yere varmak ve bir hedefe ulaşmak hiçbir peygamberin, Hak dostunun defterinde yoktur. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) on üç sene Mekke-i Mükerreme'de presleniyor gibi bir baskı altında yaşamış ama bir karıncaya bile ayağını basmamıştır; o mütemerrid insanlara karşı her zaman insanca davranmıştır. İşte, bu ruhun o insanlara anlatılması lazımdır ki dağa çıkmanın önü kesilebilsin. Evet, kim yaparsa yapsın, insan öldürerek ve kan dökerek bir hedefe varmaya çalışmaya ancak vahşet denir, cinayet denir, zulüm denir ve bunlarla da insanlık adına hiçbir hayır elde edilemez.
DUANIN GÜCÜNE SIĞINILMALI
Herkes bu meselenin halli için duanın gücüne de sığınmalı; her fırsatta gönüllerini Yüce Dergâh'a açıp "Allah'ım, birliğimizi sağla, aramızı te'lif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl. Hidayet ve ıslahını murat buyurduğun insanları ıslah eyle, kalb ve kafalarına salah ver. Şayet düşmanlık yapanlar arasında ıslahını murat buyurmadığın ve kendileri hesabına ıslah istemeyen kimseler varsa, onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" diye niyaz etmelidir.
Bediüzzaman Hazretleri o bölgenin insanıdır, çeşitli bahanelerle senelerce zulüm görmüştür. "Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti" diyecek kadar acı ve ızdırap yudumlamıştır. Fakat, kat'iyen olumsuz bir tavır sergilememiş ve milletin huzurunu kaçıracak hiçbir harekete izin vermemiştir.
DİN BİZİ BİR ARADA TUTAN
TUTKALDIR
GÜLEN'İN AÇIKLAMASIYLA İLGİLİ DETAYLI
BİLGİ DİĞER SAYFADA...
TIKLAYIN!...[PAGE]
DİN BİZİ BİR ARADA TUTAN TUTKALDIR
Ben onun çırağı, kapıkulu, kölesi sayılmam ama ben de onca
senedir burada kendi vatanımdan cüdâyım. Mevcudiyetim oradaki genel
ahenge zarar verir diye burada gönüllü duruyorum. Peki siz neden o
canavarlığa tevessül ediyorsunuz? Öyle bir hak aramanın misali
yoktur geçmişte. Ne peygamberlerin nurânî hayatında, ne bir kısım
toplum liderlerinin, Zerdüştlerin, Hermeslerin, Budaların,
Brahmanların hayatında yoktur öyle bir şey. O ancak şeytan
çizgisinde olabilecek bir şeydir. Bediüzzaman Hazretleri, maruz
kaldığı zulümlere rağmen hiç kimseyi zerre kadar incitmemiş,
"intikamımı alın" dememiş; hatta kendisine o
teklifte bulunanlara şöyle cevap vermiştir: "Türk milleti
asırlardan beri İslâmiyet'in bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler
yetiştirmiş ve çok şehitler vermiştir. Böyle bir milletin
torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslüman'ız, onlarla kardeşiz,
kardeşi kardeşle çarpıştıramayız. Bu şer'an caiz değildir. Kılıç,
haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç
kullanılmaz."
İşte bu sâlim düşünce herkese mal edilmeliydi ama maalesef bu
hususta muvaffak olunamadı. Bizim en büyük problemimiz, bizi
birbirimize bağlayacak tutkal mahiyetindeki çok önemli bir dinamik
olan dini değerlendiremeyişimiz olmuştur. Hazreti Bediüzzaman ta
Meşrutiyet yıllarında Medresetü'z-Zehra adıyla Van'da bir
üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapçanın farz,
Türkçenin vacip ve Kürtçenin caiz gibi kabul edilerek hepsinin
beraberce okutulması gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda
Kürtçenin de öğretilmesine fırsat verilmedi? Yurtdışındaki
okullarımızda, hattâ Amerika'da bile Türkçe seçmeli ders olarak
okutuluyor ve kimse buna mâni olmuyor. Büyük devlet olmanın
hususiyeti budur.
ÇATIŞMA SENARYOSUNU SAHNEDE
Bugüne kadar pek çok fırsat kaçırılmıştır ama bu, her şey bitmiş demek değildir. Belki bir kısım mütemerridleri kuvvetle sindirme ve baskı altına alma da düşünülebilir; fakat, esas o toplumun ruhuna girme yolları açılmalı, kardeşlik ruhu yeniden canlandırılmalı, vifak ve ittifak stratejileri oluşturulmalı ve onlarla tevfik-i ilahiye davetiyede bulunulmalıdır. Dünden bugüne şer güçler, bir tarafta bazılarını tahrik edip sokaklara salarken beri tarafta da onlara karşı çıkarılabilecek başkalarını kışkırtmış, diğerlerine saldırtmış ve insanları karşı karşıya getirip vuruşturmuş; böylece kendi menfaatlerini elde etmeye çalışmışlardır. İçinde bulunduğumuz şartlarda da aynı senaryoların sahneye konması, bir Kürt-Türk çatışması çıkarılması ve hatta sonunda meselenin Birleşmiş Milletler'in hakemliğine kadar vardırılması muhtemeldir.
Her köşesi, rengi, deseni, çeşidi ve şivesiyle ülkemizi ve insanımızı seven herkesin çok dikkatli ve temkinli olması, kışkırtmalara gelmemesi ve hele "mukabele-i bilmisil" kaide-i zalimânesine girmemesi lazımdır. Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, firaset ve şefkatle gidilmelidir. 'Hakkı kötek olanlar' istisna edilirse, o toplumun yüzde doksan beşi şefkatle ve re'fetle kucaklanmalı, onlara karşı mülayemetle hareket edilmelidir. Diğer tedbirleri almadan sadece güvenlik tedbirleriyle sonuç alamazsınız, dağın yolunu da kesemezsiniz.