Gülen'den sağduyu çağrısı
Abone olHz. Muhammed karikatürlerine tepkiler çığ gibi. Fethullah Gülen de gösterilen tepkilerin medeni bir şekilde yapılmasını istedi.
Fethullah Gülen Hz. Muhammed karikatürleri üzerine protesto
yazısı yayınladı. 'Karikatür edepsizliği ve üslûbumuz' yazısıyla
tartışmalara katılan Gülen, tepkilerin medenice ve seviyeli bir
şekilde yapılmasını istedi. İşte Gülen'in www.herkul.org’daki
yazısı: Bütün bunlar, oradaki Müslüman nüfusuna karşı ciddi bir
tepki oluşturmanın ifadesidir. Bu tarafı tahrik etmek için
ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Ve bunlar öyle meseleler ki
insanın provoke olmaması, dişini sıkıp sabretmesi çok zordur.
Kalkar, giderler bir yerde, Fransa’nın, Danimarka’nın
büyükelçiliğine bir şey yaparlar. O, bizim adımıza çok çirkindir.
Bunları tasvip etmek mümkün değildir. Arz ettiğim gibi başkaları
kendince mubah saydığı şeyleri kullanıyor. Fakat senin dinin, senin
kültürün, senin geçmişin bunlara cevaz vermiyor: “Hayır, yasak
diyor. Sen benden ayrılmış olursun, sen dininden ayrılmış olursun,
sen o millet ruhundan ayrılmış olursun. Sen öyle bir tepki
veremezsin. Senin tepkin medenice ve kibarca ve başının bağlı
bulunduğu kurallara uygun olması lazım.” Onlar böyle yapmakla
esasen tahrik ediyorlar. Orada mukabil bir hareket oluşsun
istiyorlar. Kim bilir belki de onları bu vesileyle tecrid
edecekler. Diğer bir husus da -zannediyorum- Avrupa Birliği. Bu
konuda bir yola girildi, bir vetire başladı. Bu devam edecek. Devam
ettiği sürece de Türkiye’de cebri lütfi bir kısım iyi şeyler
oluyor. Onlar dayatıyorlar, bizde iyi şeyler oluyor. Bu devam
ediyor. Aslında orada bizim Avrupa Birliği’ne girmemizi istemeyen
dünya kadar insan var. İdarecilerde bu kadar olursa tabanda, o saf
halk yığını içinde daha çoktur. O açıdan istemeyenler
-zannediyorum- biz de buna sert bir mukabelede bulunalım.. sonra
onlar Kopenhag Kriterleri, Strasbourg, Lahey kriterleri desinler..
uluslararası hukuk desinler; desinler bunları ve ardından sizin
Avrupa Birliği’ne girmeye ehliyetiniz yok, ehil olmayan
insanlarsınız desinler. Bizi yanlış harekete, mukabele-i
bi’l-misile sevk etmek isteyebilirler. Bir de meselenin böyle bir
yanı olabilir. Çok temkinli ve dikkatli davranmak lazım. Temkinli
ve dikkatli davranmalıyız Gerek devlet adamları, gerekse halk
kitleleri, bu türlü şeylerde heyecana kapılıp yanlış şeyler
yapmamaları lazım. Aksi halde bir, İslam’ın çehresini karartırız.
İki, başlamış olan bir süreci baltalamış oluruz. Üç, bazı bizim
yanımızda olabilecek, bizi tutabilecek devletler vardır. Böyle
kabaca tavır ve davranışlarla onları da kendimizden uzaklaştırmış
oluruz. Yani bir Hindistan, Çin, Rusya, Uzakdoğu’daki daha başka
devletler size omuz vereceklerse o tavırlarınızdan ötürü onları da
uzaklaştırmış olursunuz. En kritik anlarda dahi böyle damarımıza
dokunulduğunda, hemen heyecana kapılarak, hislerimizle hareket
ederek mantığı bir kenara koymamamız lazım. En kritik anlarda dahi
boks, güreş ve futbolda olduğu gibi teknik hareket ederek
mantığımızı işletip muhakememizle hareket etmemiz lazım. İşte bu
cümleden olarak bence meseleyi diplomasiye bırakmak daha uygun
olur. Diğer taraftan medyada daha yumuşak ve daha usturuplu bir
üslupla onlara bir şeyler anlatılabilir. Böyle kutsala tecavüze
başladığınız zaman da -hafizanallah- kutsalınıza karşı insanlar
için saygıyı yıkarsınız. İnsanlar bir şey demeyip kendilerini
tutsalar bile onları “ne desem ne etsem” mülahazasına sevk etmiş
olursunuz. Bu sebeple bu mevzuda temkinli olmak lazım. Şu arz
ettiğim hususların belli ölçüde kompoze edilip anlatılması
gerektiği kanaatindeyim. Yani “Yanlış bir yoldasınız, yanlış şeyler
yapıyorsunuz. Bakın biz ne olursa olsun o Haçlı Seferleri’nin
cereyan ettiği dönemlerde bile hep Hz. Meryem aleyhisselam dedik,
Hz. İsa aleyhisselam dedik. Hep saygılarımızı ifade ettik. Çünkü
saygı dinimizin gereği idi. Biz kalkıp şimdiye kadar kimsenin
-putuysa- putuna bir şey demedik. Onların Marcus’üne de, Sartre’ına
da bir şey demedik. Dedikse sadece insaniyete saygı çerçevesinde
sorguladık. Yani onun varoluş felsefesi çok ciddi bir varoluş
felsefesi değildir. Ondan daha evvel Hıristiyanlar içinde
varoluşçuluk adına güzel şeyler yazan çizen olmuştu. Ama onu tasvip
etmek mümkün değil. Bir Camus’yu tasvip etmek mümkün değil. Çünkü
insanları Nihilizm’e ve anarşiye çağırıyor. Tasvip etmek mümkün
değil. Fakat durup dururken insanları tahkir ve tezyif etmek doğru
değildir.. “sizin şu filozofunuz, sizin şu düşünürünüz, şu büyük
adamınız, şu aziziniz beş para etmez” demedik. Bunu Kur’an-ı
Kerim’in bir gereği olarak yapıyoruz. Maşeri vicdanda mahkûm
olmayalım Efendimiz, İkrime’nin yanında Ebu Cehil’e uygunsuz şeyler
söyleyenlere karşı “Bazı ölmüş insanlara bir şeyler söylemek
suretiyle hayatta olan insanları rencide etmeyin.” buyuruyor. Az
buçuk bir irtibatı var onun; babası nihayetinde. Yani İkrime’nin o
kâfire karşı bir tavrı vardır. Tavrı olmasaydı Yermük’te kahramanca
savaşıp ölmezdi. Ve ölürken siyer’in dediğine göre Efendimiz
temessül ediyor ve orada ağlayarak “Vazifemi yaptım mı?” diyor.
İşte bu zatın yanında “Babasına hakaret ederek onu rencide
etmeyin.” buyuruyor. Abdullah’ın yanında, babası Abdullah ibn Übey
b. Selül için bir şey demiyor. Ve o çağırınca cenazesine bile
iştirak ediyor. Allah, “Onun cenazesini kılma.” diyor. Öylelerine
karşı “Vela tesübbüllezine yed’une min dunillahi feyesubbullahe
adven biğayri ilm - Onların Allah’tan başka yalvardıkları
tanrılarına hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini
aşıp Allah’a hakaret etmesinler.” (Bkz: En’âm, 6/108) Yani siz,
Lat’a, Uzza’ya, Menat’a hatta Buda’ya, Brahman’a, Konfüçyüs’e
hakaretamiz bir şey söylerseniz kalkar sizin peygamberinize bir şey
söylerler. Söverseniz söverler. Fakat siz bunu, kültürünüz
başkalarına karşı tahkiri, tezyifi, sövmeyi, saymayı men ettiğinden
dolayı yapmazsınız. Ama belki münferid bazı şahısları önemsiz
görür, onlar için bir şeyler der ve böylece başkalarını tahrik
edersiniz. Onlar da sizin değerlerinize sebbetmeye başlarlar.
Efendimiz, “Hiç kimse sakın, annesine, babasına sövmesin!”
buyuruyor. Sahabi, “Ya Rasulallah! Bir insan, nasıl annesine ve
babasına söver?” deyince Efendimiz şöyle cevap veriyor: “Siz bir
insanın annesine, babasına söversiniz. O da kalkıp -tepki olsun
diye- sizin annenize ve babanıza söver. Dolayısıyla siz, kendi
annenize babanıza sövmüş olursunuz.” Ne derseniz onu derler. O sözü
siz annenize ve babanıza karşı kullanmış sayılırsınız. Allah
indinde o duruma düşersiniz. Bakın sizin kültürünüz, sizin kültür
değerleriniz sizi bağlıyor. Belki hareket alanınızı daraltıyor.
Dolayısıyla kuralsız oyun oynayanlara karşı da oyun oynamanız çok
rahat ve mümkün değil. Belden aşağıya vurmayacaksınız. Adam
vuruyor, ayağınıza da vuruyor. Kaşına vurmayacaksınız, gözüne
vurmayacaksınız. Ama adam vuruyor. Dolayısıyla onlarla o türlü
oyunlarda ringe çıkmamanız, oyunu oynamaya kalkmamanız lazım. Çünkü
siz zarar edersiniz. Kendinize zarar verirsiniz. Başkalarının
kutsalına sebbetmeyin, uygunsuz laf söylemeyin. Onlar da kalkar
sizin kutsalınıza sebbederler. Dolayısıyla siz kutsalınıza
sebbettirmiş olursunuz. Bu terbiyeyi bize dinimiz veriyor. Dininize
karşı öyle bir şey karşısında sükut duramazsınız, mutlaka bir şey
yapmanız lazım. Bu yaptığınız şeyin o meseleyi savmaya yeterli olup
olmadığına, tabiri diğerle o mevzuda netice almaya bakmak,
meseleleri realitelere göre değerlendirmek lazım. Şimdi sizin
sövmeye karşı sövme, bayrak yakmakla ve hakarete karşı hakaretle
mukabelede bulunmanız bu problemi çözmez. Nitekim bu türlü tavır ve
davranışlar karşı taraftaki şiddet ve hiddeti biraz daha artırır.
Hatta onları haklı hale getirir. “Demedik mi yani bu adamlar
yumurtadan intila. En küçük meseleler karşısında hemen feveran
ediyorlar.” derler. Fikir hürriyeti ve başkalarına saygı Şimdi
akılsızlıklar karşısında dahi bence yine mantıkî ve aklî hareket
etmek lazım. Acaba ne türlü argümanlar kullanmalıyız ki bunu
savmalıyız? Hem Efendimiz’e karşı, hem de Kur’an’ımıza karşı
saygımızı ifade etmeliyiz. Bir kere onların yaptığı o cinayet, o
cürüm savulması, müdafaa edilmesi gerekli olan bir şeydir. Sizin
ettiğiniz mukabele o cinsten bir şey olmuyor ve savmaya da yeterli
değil. Yani sen onun bayrağını yakacaksın da ne olacak! Bunlar hep
deneniyor. Ne tam bir mukabele ne de akıllıca oluyor. Sadece
kinini, nefretini, gayzını ortaya koyma oluyor. O da karşı tarafta
kini, nefreti, gayzı daha da artırıyor. Bence medenice davranmak
lazım. Onlar medenice davranmıyorlar. Fakat ruh-i dil (tatlı dil)
yılanı deliğinden çıkarır. Her şeye rağmen soğukkanlı olacak,
meselelerinizden katiyen taviz vermeyeceksiniz. Fakat hep savma
yolunu takip edeceksiniz. Yani bu mesele nasıl savılır?
“İdfei’s-seyyiete bilhaseneti” hadisinde ifade edildiği gibi
kötülüğü iyilik ve güzellikle savacak, yani mümince bir tavır
sergileyeceksiniz. Bir de bütün dünya bizi seyrediyor. Bence şu
anda bir oyun oynanıyor gibi. Biz o oyunun kurallarına riayet
etmeliyiz. Orada esbab açısından puan almalıyız. Dünya bize puan
vermeli. Uluslararası muhakemede, mesele muhakemeye getirildiğinde
bize hak verilmeli. Ve “bunlar tavırlarını hiç değiştirmediler. Hep
mantıkî hareket ettiler. Yakışıksız bir davranışa girmediler”
dedirtmeliyiz. Çünkü bize dokunuyorlar. Biz öyle bir tepki verirsek
başka bir yerde de yaparlar. Bu bizim zaafımızdır. Biz onu dışarıya
vurdukça onlar bizi daha fazla tahrik ederler. Bizi sokağa
dökerler. Bizi pespaye insanlar haline getirirler. Maşeri vicdanda
mahkum ederler. Hakkımızdan gelirken de kimsenin yüreği sızlamaz.
Bunlara dikkat etmek lazım. Bunlar makul değil. Demek ki, onlar
aklen ve mantıken değil hissen, asabiyet ve taassup itibariyle
tatmin olamıyorlar. Akıllıca hareket etmek lazım. Basın-yayın
özgürlüğü, insanların başkalarına hakaretine cevaz vermez. “Ben
ille de falanın eşiyle alakalı bir şey neşredeceğim.” derseniz,
onlardan hemen tekzip, tavzih, tashih gelir. Mesela birisi kalkıp
basın-yayın hürriyeti deyip, “İngiltere’de kraliyete ilişeceğim,
Fransızlar ihtilalleriyle de bellidir. Robespierre’lerin ülkesi…
Danimarka’nın haydutları…” dese, ardından da gelen tepkilere karşı
“Nasıl inanıyorsam düşüncemi öyle ifade ediyorum.” diye karşılık
verse, nasıl karşılarlar bunu? Düşünce özgürlüğü, ben düşüncemi
ifade ediyorum, diyemezsiniz. Fikir hürriyeti hiç kimseye
başkalarını karalama hakkını vermez. İnsanlar her ne kadar
fikirlerini serbestçe yaymada hür olsalar da mutlaka her şey
sınırlanır. Fikir hürriyetiniz belli sınırlar içine girer ki,
sadece kendi fikir hürriyetiniz, özgürlüğünüz derseniz başkalarının
özgürlüğü hiç kalmaz. Oysaki o özgürlüğün çevresinde bile ülkelerin
sınırları gibi serhatlar olması lazım. Sizinki bir yerde,
öbürününki de bir yerde bitmesi lazım. Herkese saygılı olacaksınız.
Orada irtikap edilen şu anda ciddi bir saygısızlıktır. Düpedüz bir
terbiyesizliktir. Hadlerini bilmeleri lazım.