Gülen'den öğrencilere sınav duaları
Abone olÜniversite sınavları yaklaşırken, Fethullah Gülen'e dostları tarafından öğrencilerin nasıl davranmaları gerektiği yolunda sorular yöneltildi.
Fethullah Gülen, sınava hazırlanan öğrencilere ve
anne-babalara sınav öncesi nasıl davranılması gerektiği konusunu
anlattı. Gülen, hafızayı güçlendirmek için yapılması gerekenleri de
sıraladı.
Gülen Hoca, öğrencilerin nasıl hareket etmeleri gerektiğini ve
hangi duaları etmeleri gerektiğini anlattı. Gülen'in Bamteli'nde
anlattıkları şöyle:
"Soru: 1) “Fiilî dua”, “kavlî dua” ve “kadere
rıza” esaslarını günümüzde imtihandan imtihana koşan
talebeler, bilhassa da üniversite imtihanına girecek gençler
açısından değerlendirir misiniz?
- Dua ile alâkalı yapılan taksimattan biri de onun fiilî ve kavlî
olarak ikiye ayrılmasıdır. Üstad Bediüzzaman hazretlerinin verdiği
örnekle anlatacak olursak, bir çiftçinin toprağı işlemesi fiilî bir
duadır ki, bununla hazine-i rahmetin kapısı olan toprağı saban ile
çalmış olur. Cenâb-ı Hakk’ın hususî bir atiyyesi olmadıkça, toprağa
tohum atmadan o tarladan bir ürün almanın mümkün olmadığı açıktır.
Dolayısıyla esbap adına ne gerekiyorsa mutlaka ortaya konulmalıdır.
Fiilî duaya riayet etmek sebepler dünyası içinde yaşayan biz
insanoğlu için kaçınılmazdır. Dolayısıyla fiilî dua esbabı nazar-ı
itibara almak ve o sebeplerin gerektirdiği şekilde davranmakla
olur. Ayrıca Cenâb-ı Allah sebepleri izzet ve azametine perde
yapmıştır. Bizim de o perdeye saygılı olmamız iktiza eder. Onları
görmezlikten gelmek bu açıdan Allah’a karşı bir saygısızlıktır.
(00:48)
-Diğer bir açıdan da, esbaba riayet etmeme bizi, insan iradesini
reddeden Cebrîlik düşüncesi içine sürükler ki, bu da akîde ve inanç
açısından çok tehlikelidir. Evet, irade ve şuur sahibi insanoğluna
düşen, sebepleri görmek ve onlarla uyum içinde yaşamaya çalışmaktır
ki buna “fiilî dua” da denmektedir.
Talebeler için fiilî duanın en önemli esasları olarak şu hususlar
sayılabilir: Sistemli çalışma, mesainin tanzimi (Allaha, nefse ve
insanlara karşı sorumlulukların hepsini yerine getirme düşüncesiyle
ne zaman ne yapmak gerektiğini güzelce tesbit edip çalışma ve
dinlenme vakitlerini de gözeterek belli bir düzen tutturma),
a’mâlin taksimi (yapılacak işleri belirleme, parçalara ayırma,
bölüşme ve herkese kabiliyetlerine uygun bir iş yükleme), toplumun
fertleri arasında teavün düsturunun teshili (yardımlaşma duygusunun
canlandırılması ve fertlerin birbirinin işlerini kolaylaştırıcı
olmaları).
-Kavl, söz demektir; insanın istek ve dileklerini sözlerle ifade
edip Cenâb-ı Hakk’a kalbiyle beraber lisanıyla da teveccühte ve
niyazda bulunmasına “kavlî dua” denmektedir. Dua,
sebepler üstü bir talebin Cenâb-ı Hakk’a arzı ve Hakk’ın gizli-açık
her şeye nigehban bulunduğuna inancın da ilanıdır. Bu itibarla,
biz, sebepler dairesinde esbâba riâyet etmekle beraber, ellerimizi
O’na açar, içimizi O’na döker, nâçâr kaldığımız yerde
“çare” der inler ve dertlerimizin dermanını da
yine O’ndan bekleriz; kendi kudret ve irademizle elde
edemeyeceğimiz bir kısım neticeleri sebepler üstü bir kudret ve
inayete sığınarak, Müsebbibu’l-Esbâb’dan dileriz. Dolayısıyla,
sebeplere riayet (fiilî dua) ile kavlî duayı birbirinden ayırmak
mümkün değildir. Onlar birbirlerini tamamlayan iki unsur ve bir
bütünün iki yüzünden ibarettir.
-Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) de sürekli
rıza talebiyle tazarru ve niyazda bulunduğu düşünülürse, şu
talepler “kavlî dua”ya en güzel misaller arasında
sayılabilir:
“(Benim isteğim) affın, afiyetin ve rızândır Allah’ım; sevip hoşnut
olduğun şeylere beni hidayet buyur!”
“Allah’ım bizi nefsin hoşuna giden değil, Senin razı olacağın, rıza
ve hoşnutluğunu kazandıracak işlere muvaffak eyle.”
“Allahım her türlü hal ve icraatımızda, bilhassa şu işimizde
bize yardımcı ol.”
-Sebeplere riayet etmek ve kavlî duayı yerine getirmek başka bir
mesele, onların getirisini çok önemli görmek tamamen başka bir
meseledir. Zira Cenâb-ı Hakk, hikmetinin iktizasına göre bazen
verir, bazen de vermez. İşte bir insanın her iki durumdan da hoşnut
olması, kadere rıza gösterdiğinin emaresi ve Allah’ın takdirine
razı olduğunun ifadesidir. Zat-ı Ulûhiyet’in takdirini memnuniyetle
karşılamanın yanında, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (aleyhi elfü
elfi salâtin ve selâm) nübüvvetine ve İslam dinine kanaat etme de
çok önemlidir. Fiilî ve kavlî duadan sonra -netice ne olursa olsun-
kader ve kazayı gönül hoşnutluğuyla karşılama bu kanaatin de
gereğidir.
Bundan dolayıdır ki, sabah akşam okunması sünnet olan dualar
arasında şu ikrar da mevcuttur:
"Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber
olarak da Hazreti Muhammed’den (aleyhissalâtü vesselâm) razı
olduk.”
-Çalışmayı biricik mesele haline getirmek mahzurlu olabilir; fakat
sistemli çalışmanın hakkını da görmezden gelmemek lazımdır.
İmtihanlarda derece yapan öğrencilerin hemen hemen bütünü
başarılarının en büyük vesilesi olarak sistemli çalışmayı nazara
vermektedirler.
-Öğrenciler, bazen hangi sahalarda başarılı olabileceklerini, neyi
nasıl çalışmaları gerektiğini ve kapasitelerinin nelere
yetebileceğini bilemeyebilirler. Bu konularda öğretmenlere ve
anne-babalara büyük vazifeler düşmektedir. Öğretmenler ve aileler,
psikolojinin ve pedagojinin kurallarını da nazar-ı itibara alarak,
öğrencilerin hem şımarıp küstahlaşmamaları hem de morallerinin
bozulup başarısızlığa uğramamaları için bütün sebeplere riayet
etmeli ve her vesileyi değerlendirmelidirler.
-Fiilî dua, kavlî dua ve kadere rıza esasları sadece talebeler için
değil, kendisini insanlığın saadetine adamış hizmet gönüllüleri,
her seviyedeki devlet adamları, idareciler ve esnafıyla tüccarıyla
iş adamları gibi her kesimden insan için söz konusudur. İnanan
insan, hoşuna gitsin gitmesin, her meseleyi dini ölçülere göre ele
almalı; her hadiseyi “Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey sizin
için hayırlı olur. Kimi zaman da sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin
için şerli olabilir. Netice itibarıyla neyin hayır ve neyin şer
getireceğini sadece Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
(Bakara, 2/216) meâlindeki ayet-i kerime zaviyesinden
değerlendirmeli ve her zaman Cenâb-ı Hakk'ın tercihi istikametinde
tercihte bulunmalıdır. Sebeplere riâyet ettikten ve kavlî duayı
yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’ın takdirine bırakmalı;
kendisiyle alâkalı tasarruflarında Rahmeti Sonsuz’a inanıp O’na
güvenmeli ve O’nun yaptığı her şeyden hoşnut olmalıdır. Evet, kader
rüzgârları ne yandan eserse essin gönül rahatlığıyla karşılamak ve
her hadiseye “Bunda da bir hayır vardır; bu da
geçer!” inancıyla yaklaşmak mü'min olmanın gereğidir.
- Her seviyedeki öğrencilerin, özellikle üniversiteye gidecek
gençlerin imtihana girdikleri yerlerdeki heyecan manzaralarını;
anne babaların tehalüklerini, ellerini ovuşturmalarını ve çocukları
imtihanı kazanamazsa sanki kıyamet kopacakmış gibi telaşlanmalarını
biraz abartılı buluyorum. Oysa çok iyi donanımla imtihana girmiş
bir talebe bile dilediği yeri kazanamayabilir; kalemini silgisini
unutur, moraline dokunacak hadiseler olur, evden çıkarken anne
babanın beklenti dolu sözleri karşısında onları memnun edemeyecek
olma korkusuyla psikolojik bir yıkım içinde bulunur ve neticede
istediği puanı tutturamayabilir. Bunlar normal karşılanmalı,
gençlere öyle psikolojik bir baskı yaşatmamalı ve menfi bir netice
karşısında kadere taş atılmamalıdır. Ne var ki, bu konuda da
anne-babalara ve öğretmenlere rehber olabilecek rıza kitapları,
mevcuttan hoşnut olma kitapları yazılmalıdır.
-Bediüzzaman’ın ifadeleri içinde; harbe giderken vezirleri
Celâleddin Harzemşah’a demişler: “Sen muzaffer
olacaksın!”; o da onlara, “Ben Allah’ın emriyle
cihad etmekle mükellefim. Galip veya mağlup etmek Allah’ın
vazifesidir.” diye cevap vermiş. Hazreti Üstad’ın burada
Cenâb-ı Hak için de “vazife” kelimesini kullanması
belâgâttaki “mukabele” sanatıyla alâkalıdır. Bu
açıdan mukabelenin bahis mevzuu edildiği bir yerde
“Allah’ın vazifesi” demekte şer’î bir mahzur
olmayabilir. Bununla beraber, Allah Teâlâ’ya saygının gereği olarak
belâgâttaki mukabeleyi hiç gözetmeden “şe’n-i Rubûbiyet” demek de
tercih edilebilir.