Gülen'den kendini büyük görme mesajı
Abone olGüncel meselelere dair konuşmayan Fethullah Gülen, son sohbetinde ince mesajlar ve uyarılar vardı.
Güç ve kuvvetin insanda tepeden bakma ruh haleti hasıl
ettiğini söyleyen Fethullah Gülen, "Bu duygu, insanı “Ben
büyüğüm; imkanlarım, servetim, gücüm, kuvvetim itibarıyla beni
dinleme, bana inkıyad etme, vesayetime girme mecburiyetindesiniz!”
deme gibi yanlışlıklara sevkeder." diye
konuştu.
Hadiseler karşısında, her şeyi bugünden ibaret görmemeli
uyarısında bulunan Hocaefendi, "Hoş görmek lazım. Olumsuz
davrananları da hoş görmek lazım." dedi.
İşte, Hocaefendi'nin Herkul.org'da yayınlanan 'Hor bakma,
gönül yıkma' başlıklı sohbetinden satırbaşları:
*Önemli olan murad-ı ilahîyi gözetmek ve O’nun her icraatına saygı
duymaktır. İstek, arzu ve tercihlerde Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğunu
aramak; hâl, hareket, tavır ve davranışlarda O’nun rızasını
kollamak; her hadise karşısında “Rab olarak Allah’tan razı olduk.”
hakikatiyle soluklanmak çok mühimdir.
...SONRA NAKLEDERSİNİZ HİKÂYE OLARAK
*Olan şeylerde O’nun iradesi dışında hiçbir şey yoktur. Bazen
Cenâb-ı Hak, sizi bir yere götürmek ve bir noktaya ulaştırmak için
“Hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda hayırlı olabilir” (Bakara,
2/216) hakikatini tecelli ettirir. Şer gibi gördüğünüz bazı
şeylerle karşılaşabilirsiniz; fakat, onların sonu lütuf ve
ihsandır. Latif isminin muktezası olarak, eltâf-ı sübhaniyesini
başınızdan sağanak sağanak yağdırır. Onun önünde yıldırımlar
şimşekler olabilir. Fakat sonra rahmet yere iner, her taraf
dilnişin bahçelere dönüşür, gül bahçeleri olur. Sonra siz o
muvakkat ürperti ve korkuyu da unutuverirsiniz; sadece tatlı bir
hatıra kalır nöronlarınızda, korteksinizde. Sonra nakledersiniz
hikaye olarak, naklederken de ayrı bir zevk duyarsınız.
HER ŞEY BU GÜNDEN İBARET DEĞİL
*Her şey bu günden ibaret değildir.. ve bugün olan şeylerden de
ibaret değildir. Bugün olan hadiseler yarın adına çok önemli
neticeleri bağrında geliştiriyorsa.. geceler bağrında nehârı
geliştiriyorsa.. kışlar bağrında baharı geliştiriyorsa.. bu da
Cenâb-ı Hakk’ın farklı bir telattuf tecelli dalga boyudur; çok
farklı mahfazalar ve çok farklı esbab perdeleri içinde yine lütufta
bulunuyor demektir. “Âbisten-i sefa vü kederdir leyal hep / Gün
doğmadan meşime-i şebden neler doğar.” (Geceler hep sefa ve kedere
gebedir / Gün doğmadan yarının rahminden neler doğar.)
*Hoş görmek lazım. Olumsuz davrananları da hoş görmek lazım. İnsan
tabiatında var tepeden bakma, hor görme, küçük görme. Bazen insan
dünyevî imkanlara sahip olunca, başkalarını hor görme ve onlara
tepeden bakma gibi bir hastalığa mübtela olabilir. Evet, o bir
virüstür. Kur’an’a gönül vermiş olan, kendisini kalbî ve ruhî
hayatlarının âbidesini ikame etmeye adamış insanlar, bundan uzak
durmalıdırlar.
BÜYÜKLÜĞÜN ALAMETİ TEVAZUDUR
*Bütün büyüklük imkanları, ortamı ve argümanları bulunduğu halde
bile hakiki mü’mine düşen şey; fevkalade mahviyet, tevazu ve
hacalettir. Allah sevmez tekebbürü. Bir kudsî hadîste, Cenâb-ı Hak,
“Kibriya, Benim ridâm, azamet ise Benim izârımdır. Kim Benimle bu
mevzuda yarışa kalkışır ve bunları paylaşmaya yeltenirse, onu
Cehennem’e atarım.” buyurmaktadır. Hazreti Pir’in ifadesiyle,
büyüklerde büyüklüğün alameti tevazudur; küçüklerde küçüklüğün
emaresine gelince o da tekebbürdür.
*İnsan bazen olduğundan fazla görünmek ve herkes tarafından
bilinmek için, görünme tutkusuna ve gürültü çıkarma sevdasına
düşebilir. Dünyevi bir beklentiye bağlı değilseniz -ki bağlı
değilsiniz- kendinizi ifade etme adına herhangi bir gayrete
girmemeli ve sizi kıymetinizin altına çekip götürecek o türlü
şeylere tenezzül etmemelisiniz.
KENDİNİ BÜYÜK GÖRMEK, YANLIŞLARA SEVKEDER
*Bazen de güç ve kuvvet, insanda adeta bir virüs gibi tepeden bakma
ruh haleti hasıl eder. Hakiki mü’min tepeden bakmamalı ve hiç
kimseyi kendinden küçük/dûn görmemelidir. İbrahim Hakkı Hazretleri,
“Hiç kimseye hor bakma / İncitme, gönül yıkma / Sen nefsine yan
çıkma… / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler…” der. Hiç
kimseye hor bakma. Hor bakarsan sonra incitir ve gönül yıkarsın.
“İş bende bitiyor” dersin. Bu duygu, insanı “Ben büyüğüm;
imkanlarım, servetim, gücüm, kuvvetim itibarıyla beni dinleme, bana
inkıyad etme, vesayetime girme mecburiyetindesiniz!” deme gibi
yanlışlıklara sevkeder.
HOR BAKMAYIN, GÖNÜL YIKARSINIZ!
*Hor bakmayın, sonra incitir ve gönül yıkarsınız; yıktığınız gönül,
bir manada, zıllıyet planında, O’nun arşıdır. Mü’minin kalbine
“arş-ı Rahman” denilmiş; o bir “beyt-i Hudâ” olarak görülmüştür.
Alvar İmamı, “Kalb-i mü’min arş-ı Rahmân’dır / Onu yıkmak vebaldir,
tuğyandır.” derken; İbrahim Hakkı Hazretleri de “Dil beyt-i Hudâdır
ânı pak eyle sivâdan / Kasrına nüzûl eyleye Rahmân gecelerde.”
sözleriyle ve Nâbî “Âyine-i idrakini pâk eyle sivâdan / Sultan mı
gelir hâne-i nâ-pâke, hicab et!” ifadeleriyle onun kıymetine
vurguda bulunmuştur.
*Allah, insana insanın kalbiyle bakar. “Allah (sizin cisim ve
suretlerinize değil) kalblerinize nazar eder.” fehvâsınca da, O’nun
insanla muâmelesi kalbe göre cereyan eder.
*Mahviyet, tevazu ve hacalet, imana ve Kur’an’a kendini adamış
insanların temel vasıfları olmalıdır.
O, BAZEN DEVLETİN YAPAMADIĞINI BEŞ-ON İNSANA
YAPTIRIR
*Bazen Cenâb-ı Hak, büyük devletlerin yapamadığı şeyleri, beş-on
insana yaptırtıyor. Türkçe Olimpiyatları’na, açılan okullara,
arkadaşların fedakârlığına bakarak, farkına varmadan -hafizanallah-
bazen şahsî enaniyetle/egoizmayla bazen de aidiyet mülahazasıyla
insanda kendini büyük görme gibi bir hastalık olabilir.
*“-Ci”yi de “-cu”yu da her türlü âidiyet mülahazasını kaldırıp
atmak lazım. Olup biten şeyleri sadece Kur’an mâkûliyeti ve Kur’an
mantıkiyetinde bir araya gelmiş insanlara Cenâb-ı Allah’ın
ekstradan lütufları olarak bakmalı. Hatta çoğu zaman “Acaba
istidrac mı?” korkusuyla titremeli.
GECE KALKIP SECCADEDE KAÇIMIZ İÇ DÖKÜYOR
*Hangimiz gece kalkıp kırk rekat namaz kılıyor, secdede uzunca iç
döküyor?!. Öyleyse, Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanları karşısında
bir asâ gibi bükülmeli; bu büyük nimetlerin bizi baştan çıkarmak
için liyakatimizin üstünde gelen birer istidrac olması endişesiyle
tir tir titremeliyiz. Yaptığımız şey küçük dahi olsa, o büyük
lütuflar karşısında iki büklüm olmalı, her şeyi Allah’tan bilmeli
ve herkesi kendimizden aziz saymalı, herkesi nezd-i uluhiyette
kendimizden daha makbul görmeliyiz.
*“Allah’tan kork ve ma’ruftan hiçbir şeyi hafife alma!..” buyuruyor
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem). Kim bilir belki
bazılarının ihlasla yaptığı bir zerre halis amel, sizin batmanlarla
yaptığınız şeylere tereccuh eder, bilemezsiniz. Nezd-i ulûhiyette
meselelerin değerlendirilmesi, tartılması, belli kriterlere tabi
tutulması çok farklıdır, bizim anlayışlarımızı aşar.
*“Benim yerimde aklı başında, tamamen ihlasa kilitlenmiş bir tanesi
olsaydı, insanların böyle teveccüh etmesi, imkanlarını seferber
eylemesi ile herhalde küre-yi arz üzerinde fethedilmedik yer
olmayacaktı; ama bu iş bize düştüğünden, böyle güdük kaldı.”
mülahazasıyla dolu olmalı ve nefsimize bakan yanıyla kendimizle
böyle yüzleşmeliyiz.
EFENDİMİZ'İN KULLUK ADINA İBRETÂMİZ DUASI
*Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, Cenâb-ı
Hakk’a el açarak söylediği sözler hem pek hazîn hem de kulluk âdâbı
adına çok ibretâmizdir:
“Allahım, güçsüzlüğümü, zaafımı ve insanlar nazarında hakir
görülmemi Sana şikayet ediyorum. Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve
hakir görülen biçarelerin Rabbisin; benim de Rabbimsin.. beni kime
bırakıyorsun?!. Kötü sözlü, kötü yüzlü, uzak kimselere mi; yoksa,
işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa, Sen benden
razıysan, çektiğim belâ ve mihnetlere hiç aldırmam. Üzerime çöken
bu musîbet ve eziyet, şayet Senin gazabından ileri gelmiyorsa, buna
gönülden tahammül ederim. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha
ferah-feza ve daha geniştir. İlâhî, gazabına giriftâr yahud
hoşnutsuzluğuna düçâr olmaktan, Senin o zulmetleri parıl parıl
parlatan dünya ve ahiret işlerinin medâr-ı salâhı Nûr-u Vechine
sığınırım; Sen razı olasıya kadar affını muntazırım! İlâhî, bütün
havl ve kuvvet sadece Sen’dedir.” Hâşâ, biz Nebiler Serveri’nin
kendi muhasebesini yaparken dile getirdiği bu ifadeleri lazımî
manasıyla ele alamayız; bir yönüyle, O’nun kendi hakkındaki
sözlerini zikrederken dahi su-i edepte bulunmuş sayılırız. Fakat,
O’nun tevazu, mahviyet ve kulluk edebine riayet gibi hasletlerini
hesaba katarak meseleye baktığımızda, kendini yerden yere vurma,
meseleyi nefsin yetersizliğine bağlama ve Cenâb-ı Hakk’ın
inayetine, vekâletine, kilâetine sığınma adına çok önemli ikazlar
almış oluruz.
*Bir parmak işaretiyle kameri iki şakk eden Sultanlar Sultanı,
mutlak manada İnsan-ı Kâmil, “Zaafımı Sana şikayet ediyorum.”
diyor. Bize düşen şey: O’nun arkasında bulunmanın hakkını vermek;
fevkâlade mahviyet, fevkâlade tevazu ve fevkâlade hacaletle hareket
etmek; yapılan şeylerin istidrac olabileceği korkusuyla tir tir
titremek; “Allahım, bize bizden evvelkilerin emanetiydi, bizim
buradaki densizliğimize binaen bunu bizim elimizden alma; gelecek
nesillere, emin ellere bunu devredelim ve sonra dünyadan bu mevzuda
nam, nişan, şöhret, mal, menal adına hiçbir şey kazanmamış olarak
ruhumuzun ufkuna yürüyelim.” mülahazasını hep canlı
tutmaktır.