Gülen ve irtica haberleri!
Abone ol28 Şubat'ın kalemlerini suçlayan açıklamalar ve artan irtica haberleri! Ekrem Dumanlı'nın gündem analizi.
28 Şubat'ın kalemlerini suçlayan açıklamalar ve artan irtica
haberleri! Ekrem Dumanlı'nın gündem analizi.
Yazar: Ekrem Dumanlı
Kaynak: Zaman
--------
Dinç Bilgin’e kulak verirken
Eski medya patronu Dinç Bilgin’in tarihî itiraflarını bir köşeye
kaydetmek; arada bir de olsa bu ibretâmiz açıklamaları hatırlamak
gerekiyor.
Kanal 7’de Nazlı Ilıcak’a konuk olan Bilgin, medyanın kamu
ihalelerine haksız bir şekilde girmesinden bankacılık yapmalarına,
medya savaşlarının perde arkasındaki yanlışlarından hükümet yıkmak
için bir araya gelmelerine kadar pek çok konuda samimi itiraflarda
bulundu. En çarpıcı kısım, medya-asker ilişkisinin deşifre edildiği
28 Şubat dönemine dairdi. Yakın tarihimize ‘Andıç Vak’ası’ diye
geçen olayda bazı gazetecilerin nasıl suçlandığını, 28 Şubat’ın
muktedir komutanlarına nasıl boyun eğildiğini anlattı Bilgin.
Komutanlardan gelen haberlere bugün bile medyanın farklı gözle
baktığını anlatan eski medya patronu “Gazeteyi kurarken cesur olan
kadro daha sonra başka alanda faaliyete başlayınca bütün ayarı
kaçtı ve çok farklı haberler yapılmaya başlandı.” diyor.
“28 Şubat’ın kalemleri zan altında”
Hafta boyunca Dinç Bilgin’in söyledikleri tartışıldı. Herkes bir
şeyler yazdı, söyledi. Yeni Şafak Gazetesi, cumartesi nüshasında
Bilgin’in açıklamalarını manşet yaptı. “28 Şubat’ın kalemleri zan
altında” başlığıyla sunulan haberin spotunda “Sabah Grubu’nun eski
sahibi Dinç Bilgin’in 28 Şubat sürecindeki asker-medya ilişkilerini
açıklaması, ‘yalan haber ve yazıları’ ‘servise’ koyan dönemin yazar
ve yöneticilerinin gazeteciliğinin sorgulanmasına neden oldu”
deniyor. Haklılar. Bilgin’in açıklamaları doğrultusunda “kendini
sorgulaması” gerekenler var. Bir dönem darbeci subaylardan emir
alarak gazetecilik yapanların bir başka dönemde de benzer şeyleri
yapmayacağını kim garanti edebilir?
Aslında Dinç Bey’in söyledikleri, 28 Şubat’ın askerî üssü haline
gelen Sabah’tan yükselen ilk ciddi ve samimi itiraf değil. Daha
önce de Sabah’ın eski Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, Nuriye
Akman’a röportaj vermiş, aydın dürüstlüğü içinde itiraflarda
bulunmuştu. “Ölçü kaçtı 28 Şubat’ta. Öyle kaçtı ki, sonuçta biz
kendi arkadaşlarımızı birinci sayfadan haber yaptık.” diyen
Babahan, “Şimdi aynı dönemlerden bir daha geçmeyiz; ama geçersek bu
hataları yapmam diye düşünüyorum.” cümlesini de sözlerine eklemiş;
bir anlamda -kendi namına da olsa- demokrat bir söz vermişti.
Babahan’dan biraz daha geriye gidilince eski Sabah yazarı Can
Ataklı’nın tarihî itirafı da çıkar karşımıza. “28 Şubat’ta birçok
haberi paşalar yazdırdı” diyecek kadar yürekli konuşmuştu Ataklı.
Üstelik somut olayları, o olaylarda aktif rol alan paşaları ve
onların gazete yönetimine yaptığı baskıları nakletmişti. Herkes
biliyor; 28 Şubat döneminde asker-medya yandaşlığı ile yapılan
operasyonda sadece Sabah kullanılmadı; pek çok gazete ya itaat
altına alındı veya korku havası verilerek sindirildi. Sonuçta
herkes kaybetti; medya, siyaset, asker…
Dinç Bilgin’in itiraflarının düğüm noktası andıç hadisesi. Daha
önceki itiraflarda da söz gelip hep andıca dayanmıştı. Cengiz
Çandar, M. Ali Birand, Mehmet Altan gibi gazetecilerin alenen
mağdur edildiği hadiseyi unutmak mümkün değil kuşkusuz. Çünkü
düzmece belgeler ve yok edici baskılar sonunda gazetecilerin
medyatik infazına karar verilmiş ve bilmecburiye bu iş gazete ve
televizyon yayın yöneticilerine düşmüştü. Gerçekten de vahim bir
olay. O günleri acı acı hatırlayan Dinç Bey nedense Ali Kırca’yı
örnek veriyor. “Normaldir, o dönemin en etkili enkırmeni oydu”
denebilir; ancak o kadar basit de değil. Çünkü Bilgin,
komutanlardan gelen haberler karşısında gazete ve televizyonun
durumunu anlatırken “Ali Kırca böyle bir haber geldiğinde bir anda
ciddileşir ve farklı bir ifade ile bu haberleri sunar.” diyor.
Hatalardan çıkarılması gereken dersler
Gerçekten de öyle. Ali Kırca’nın “bastığı düğme” sadece
meslektaşlarına yönelik değildi. Mesela o günlerde Fethullah
Gülen’i linç kampanyasını da bazı askeri yetkililer tezgahlamıştı.
Cımbızlanmış cümleler, anlam bütünlüğü ve muhataplarından
koparılmış görüntüler psikolojik harp uzmanları tarafından
hazırlanmıştı. Ve operasyon eski Sabah Gazetesi ile atv adlı kanal
kullanılarak yapılmıştı. Yani Fethullah Gülen de andıçlanmıştı.
Kaderin cilvesine bakın ki mahkemenin gecikmiş beraat kararı da
geçen hafta açıklandı, atv ve Sabah’ın eski patronunun itirafı
da.
Şimdi Yeni Şafak “zan altında” kalanlardan bahsediyor. A güzel
kardeşim, şu ana kadar yapılan itiraflar daha buzdağının görünen
kısmı. Daha neler var anlatılması gereken, daha neler... Çevik
Bir’in başkanlık ettiği yayın toplantısını mı anlatsın birileri,
orada eski tüfek devrimci bir gazelhanın o dönemde takındığı
demokrasi havariliğini bir kenara iterek “Paşam” diye başlayıp
“kurtarıcı”sını ayakta alkışlamasını mı...
Belki de geriye doğru yapılan aşırı sondajların hiçbir faydası yok.
Olan oldu bir kere. Hatalardan ders çıkarılsın yeter. Benzer bir
durumda medya dimdik durabilsin kafi. Hükümet kurmak da, hükümet
yıkmak da bizim (medyanın) görevi değil. Askerin de, bürokrasinin
de, iş dünyasının da böyle bir görevi yok. Halk, en büyük hakemdir
demokrasilerde. Hem halka, hem demokrasiye güvenmek varken
kendimizi madara etmenin, tarih huzurunda rezil rüsva olmanın bir
anlamı var mı? Dinç Bilgin’e kulak verirken biraz da bunları
düşünmek gerekiyor galiba.
----------------------------------------------------------------------------
İrtica haberlerinde artışın bir sebebi
olmalı
Görünen o ki irtica kelimesi yeniden tedavüle girdi. Epey bir
zamandır gündemden düşen, yerini AB kriterlerine, insan haklarına,
ekonomik atılımlara, siyasî istikrara bırakan irtica kelimesi bir
kere daha “hortlama” maharetini gösterdi. Hikaye uzun. Ne zaman
sancılı bir döneme girilse, irtica kelimesi rücu’ eder aramıza.
Merak bu ya; son aylardaki irtica temasının gerçekten bir artış
kaybedip etmediğini anlamak istedim. Bu konularda uzman bir şirkete
başvurdum. “Bana 2005’in ilk günlerinden nisanın son gününe kadar
yapılan irtica haber ve yorumlarını derleyebilir misiniz?” diye
sordum. Maksadım belli. Belki de irtica haberlerindeki artış benim
zihnî bir yanılgımdı. Bununla yüzleşmem gerekiyordu. Başvuru
yaptığım şirket teklifime sıcak baktı ve hemen işe koyuldu. Bu
çalışmanın özünü küçük bir istatistik ile kamuoyunun takdirlerine
bırakıyorum. Ve soruyorum: Nasıl oluyor da ocakta 187 irtica haberi
yapılmışken bu rakam şubatta 237’ye, martta 321’e, nisanda 858’e
çıkıyor? Bu âmûdî yükselişi kim ayarlıyor? Gazete sütunlarına
yansıyan bu yükseliş, sokaktaki insanın tansiyonunu mu yansıtıyor;
yoksa zoraki bir durumla mı karşı karşıyayız? Sokaktaki vatandaşın
“irtica kaygısı” dört ay içinde yaklaşık dört misli artmışsa,
Türkiye’de yapılan gazetecilik de, bu gazetecilik doğrultusunda
hazırlanan bu haberler de doğrudur.
Ancak durum bu kadar vahim değilse, dört ayda dört kat artan irtica
haberlerini medya bir kere daha düşünmeli. Bu gündemi gazetelere
sakız yapan odaklar, bazı hezeyanlara cevap vermeyi de mecbur
kılıyor. Geçmişte yapılan irtica kampanyaları Türkiye’ye büyük
zarar verdi. Dinç Bilgin’in birkaç gün önce Nazlı Ilıcak’a
söyledikleri bile yeterince ibret dersi veriyor. Gazeteci dediğin
aynı hatayı elli kere yapmaz, geçmişten ders çıkarır. İrtica
meselesine bir de bu açıdan bakmakta fayda var.